Filistin’de Arap ve Yahudiler arasında yaşanan çatışmaların temeli belli bir toprak parçası üzerinde egemen olma durumu ile ilgilidir. Arap cephesinde iki ailenin, Nashashibi’lerle Hüseyin’lerin çekişmesi; Yahudi cephesinde ise, Ben Gurion ile Jabotinsky’nin çekişmesi, 1930’lara doğru gelindiğinde olaylara şeklini vermiştir.
Filistin’de Arap ve Yahudiler arasında yaşanan çatışmaların temeli belli bir toprak parçası üzerinde egemen olma durumu ile ilgilidir. Yaşam tarzları, gelecekten beklentileri bu denli farklılık arz eden iki toplumun aynı coğrafyayı paylaşmasının, engellenemez çatışmaları beraberinde getirmesi doğaldır. Bu bağlamda, inançların, ulusal onurun ve tarihin çatışması olacaktır yaşananlar ve yaşanacaklar. Araplar da Yahudiler de mücadelelerini beyinleri ile değil kalpleri ile yapmışlardır... Algıları gerçekleri değil, sembolleri ve sözleri süzmüş, onlara hak ettiklerinden fazla değer yüklemiştir. Bundan dolayıdır ki daha önce basit kavgalar üzerine inşa edilen – en hafif tabiri ile – bu rekabetin alevlenmesi için çok beklemek gerekmeyecektir.
Arap cephesinde iki ailenin, Nashashibi’lerle Hüseyin’lerin çekişmesi; Yahudi cephesinde ise, Ben Gurion ile Jabotinsky’nin çekişmesi, 1930’lara doğru gelindiğinde olaylara şeklini verdi.
Hüseyin ile Nashashibi aileleri arasında süregelen güç kavgası Arap toplumunun yönetimi, Kudüs’ün yönetimi, bunlardan oluşan gelirin paylaşımı konularında odaklanır. Yahudi liderler, aralarındaki fikir ayrıklıklarına rağmen Yişuv’un her alanda gelişmesine ve toplumlarına modern bir yaşantı sağlanmasına, refah seviyesinin arttırılmasına önayak olmuşlardır. Ancak, Arap toplumunun liderleri için bunu söylemek mümkün değildir.
Yahudi liderlerin aralarındaki fikir ayrılıklarını daha entelektüel bir boyutta incelemek gerekir: Yahudi toplumunun fikirsel ve yapısal oluşumuna katkıda bulunan her lider olaylara değişik bir açıdan yaklaşmış, halkın beklentilerini değişik boyutlara taşımıştır.
Yahudi ulusal hareketinin önemli ismi Ussishkin
Örneğin Yahudi ulusal hareketinin önemli isimlerinden Menahem Ussishkin’in mesajı açıktır. Kudüs’te bir sinagogun düzenlediği ve şeref konuğu olduğu bir Pesah kutlamasında, Nisan 1928’de, şöyle der:
“Yahudi halkı, hiçbir uzlaşı ve taviz olmaksızın, Dan’dan Be’ersheva’ya, Büyük Denizden çöle kadar, Ürdün ötesini de (= Şeria = Yarden nehrinin karşı tarafı) içine alacak şekilde, bir Yahudi Devleti istiyor. Şimdi burada hep beraber yemin edelim: Moriah Tepesinde Ulusal Yuvası kuruluncaya dek Yahudi Halkı sessiz ve hareketsiz kalmayacaktır…”
Arapların bölgedeki Yahudi varlığına verdikleri tepkiyi, İngilizlerin bu tepkiye olan yaklaşımlarını en sert şekilde cevaplayanlardan biriydi Ussishkin. Yazıları ve konuşmaları ile dillendirilmeyen Yahudi ihtiraslarını ateşli şekilde ifade etmişti. Rusya’daki pogromlardan kaçıp gelenlerin hislerine tercüman olmuştu.
Teoride Yahudiler için esas başarılması gereken Filistin topraklarında bir çoğunluk oluşturmaktır. Balfur Deklarasyonu bunun İngilizler tarafından kabul edildiğini teyit eden bir belgedir. Öte yandan, Herzl’den başlamak üzere hiçbir Yahudi lider veya düşünürde “Arapların reddedilmesi” fikri yoktur. Arapların buralardan sökülüp atılması, camilerin yıkılması ve Kudüs’e Üçüncü Tapınağın inşası gibi fanteziler kimsenin gündemini oluşturmamıştır. Ancak, Ussishkin’inkine benzer sivri söylemler Araplar arasındaki korkuyu dehşet seviyesine taşır. Arap liderlerinin yoğurdukları bu dehşet, daha sonraki yıllarda terör olaylarının nedeni olarak karşımıza çıkacaktır… Hacı Emin El-Hüseyni’nin tespiti bölgedeki durumu çok iyi bir şekilde anlatmaktadır: “Suyun yüzü şu anda duru gözüküyor. Ancak derinlerde akıntı var… Ateş yokmuş gibi, ancak küllerin derinliğinde için için yanmakta ve bunu böyle görmek beni üzüyor…”
Filistin’i kendine vatan edinmiş binlerce gençten biri ailesine yazdığı mektupların birinde Arap – Yahudi düşmanlığının nedenlerini son derece naif bir şekilde kaleme almıştı.
