Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk olarak yaşanan Ortaköy Meydanındaki Hanuka Bayramı kutlamasının baş mimarlarından olan Beşiktaş Belediye Başkanı Av. Murat Hazinedar ile kutlamanın öncesini ve sonrasını konuştuk.
“Türk Yahudileri de bu ülkenin sahibidir” diyen Başkan Hazinedar, birlik ateşinin, Hanuka mumunun gelecek yıllarda da yanacağının sözünü verdi.
Nasıl bir mesaj vermek istediniz Hanuka kutlamasıyla?
Özel olarak dini bazı mesajları verirken amacımız şuydu: Ülkemizde Müslümanları ajite ederek, provoke ederek siyaset yapmak isteyen insanlar çıkıyor zaman zaman. Müslümanlığı, bunun İslami bir araç haline getirenlere karşı, İslami bakışla da -o değerleri taşıyan bir Müslüman olarak da bakarak- mesaj vermek istedik. Müslüman insanlarımızın bu konudaki hassasiyetlerini korumaya çalışarak, açıkçası onlara da bir mesaj vermek istedik çünkü bu bir bütün. Birlikte yaşıyoruz, yaşam birlikte geçiyor, zaten o yüzden İstanbul ve Beşiktaş’ta yaşam değerli. Zaten o yüzden hepimiz ayrı ayrı değerliyiz. Allah’ın yarattığı herkes çok, her canlı değerli. Hepsinin bir maksadı var. Her canlının yaşamı zenginleştiren bir değer olduğunu kabul etmek Allah inancının bir parçası aslında. Çünkü Tanrı’nın her şeyi tesadüfen, öylesine yaptığını düşünmek, metafizik açıdan zaten çok farklı bir noktaya götürür bizi. Ben zenginliği büyütmeye çalışıyorum. Beşiktaş da, Beşiktaş halkı da bana bu fırsatı veriyor. Beşiktaş’tan İstanbul’a, İstanbul’dan Türkiye’ye, şimdi Hanuka ile dünyaya bir mesaj verdik.
Bazen İsrail-Filistin meselesine bağlı olarak olumsuz olaylar yaşanıyor. O iki devletin birbiri ile olan ilişkisinde yaşadıklarına dair eleştiri haklarımız her zaman vardır ancak bunu antisemit bir anlayışla inşa etmek insanlığa dair en büyük suçtur. Dolayısıyla bu noktada Türkiye’nin genel siyasetinin zaman zaman buna dair vurgularını doğru bulmuyorum. Burada herkesin iyi ayırım yapması gerekir. Bu ülkedeki Yahudi yurttaşlarımız, Rum kökenli yurttaşlarımız, Ermeni kökenli yurttaşlarımız, Hıristiyan yurttaşlarımız, hepsi benim bir parçam. Aile içinde her şey yaşanabilir, çeşitli olumsuzluklar olabilir. Dikkat ederseniz kutlama gecesi yapmış olduğum konuşmada geçmişteki hatalarla yüzleşmekten de bahsettim. Bunlar, zaman zaman durumdan vazife çıkaran, vazifeyi kötüye kullanan ve siyasette liderlik edenlerin biraz ‘vur dediği yerde öldüren’, kraldan çok kralcı insanların yaptığı hatalar. Bu hatalar bazen sistemsel hatalara dönüşüyor. Diğer bir deyişle bu hatalar bir sistem haline geliyor. Ancak biliniz ki bu devlet, devleti yönetenler, zaman zaman sadece Yahudilere, Ermenilere değil, kendisinden kabul ettiği, çoğunluk olanlara da aynı işkenceyi, eziyeti yapmıştır.
