Şilili Pablo Larrain’in Berlin’de Jüri Büyük Ödülü kazanan ‘THE CLUB’ filmi karamsar ve cesur bir dram
Çocuklara karşı işledikleri yüz kızartıcı suçlar nedeniyle zorunlu bir emeklilik hayatı yaşayan dört rahibin hayatı karanlık ve boğucu bir atmosfer içinde anlatılıyor. Aralarına katılan beşinci rahibin çocuk yaşta tecavüz ettiği bir adamın ortaya çıkmasıyla öykü bambaşka bir kulvara girer. Almadovar’ın ‘Kötü Eğitim’ filmini akla getiren konusuyla ‘El Club’ pedofili üzerine cesur şeyler söylüyor. Bir rahibin intiharı üzerine skandalı örtbas etmesi için Katolik Kilisesinin gönderdiği ruhani rehber ve evin işlerini gören bir rahibenin geçmişte kalan suçları görmezden gelmesi durumunun vahametini arttırıyor. BAŞKA SİNEMA salonlarındaki bu filmi kaçırmayınız.
“EL CLUB”
Yön: Pablo Larrain
Sen: P.Larrain-Guillenmo Calderon-Dainel Villalobos
Gör: Sergio Amstrong
Müz: Carlos Cabezas
Oyuncu: Roberto Farias-Antonia Zagers-Alfredo Castro-Alejandro Goic-Alejandro Sieveking-Jaime Vadell-Marcelo Alonso
Politik, cesur ve zorlu konulu filmleriyle tamamen Şilili Pablo Larrain, Augusto Pinochet dönemini eleştiren üçlemesiyle uluslararası bir şöhrete ulaşmıştı.
‘Tony Manero’ (2008), ‘Morg Görevlisi’ (2010) ve ‘No’ (2012)dan oluşan bu üçlemenin ardından gelen ‘Gloria’ (2012) başyapıtı, 58 yaşında, özgür ruhlu bir dulun yalnızlığıyla nasıl başa çıkmaya çalıştığını anlatıyordu. Paulina Garcia’nın canlandırdığı bu rol kendisine Berlin’de En İyi Aktris Ödülünü getirmişti. Ardından gelen ‘The Club’, 2015’te aynı festivalde Jüri Büyük Ödülü kazanıp Şili’nin Oscar temsilcisi oldu.
Politik ve zorlu filmleriyle tanınan 39 yaşındaki Larrain, eşcinsellik, sapkınlık, geçmişte işlenen suçları ve pedofili gibi temalar eşliğinde, Katolik Kilisesine çocuk istismarı ile ilgili ciddi eleştiriler getiriyor.
Rahiplerin çocuk tacizine odaklanan, kariyerinin en karanlık filmi Pedro Almodovar’ın ‘Kötü Eğitim/La Mala Educacion’u (2004) akla getiren konusuyla, ‘The Club’ din kavramının içini boşaltan Katolik rahipleri hedef tahtasına oturtuyor.
Sapkınlıklarla dolu günahkâr geçmişlerinden dolayı, gözden uzak bir sahil kasabasında zorunlu bir inziva hayatı yaşayan dört rahibin, karanlık ve boğucu bir atmosfer içinde anlatılan öyküsünü izliyoruz.
Çocuklara karşı işledikleri yüz kızartıcı suçları nedeniyle zorunlu bir emeklilik hayatı yaşayan rahiplerin evine beşinci bir rahibin katılımıyla düzenleri bozulur. Ev işlerini gören bir rahibenin geçmişte kalan suçları görmezden gelmesi, dört rahibin sokakta buldukları bir tazının köpek yarışlarında büyük paralar kazanması ile bir düzen içine girdiğini sandığımız emekli hayatı, kasabanın delisinin her gün evin önüne gelip, geçmişlerinde rahiplerin nasıl çocuklara cinsel tacizde bulunduklarını, yaptıkları tecavüzleri bağıra çağıra anlatması ile değişir.
ÖNEMLİ NOT: Boston’da 2002’de 70 rahibin işlediği pedofili suçlarını açıga çıkaran bir gazeteci grubunun öyküsünü anlatan,Oscar adayı SPOTLIGHT 23 Ocak vizyona girecek.
PEDOFİL RAHİPLERİN EMEKLİLİK HAYATI
Adam korkutması için dört rahip, aralarına katılan rahibe bir tabanca verirler. Bu rahip çocuk yaşta yıllarca tecavüz ettiğini öğrendiğimiz kasabanın delisini korkutacak yerde, tabancayı şakağına doğrultarak intihar eder.
Kilisenin bu skandal olayı (soruşturma adına) örtbas etmesi için gönderdiği ruhani rehber, olayın sorumlularını cezalandıracağına, onlarla işbirliği içine girip, adeta suça iştirak eder.