“ Filistin’deki sorun birbirinden nefret eden iki ulusla ilgilidir. Bizden nefret ediyorlar ve bunda haklılar… Biz de onlardan nefret ediyoruz, hem de ölümcül bir nefret bu…”
Haim Weizmann’ın siyasi – diplomatik yöntemlerine, aktivist bir söylemle alternatif yaratan Zeev Jabotinsky’nin Revizyonistleri artık Yahudi beklentilerinin, ideallerinin açıkça masaya konması gerektiğini savunmaktadırlar. Ussishkin’in çıkışları bunun habercisidir.
O dönemde yaşananları şu çerçevede görmek ve değerlendirmek gerekir: Araplar korkmuşlardır. Yahudilerin yaşam standartlarını her alanda yükseltmeleri onları tedirgin etmiştir. Bu korku Arap liderlerin söylemleri ile tırmandırılmıştır… Yahudi liderlerinden buna tepki gelmesi ise gecikmemiştir. İngilizlere gelince, onlar Manda İdaresi sınırları içinde çıkacak olası çatışmaları bastırabilecekleri kanısını korumuşlardır.
İçin için kaynayan sosyal-siyasi sıkıntılar
1928 yılı Yom Kipur’unda olsun, bunu takip eden Teşa-Beav Anmasında olsun veya Hz. Muhammed’in doğum günü kutlamasında olsun yaşananlar için için kaynayan sosyal – siyasi içerikli sıkıntılara işaret etmektedir. Bir yanda gövde gösterisi yaparcasına hareket eden yığınlar öte yanda bunu fırsat bilerek bileyen toplum liderleri, kanaat önderleri… Bir yanda genelde Filistin’de, özelde Kudüs’teki Yahudi varlığının kendileri için bir varoluş mücadelesi olduğunu haykıran Yahudi gençleri, öte yanda bu toprakların kendilerine ait olduğunu ve öyle kalacağını bağıran Arap gençleri...
… Ve Ağustos 1929’da Kudüs’te Araplarla Yahudiler arasında başlayan nedeni korkuya, şüpheye dayalı gerilim sıcak çatışmaya dönüşür. Nereden geldiği, kimin silahından çıktığı belli olmayan kurşunlar bardağı taşırır.
Araplara göre Yahudiler dua amacı ile El-Aksa Camiinin avlusunda toplananlara saldırıda bulunmuşlardır. Yahudiler ise tam tersini ifade etmektedirler. Kudüs’e komşu köylerden buraya duaya gelen yüzlerce, hatta binlerce, sopa, bıçak ve benzeri hafif silahlarla kuşanmış Arap genci, El-Aksa Camii’nin avlusunda yapılan hararetli milliyetçi konuşmalar sonrasında Yahudilerin evlerine, işyerlerine saldırmışlardır. İngilizlerin, Kudüs Müftüsü Hacı Emin El-Hüseyni nezdinde yaptıkları girişimler sonuçsuz kalmıştır. O günün sonunda İngiliz raporlarına göre üç kişi ölmüş on kişi kadar da yaralanmıştır. Ancak ölenlerin Yahudi mi Arap mı oldukları net olarak belirlenememiştir.
Durumun vahameti olayların Hebron’a sıçraması ile değişik bir şekil alır. Hebron veya El Halil, her iki din için de kutsal bir yerdir. Avraham ve eşi Sara’nın mezarlarının bulunduğu Hebron’da sekiz yüz yılı aşkın bir süredir Arap ve Yahudi toplumları beraber hoşgörü ve uyum içinde yaşamaktadır. Ancak yirminci yüzyılda yükselen milliyetçik buradaki ahengi yıkar. Kudüs’teki olayların etkisi altında kente dönen Arap gençleri Yahudi evlerine saldırır, Şabat duasının yapıldığı sinagogu ateşe verirler. Yörede asayişi korumakla görevli İngiliz güçlerinin yetersiz kalması olayları katliam boyutlarına taşır.
Hebron saldırıları
1929 yılı Hebron saldırıları Arap – Yahudi – İngiliz üçgeninde bazı tanımlamaların yenilendiği bir dönemi başlatır. Terör çok daha önceleri gündelik yaşama girmiştir. Ancak siyasi iradenin, yani İngilizlerin bunu yorumlama tarzları, terör olaylarına verdikleri tepkiler, Yahudiler açısından “meşru müdafaanın gerekli olduğu” ve bunun için “silahlanma” gerekliliğini ortaya koyar. Sosyal anlamda çaresiz kalan Arap toplumu, liderlerinin de kışkırtması ile medeniyete doğru yol alıp Yahudiler lehine bozulan toplumsal dengeyi düzeltmeye çalışacağına, Yahudileri odaklayan bir nefrete kaptırır kendisini… Bu nefretin doğrultusu ise saldırılar, yağmalamalar, katliamlar, tecavüzlerdir.