Ben Fatsalıyım. Fatsa’nın Et-Balık Kurumu, 12 Eylül işkencelerinin merkeziydi. Hiçbirine Türk müsün, Çerkez misin diye sormadılar ki çoğunluğu Türk’tü. Dolayısıyla bu ülkede devletin adaletli davrandığı dek bir konu vardır: İşkence yapmak. Eziyet etmekte çok adaletli, eşit davrandı -Kürtüne, Türküne, Çerkezine... Hiç kimse “Sadece Kürtler işkence gördü” diyemez… Devlet zaten zaman zaman vergi dairesinde, belediyede, insana yaptığı muameleyle kötülük ediyor, işkence yapıyor. Dolayısıyla geçmişle hesaplaşırken veya öz eleştiri yaparken bir hesaplaşma güdüsü içerisinde yaklaşmamalıyız yoksa geleceği kaybederiz. Geçmişle kavga edenler ve bugüne taşıyanlar geleceği bize zindan ederler. Biz zindan değil özgürlük istiyoruz. Her alanda özgürlük istiyoruz; inançlarımızda, kültürümüzde…
Açıkçası bu yola çıkarken, bir süredir Türkiye’de İsrail Devleti olarak ilişkimizden kaynaklı olarak kullanılan dilin buradaki Yahudi yurttaşlarımıza yarattığı endişenin derinliğini fark etmemişim. Yahudilerin, varlıklarına ve geleceklerine dair kuşkuları varken, özgürce inançlarını yaşamaları, haykırmaları, ifade etmeleri ve buna benim önderliğimde devletin de katılmış olması çok güzel. Devletin katılması Yahudilerin bu ülkedeki gelecek endişelerinin, varlıklarına dair kuşkularının ortadan kalkmasına önemli ölçüde hizmet etti. Bunu büyüteceğiz… Orada vermiş olduğumuz en önemli mesajlardan biri geçmişte yaşananların ve bugün yaşananların doğru değerlendirilmesine ilişkin mesajlardı. İkincisi de İslami motiflerle konuşmamızda Müslümanlara verdiğimiz mesajlardı ve en önemlisi de gelecek kurgumuz. Bu mumlar, bu ateş Türkiye’deki birlik beraberlik için yakıldı ve bundan sonra da Türkiye’nin birlik ve beraberliği için yakılmaya inşallah devam edecek. Biz ne kadar çok beraber olursak o kadar birlikte büyürüz. Birlikte güzeliz, değerliyiz, Türkiye’yiz.
Benim en değer verdiğim şeylerden biri yaşamımda helallik almaktır ve benim o gün aldığım helalliklerin hayatımda önemli olduğunu düşünüyorum. Bu helallik sadece bu güne kadardı, şimdi yaşam devam ediyor, yaşam devam ettikçe helallik almaya devam edeceğiz inşallah.
Kutlamadaki sözlerimizden anladığımız kadarıyla geçmişinizde, küçüklüğünüzde farklı dinlerle insanlarla bir ilişkiniz olmuş…
Küçüklüğümde bana iz bırakmış bir şeyden bahsedeyim… Ailemiz bizi iyi bir Müslüman olmamız için yetiştirdi. Kız kardeşim ve ben, Kur’an kursuna gittik. Bununla birlikte, modern hayat değerleri ile barışık büyütüldük. Annem- babam eczacı, değerli insanlardı. Hayatta çok sevgi dolu bakan insanlardı. Biz sevgi dolu bir ailede büyüdük. Şehirde komşularımız vardı; Ermeniler vardı, Rum kökenliler vardı. Az sayıda kalmışlardı ancak onlar Fatsa’nın çok değerli insanlarıydı. Daniel, çok yakın arkadaşımdı. Ezan okunduğunda birçok arkadaşım toparlanmaz, fakat o saygısından toparlanırdı. Bu çok değerli bir şeydir. İşte onun bana verdiği saygıyı, benim değerlerime gösterdiği saygıyı, benim daha fazla göstermem gerektiğini düşünüyorum. İşte bu etkileşim, karşılıklı verme, karşılıklı saygıyı büyütme, toplumsal iklimi değiştirebilir. Onun bacak bacak üstüne atmayıp toparlanması beni hep ona karşı borçlu hissettirmiştir. Sonuçta ezan benim ezanım… Ben bu ülkede çoğunluğum, Müslüman olarak, Türk olarak. Türklük nedir, kim ne kadar Türk’tür tartışılır… Ne diyoruz, ‘Türk Yahudileri’, Türksünüz siz. Türk diyerek kimin genlerini tarif edebiliyoruz biz? Orta Asya’dan gelenleri mi? Bizim buradaki Türklük ifademiz ‘vatan bellemek.’ Bu vatana sevdası olan, sahip çıkan herkes -dini, kültürü, inanışı ne olursa olsun- Türk’tür. Ben bu şekilde siyasetimi ve belediye başkanlığımı şekillendiriyorum.