Pinochet döneminin emekli olmuş faşist rahipleri üzerinden, Pablo Larrain karamsar bir dram atmosferi eşliğinde Katolik Kilisesine tokat gibi bir eleştiri getiriyor.
Bir Katolik okulunda okumanın verdiği deneyim ile Pablo Larrain, işledikleri çeşitli suçlardan dolayı mahkum olmuş rahipler tanıdığını anlatıyor. Larrain, sessiz sedasız bir şekilde emekli edilip, inziva evlerine yerleştirilen, sürgüne gönderilen rahipler kulübü üzerine bir film yaparak Katolik Kilisesinin gizli şekilde yürüttüğü operasyonları gün ışığına çıkarıyor.
Vaktiyle pedofili sabıkaları yüzünden açığa alınıp, toplumdan uzak yaşamaya mahkum edilen beş rahibin, çocukken taciz ettikleri hayatı mahvolmuş bir adamın intikam arzusu yüzünden huzuru bozulur gibi olur. Ancak aralarından sadece biri, vicdanının sesine uyarak kendini cezalandırır. Diğer dördü, Kilise’nin yolladığı genç ruhani rehber tarafından adeta aklanır, olay örtbas edilir.
Ancak Larrain filmin sürpriz finalinde bulduğu formülle, kasabanın delisi olarak bilinen (aslında bilge bir kişiliği olan) zavallıya huzurlu bir hayat sağlayarak, bir yarım mutlu sona imza atar.
İNGİLTERE’DE İLK KADIN HAKLARI MÜCADELESİ
20. yüzyılın başında ilk feminist eylem olarak bilinen, emekçi kadın dayanışması Süfrajet hareketini beyaz perdeye taşıyan ‘Diren/Suffragette’, kadın hakları üzerine sert ve çok önemli bir film.
Bafta adaylığı kazanan ilk filmi ‘Brick Lane’in ardından, kadın yönetmen Sarah Gavron’un yaptığı bu film, çetin mücadelelerinden sonra elde edilen kadın haklarını dönemi başarıyla yansıtan bir atmosfer içinde anlatıyor.
Steve McQueen’in ‘Utanç/Shame’ başyapıtının ve Margaret Thatcher’ı anlatan ‘Demir Leydi/The Iron Lady’nin senaristi olarak tanınan İngiliz Abi Morgan tarafından senaryosu yazılan ‘Diren’ dört usta kadın oyuncusunun varlığıyla dört dörtlük bir ‘kadın filmi.’
İngiltere’de tarihin ilk feminist hareketlerinden birini başlatan, eşit oy hakkı isteyen, kadınların acımasız hükümete karşı yürüttükleri mücadeleye odaklanan film gerçek olaylardan esinleniyor.
Filmde Meryl Streep’in canlandırdığı Emmeline Punkhurst’ün kurduğu ‘Kadınların Sosyal ve Politik Birliği’, kadınların erkeklerle eşit haklarına sahip olması uğruna, Birleşik Krallık’ta kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanması için savaşmıştı.
Filmin kahramanı Maud (Carey Mulligan) yedi yaşından beri çamaşırhanede çalışan evli ve bir çocuklu bir kadındır. Her şeyi erkeklerin yönettiği 1912 Londra’sında, iş arkadaşı Violet’in (Anne-Marie Duff) ve doktor Edith’in (Helena Bonham Carter) kadın hakları konusunda saflarına çektikleri Maud, kocasının (Ben Whisham) muhalefetine rağmen Süfrajet hareketine katılır.
Maruz kaldıkları polis baskısı ve şiddetine, gitgide vahşileşen Devlet’e karşı şiddetle karşılık vermesini isteyen Emmeline Punkhurst’ün söyleminden etkilenen Maud öncü ve kararlı bir direnişçi olur.
Eylemlerde ön plana çıkan Maud’un kendisi için ajanlık yapmasını isteyen Müfettiş Stead (Brendan Gleeson) reddedilince genç kadını tutuklatır. 1913’te Emily Davison adlı bir direnişçi Birleşik Krallık Hükümdarı V. George onuruna düzenlenen bir at yarışında kendisini kralın atının önüne atarak intihar eder.
Bu olay Süfrajet’in mücadelesinde bir kilometre taşı önemini kazanır. Hareket amacına ulaşır. Kadınların erkeklerle aynı haklara sahip olmaları kabul görür.
Sinemanın yükselen değerlerinden genç İngiliz aktris Carey Mulligan, Maud rolündeki yüreklere seslenen performansıyla, ‘Çılgın Kalabalıktan Uzak’ (2015), ’Muhteşem Gatsby’ (2013) ve ‘Utanç’ (2011) filmleriyle başlattığı çıkışını sürdürüyor.
Yönetmen Tim Burton’un eşi ve ilham perisi İngiliz aktris Helena Bonham Carter bilinen rahat oyunuyla öne çıkarken, Meryl Streep kısa rolünün hakkını veriyor.