Şehir Tiyatrolarında iki farklı çalışma

Erdoğan MİTRANİ Sanat
23 Aralık 2015 Çarşamba

2000’li yılların başında yanlış politikalar yüzünden ciddi bir sanatsal krize girmiş olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları (İBBŞT) 2014 yılında genel sanat yönetmenliği görevine getirilen Erhan Yazıcıoğlu’nun önderliğinde ciddi bir toparlanma sürecine geçmişti. Yönetimce verilen sözler yerine getirilmediği için 2016 başında istifa etmeyi düşünen Yazıcıoğlu ile ilerici ekibinin yetkililerle anlaşmaya varmasını ümit ederek, Türkiye’nin 100 yılı aşkın bir süredir aralıksız hizmet vermeye devam eden en köklü tiyatrosunun,  repertuarında ‘barış’ temasının öne çıktığı bu yılın oyunlarına daha fazla vakit ayıracağım.

Aynı kuruluşun, başarıyla sahnelenen iki farklı oyununu izlemek, İBBŞT’nin henüz tam olarak çözemediği ikilemi daha iyi görmeme vesile oldu. Bir yandan geleneksel, klasikçi anlayışla sahnelenerek iki saatlik süresinden çok daha uzunmuş gibi gelen, yaşlı, yaşını da gösteren ‘Ayaktakımı Arasında’; diğer yandan da genç bir takımın elinden çıkma, bitmesin diye dua ettiğimiz iki küsur saati sular gibi akan, çağcıl bir anlayışla yönetilmiş ‘Hayal-i Temsil’...

Maksim Gorki ‘Ayaktakımı Arasında’

“Onlar en dipteydiler. Onlar düzenin atıklarıydılar. Onlar bir devrimin bayraktarlığını yaptılar!”

Sadece sanatsal ve düşünsel değil, eylemci kimliğiyle de gerçek bir devrimci olan Maksim Gorki, Çarlık rejimine karşı yazdığı yazılar yüzünden defalarca hapsedilmiş, Lenin’le dostluğuna karşın Bolşeviklerin politikalarını eleştirmiş, İtalya sürgünü sonrasında, devrimin simgelerinden biri olarak döndüğü Rusya’da baskıcı Stalin yönetimine karşı durmuştu. İlk kez 1902’de Stanislavski yönetimindeki Moskova Sanat Tiyatrosunda sahnelenen ‘Ayaktakımı Arasında’ (Rusça adı: ‘Na dne / Dipte’), 1900’lerin başlarında, yeraltında, izbe bir barınakta hayata tutunmaya çalışan kaybedenlerin, tüm umutlarını yitirmiş insanların, ‘en diptekilerin’ öyküsü.

Orhan Alkaya’nın rejisi, M. Nurullah Tuncer ve Sırrı Topraktepe’nin sahne, Canan Göknil’in kostüm, Kemal Yiğitcan’ın ışık tasarımları ve Yasemin Gezgin’in koreografisiyle sahnelenen Ayaktakımı Arasında felsefi düşüncelerin önemli yer tuttuğu, buna karşın olay örgüsünün biraz cılız kaldığı bir oyun. Bir Volga kentinde, çalıntı giysi satan Kostilyev’le genç karısı Vasilisa’nın işlettiği barınakta yaşayanlar, Gorki’nin romanlarında olduğu gibi, bitmez tükenmez tartışmalarda hayatın anlamı üzerine düşünmekte, sorular sormakta, cevaplar aramaktadır. Gorki’nin 110 küsur yıl önce söyledikleri, zamanında çok da çarpıcı olsalar, bugünün izleyicisi için o kadar bildik, o kadar eskimiş ki, Orhan Alkaya metni de aşan, çağcıl, farklı bir yorum yerine klasik ve geleneksel bir sahneleme yeğlediğinden, iki saat süren oyun daha da uzunmuş gibi hissediliyor. Oyunculuklar derli toplu sayılır ama ödenekli tiyatrolarımızın hastalığı olan kimi oyuncuların ‘rol kesme’ takıntısı izleyiciye durmaksızın tiyatroda olduğunu hatırlatıyor.

Sahnenin tamamını, arkası ve yanlarıyla seyirciye açan görkemli dekor çok etkileyici; ancak İtalyan sahnesinin arka ve yan duvarlarının mekân oluşturmak dışında, oyuncuların sesini yansıtarak seyirciye ulaştırma işlevi yitirildiğinden özellikle sahnenin dibindeki diyaloglar izleyiciye ulaşamıyor.

Niteliğin veremediği görsellikle vermeye çalışıldığında, ikinci perdenin başında salonu duman altı eden sis efekti ile son sahnede Tatar’ın arka planda dans etmesi gibi gereksiz ayrıntılar oluşuyor.