Pazar günü bir ifade kullandınız, “Tarihten gelenler ışığında bir Yahudilere karşı ayrımcı bir pozitifliğim var” diye. Biraz açar mısınız?
Türk Yahudileri önemli katkıda bulundu. İstanbul Üniversitesi tarihinde en önemli isimlerden biri Prof. Schwartz’tır. 30’lu yıllarda gidişatı görerek Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye gelen bilim adamlarından biridir. Yahudilerde hep bu gitme, terk etme olduğunu, bu endişeyi açıkçası daha iyi anladım şimdi. Ama Türkiye böyle bir ülke değil; Yahudiler Türkiye’nin sahipleri aynı zamanda. Bizim hukuk hayatımızda, sosyal hayatımızda, değerlerimizde tarihi katkıları var Yahudilerin. Bazen biz engelliyoruz bunu, yani onların daha çok katkı yapmasını engelliyoruz. Yahudilerin tarihten gelen ve yaşanmışlıklardan kaynaklı olağanüstü bir network’leri ve bunu kullanma konusunda da çok büyük yetenekleri var. Bunu Türkiye için kullanabiliriz ve kullanmalıyız. Oturup bir organize olmuyoruz Yahudi yurttaşlarımızla. Bu bir organizasyon işi.
Bu kutlama geleneksel hale gelecek, değil mi?
Konuşmamızda da “her yıl” dedik… Orada ne dedik? “Her zaman, her yıl, Türkiye’nin birliği, beraberliği ve hepimizin birliği için yanacak bu ateş” dedik. Birlikte yakacağız. Yine bir araya geleceğiz. Ancak yeterince kalabalık yoktu bu yıl, gelecek sene çok daha büyük bir kalabalık istiyorum.
Çok doğru bir zamanda oldu bu kutlama…
Üst üstte gelen süreçler oldu. Ben kısmen bu süreci okudum aslında. Yan yana koyarsın birbiri ile alakasız matruşkaların birbirinin içine oturması gibi oldu - dış işlerinin gelmesi, Cumhurbaşkanı’nın Rusya olayı… Tüm bunlar bizim organize edebileceğimiz bir şey değil ki… Örneğin, Rusya olayı şu anki siyaseti şekillendiriyor. Şimdi Amerika ve İsrail’in desteğine ihtiyaç var. Amerika ilişkilerinde de İsrail ilişkilerinde de en önemli kriterlerden biri bu. 2004’te Cumhurbaşkanı, Avrupa Birliği’ni Türkiye’deki iç hesaplaşmayı halledebilmek için bir manivela haline getirdi, kullandı yani. Avrupa Birliği sürecini inşa edeceğim diyerek içerdeki demokratikleşmeyi belki kendi meşrebine uygun inşa etti. AB “askeri ve sivil bürokrasiyi yok et, ben artık arkandayım” dedi. Ne ile yaptı, nasıl yaptı? Şimdi aynı duruma düşülmemesi gerekiyor. Türkiye’nin demokrasileşmesini bir taraftan destek verirken bir taraftan içerdeki keyfi müdahalelere izin vermememiz gerekiyor. Bugün milat, Can Dündar serbest bırakılırsa -hemen bugün değil, bir ay sonra bile serbest bırakılırsa- bu Hanuka sürecinin devam ettiğini gösterir.