Hebron saldırılarında 67 Yahudi öldürülür. Bu o güne dek Yahudi - Arap çatışmalarında oluşan en büyük ölü sayıdır. Ölenlerin arasında kadınlar, beş yaşının altında çocuklar da vardır. Hebron’un Yahudi dokusu yok edilir. Evler, iş yerleri, sinagoglar yakılır ve talan edilir. Eş zamanlı olarak Kudüs’e yakın bir Yahudi kenti olan Motza’da da benzer sahnelere tanık olunur. Çevreden gelen Arap gençler, Maklef ailesinin tüm bireylerini, babayı, anneyi, oğullarını ve iki kızları ile misafir olarak evde bulunan iki kişiyi katlederler ve evi talan ederek ateşe verirler. Saldırıdan tek kurtulan, o anda evde olmayan ailenin en küçük oğlu Mordechai’dır. O, daha sonraki yıllarda İsrail’in genelkurmay başkanı (Mordechai Gur) olacaktır.
Yahudilerin Hebron’da saldırıya uğramaları ve kentteki tüm Yahudi toplumunun bunu takiben İngilizler tarafından boşaltılması, Balfur Deklarasyonu’na imza atanların hezimeti oldu. Başta Ben-Gurion tüm Yişuv, sonuçları Kişnev pogromundan çok da değişik olmayan bir durumdan söz etmekteydiler. Bu kez İngiliz destekli bir pogrom ile karşı karşıya kalındı.
Oysa Hebron’un asayişinden sorumlu Yüzbaşı Raymond Cafferata elinden geleni yapmıştı. Daha önceki Yafa saldırılarını da yaşamış bir kişi olarak, gerilen ortamın neler doğurabileceğini anlamış Gazze ve Yafa’daki İngiliz birliklerinden takviye kuvvet istemişti; ne yazık ki bu takviye kuvvetler hiçbir zaman gelmemişti. Elindeki kısıtlı adamla Cafferata, azgın kalabalığın Yahudi halkına zarar vermemesi için çok çaba sarf etmişti. Bazı Araplar bizzat onun silahından çıkan mermilerle ölmüşlerdi. Ancak, bu çabalar yetersiz kalmıştı. Hebron Olayları hakkında bir kitap yazan Rehavam Ze’evi’ye göre, kentte o güne dek, Yahudilerle iyi komşuluk ilişkileri içinde yaşayan birçok Arap olaylara katılmışlardı. Hebron’un dışından gelen yabancıların ağır tahriki ile hareket eden bu kalabalığa az da olsa karşı koyan Araplar da olmuştu.
Daha sonra yayınlanan Yişuv kayıtlarına göre, saldırılar esnasında, 435 Yahudi, 28 Arap ailesi tarafından gizlenerek kurtarıldı. Bu insanlar Yahudileri gizleyerek kendilerini tehlikeye atmışlar, iyi komşuluk ilişkilerinin hatırına, insani bir refleksle davranmışladı.
Hebron’da yaşanan bu olay Arap isyanının başlangıcıydı. Cafferata’ya göre isyan devam edecek ve İngilizler Balfur Deklarasyonu’nun maddelerini geri çekmedikçe son bulmayacaktı. Londra hükümetinin deklarasyondan neden vazgeçmediğini, bundan daha da öte, Filistin’de ne aradıklarını sorgulayan İngiliz askeri ve sivil görevlilerinin sayısı bu dönemde hızla artacaktı. İngilizler, anlamsız bir şekilde, bu diyarı kendilerine vatan yapmak isteyenlerin arasında kalmış olduklarını fark etmeye başlamışlardı.
Tıpkı daha önceki olaylarda olduğu gibi, Hebron olayları da yanlış bilgilendirilmenin ve kinin beslediği korkudan kaynaklanmıştı. Araplar, Yahudilerin buraya, kutsal yerlerini talan etmek için geldiklerini sanmışlardı, amaçlarının Müslüman yaşantısını silmek olduğunu düşünmüşlerdi.
Saldırıların değişik bir teması ise Yahudilerin eriştikleri maddi refah seviyesiydi. Ticaret ve bankerlik yapan Yahudiler, Filistin topraklarının büyük bir kesiminde söz sahibi olmuşlardı. Bu Araplar tarafından kabul edilemez bir gerçektir. Bu onlar için bir trajedidir. Yahudiler, Araplar için yabancıdır. Birçokları Avrupa’dan ve Amerika’dan gelmişler ve bu toprakları bozmuşlardır. Bu anlamda, saldırıların altında toplumsal bir kıskançlığın da izlerini sürmek mümkündür.
Kaynak: One Palestine Complete - Tom Segev