Sabırla izlediğim bu uzun oyun bir eksiklik, bir tatminsizlik tadı bıraktı bende. Buna karşın, seyircilerin çoğunluğu memnun kalmış olsa gerek ki ayakta alkışladı. Karar sizin.

‘Hayal-i Temsil’

‘Ve Diğer Şeyler Topluluğu’nun kurucusu Yeşim Özsoy Gülan’ın Galata Perform’unun önemli çalışmalarından biri, Yeni Metin Yeni Tiyatro projesiydi. Çağdaş tiyatro yazınına ve yeni oyun yazım biçimlerine odaklanan bu projede yetişen Ahmet Sami Özbudak’ın yüz yıllık bir binada Türkiye’nin yakın tarihindeki üç dönemde yaşananları, aynı mekânda, zamanları çakıştırarak başarıyla kurguladığı İz’, GalataPerform’da birkaç sezon kapalı gişe oynanmış, yazarına da 2011’de prestijli Heidelberg Stückemarkt’da Avrupa’nın En Genç Oyun Yazarı ödülünü getirmişti.

Türk tiyatro tarihinin zamandaş, iki çok önemli kadın sanatçısını, Afife Jale (1912-1941) ile Bedia Muhavvit’i (1897-1994) aynı sahnede buluşturan Hayal’i temsil, İz’in başarısının rastlantısal olmadığını, Özbudak’ın genç kuşağın en iyi oyun yazarlarından biri olduğunu gösteren bir çalışma. ikincikat’ın ‘Savaş ve Barış Oyunları’ projesinde yer alan nefes kesici ‘Kar Küresinde bir Tavşan’ ise, artık ustalar safında yer aldığının göstergesi.

Osmanlı döneminde Müslüman kadınların sahneye çıkma yasağıyla mücadele eden, sahneye çıkması polis tarafından devamlı engellenmeye çalışan, çektiği sıkıntılar yüzünden morfin bağımlısı olan, 39 yaşında ölen Afife, Türk kadınının sahneye çıkmasını destekleyen Atatürk sayesinde göreceli de olsa, daha kolay bir yoldan şöhrete ulaşan, Cumhuriyet tiyatrosunun ilk Müslüman Türk kadın sanatçısı Bedia’nın da yolunu açan kişidir.

Gerçek hayatta aynı sahneyi hiç paylaşmamış olan Afife ile Bedia’yı aynı sahnede görme fikri, oyunda Bedia’yı canlandırmakta olan Hümay Güldağ’dan gelmiş. Afife’yi oynayan Şebnem Köstem’le birlikte, yazım işini Özbudak’ın yüklenmesini istemişler. Çok da iyi etmişler!

Ciddi bir araştırma sürecinde kronolojik bilgileri, farklı bakış açıları içeren kaynakları tarayan Özbudak, projeye katıldığı andan itibaren bir belgesel oyun değil, tarihsel bir zeminde, masalsı ve şiirsel bir metin oluşturmayı düşlemiş. Afife ile Bedia’nın tiyatro tutkuları yüzünden yaşadıkları sıkıntıları, yasaklamaları, ödemek zorunda bırakıldıkları bedelleri anlatmak için, paralel gelişen ancak kesişmeyen öykülerini hayâli bir karakterin, makyör Dikran Efendi’nin aracılığıyla çakıştırmak gibi parlak bir fikirden yola çıkmış. Her iki yaşamın ortak paydası olan yalnızlığı simgeleyen fare ile, iki kadının sahne üzerindeki iletişimini sağlamak da çok etkileyici bir buluş. Sonuç olarak ortaya, Türk tiyatrosunun gelişiminde önemli yeri olan bu dönemi de aşarak tüm zamanları kapsayan, nefis bir güncel tiyatro eseri çıkmış. Güncelliğinin üzücü yanı, dün kadına tiyatro sahnesini yasaklayan kafa yapısını bugün hâlâ harem-selâmlık okul isteyen zihniyette varlığını sürdürmesi. Metne zekice yedirilen, canlı canlı tüyleri yolundukça önce yolunmaktan afallayıp, sonra tüylerini yolanların bacakları arasına girip onların ara sıra serpiştirdikleri yemlerin peşinden koşanları simgeleyenlerin metaforu ‘Stalin’in Tavuğu’ da öyle.

6’dan sonra tiyatro’nun kurucularından, yazar-yönetmen-oyuncu, İBBŞT’nin ‘yevmiyeli sanatçısı’ Yiğit Sertdemir, bu nefis metnin hakkını, hem gerçekçi hem gerçeküstücü bir duyarlılıkla vererek sahneye koyuyor. Oyunu yönetmekle kalmıyor, makyör Dikran Efendi’den Stalin’e, Ahmet Refet Muvahhit’ten Selahattin Pınar’a, bütün erkek karakterleri de canlandırıyor. Sertdemir’in giysi ve makyaj değişikliklerini süratle gerçekleştirerek bütün erkek rollerini yorumladığı, eldiven değiştirir gibi karakter ve şive değiştirdiği performansı olağanüstü.

Hümay Güldağ ve Şebnem Köstem’in yorumları da çok başarılı. İBBŞT’nin ‘memur tiyatrocu’ ile ‘tutkulu sanatçı’ farkını Yiğit-Hümay-Şebnem üçlüsünün müthiş bir uyumu ve kusursuz takım oyunculuğu daha da fazla ortaya çıkarıyor. Karakterleri canlandırırkenki doğallıklarıyla dönemin oyunculuğundaki teatrallikleri çok hoş bir karşıtlık oluşturuyor. Sahnelerimizde artık kaybolan Ermeni şivesini başarıyla kullanıyorlar. Şebnem Köstem’in Kınar Hanım’ı müthiş. Birinci perde finalindeki üçlü ‘Othello’ sahnesiyle, bazı şarkılarını bir süre evli kaldığı hayatının aşkı Afife için bestelediği söylenen Yiğit / Selahattin Pınar ile Şebnem / Afife’nin birlikte “Bir Bahar Akşamı Rastladım Size” şarkısını söylemeleri unutulur gibi değil.

Yiğit Sertdemir’in, Cem Yılmazer’den istediği müthiş işlevsel dekor ve ışık tasarımı özel bir tebrik istiyor.

Yılın en iyi yazılmış ve sahnelenmiş oyunlarından biri. Mutlaka izlenmeli. Dekor Haldun Taner Sahnesi için tasarlandığından fırsatınız olursa tercihinizi bu mekândan yana kullanın. İyi seyirler.

yanetki’de

‘Romeo’yu Beklerken’

“Şuraya bak işte gerçek dünya... İşte dışarıda bunlar oluyor. Esas mesele bu... Duymuyor musun caddelerde silah sesleri... Sokaklara yağan bombalar ve hepsi senin çevrende oluyor.” Savaşın tam ortasında yalnız kalmış iki kız kardeşin çaresiz ama umut dolu bir bekleyiş hikâyesi...

yanetki, bu sezondan itibaren Maya Cüneyt Türel Sahnesine geçerek, ilk olarak Asmalı Sahne’de seyirci karşısına çıkmış olan ‘Romeo’yu Beklerken’i yeniden sahneledi. Polonya asıllı İngiliz yazar Sarah Grochala, ‘Waiting for Romeo / Romeo’yu Beklerken’i 33 yaşındayken yazmış.

Belirlenmeyen bir ülkede süregelen iç savaşta, yirmili a Talya, dışarıdan silah ve patlama sesleri gelirken, yaşadığı küçük apartman dairesinde kendini dış dünyadan soyutlayarak ‘Romeo’sunu beklemektedir. Aslında zevk de aldığı tecavüz sonucu hamile kalan ablası Renin, kentin halen açık kalmış dükkânlarından karnı burnunda koşturarak kız kardeşine yiyecek sağlamaktadır. Bir militanın eve sığınmasıyla dünyaları bir kez daha alt üst olacaktır…

Bilmediğimiz bir şey söylemese de Romeo’yu Beklerken, Serkan Üstüner’in parlak sahnelemesi sayesinde çok etkileyici bir oyun. Cihan Aşar’ın Asmalı’nın apartman dairesi için tasarladığı, Maya’nın İtalyan Sahnesine yakın mekânına başarıyla uygulanan dekorda Serkan’ın tempolu yönetiminde soluk soluğa izleniyor.

Serkan’ın dört dörtlük oyuncu yönetimi, tiyatronun birincil öğesinin oyuncu olduğunu bir kez daha ispatlıyor. Oyunu çeviren ve Talya’yı canlandıran Irmak Örnek ayrıldığında yerini alarak, Akasya Asıltürkmen ve Faruk Barman’ın kusursuz yorumlarına rahatlıkla ayak uyduran Sinem Reyhan Kıroğlu’nun bu role bir haftada hazırlanmış olması inanılır gibi değil. Özellikle Barman’ın oyunun dramatik yapısına getirdiği trajikomik boyut çok başarılı.

Henüz izlemediyseniz mutlaka görüm derim. Ocakta Maya Cüneyt Türel Sahnesinde.