• Üstadlık taslayan birkaç zavallının ortaya attığı bu palavlara inanan beyler ve hanımlar: Lütfedin ve hayatınızda ilk defa olsun bir anlığına düşünün: Bu memlekette siyasetten sanata, politikadan askerliğe kadar iyi yahut fena ama ses getirip iz bırakmış her şey kanında dönmelik, Yahudilik yahut başka çeşit bir gayrımüslimlik bulunanların eseridir diyelim... Mesele şayet böyle ise biz Türkler ve Müslümanlar neye yararız? Elinden hiçbir iş gelmeyen kalın kafalı, beceriksiz, yeteneksiz, basiretsiz, ahmak ve lüzumsuz bir güruh muyuz? Bu sersemliğimizle bu topraklarda asırlarca nasıl oldu da kalıp tutunabildik? Yahudi’nin, Ermeni’nin, Rum’un sayesinde mi? MURAT BARDAKÇI - HABERTÜRK
960.000'i Yahudi olan bir milyondan fazla insanın Naziler tarafından sistematik bir şekilde katledildiği Auschwitz-Birkenau ölüm kampının 27 Ocak 1945'te Sovyet ordusu tarafından özgürleştirilmesinin yıldönümü olan 27 Ocak, Birleşmiş Milletler Genel Meclisi'nin 1 Kasım 2005 tarihinde oy birliğiyle aldığı 60/7 sayılı kararı doğrultusunda, Holokost Kurbanlarını Anma Uluslararası Günü olarak tayin edildi. UNESCO 2007 yılında benzer bir kararı kabul etti. Gerçi o tarihte henüz tüm tutuklular serbest bırakılmamış, savaş da sona ermemişti. Ancak burası ilk özgürleştirilen kamp olduğu için, bu tarih, bir semboldü. Nazi rejiminin nihayet hesap vermeye başlayacağı bir dönemi simgeliyordu.
Soğuk Savaş döneminde bazı eski Nazilerin CIA tarafından SSCB'ye karşı kullanılmak üzere “ajan” olarak işe alınıp maaşa bağlandığı bu acımasız dünyada, altı milyondan fazla Yahudi'nin hayatına mal olan soykırıma da engel olunamadı. Dönemin güçlü devletleri, ellerini ateşin altına sokmaktan mümkün olabildiğince kaçındılar.
Soykırım mağdurlarını kurtarmaya çalışan bireyler de oldu, ama uluslararası güvenliği sağlayabilecek güce sahip aktörler daha erken bir zamanda harekete geçmediler. Geçselerdi, soykırım engellenebilirdi. Ve biz, gelecek nesillere, geçmişte yaşanan soykırımları anlatıp ders almalarını istemek zorunda kalmazdık.
Gelelim Türkiye'ye. Biz elimizden geleni yaptık mı? Bu soruya Türk diplomatların kurtardığı Yahudileri kanıt göstererek “Kesinlikle evet” cevabını verenler olabilir. Ancak Corry Guttstadt, geçen sene Türkiye'de yapılan Yüzleşme Serüveni konferansında şunları söylemişti: “Bugün Türk hükümeti 'Yahudileri kurtardık' diyor, ama aslında bu doğru olsaydı Türkiye'nin Yahudilerin durumuyla çok daha fazla ilgilenmesi gerekirdi.”
Gökçe Hubar
http://gazeteyeniyuzyil.com/makale/holokost-anma-gunu-1086
Şu anda 84 yaşında olan Ruth Klüger, 1931 yılında Viyana’da doğmuş.
Yahudi kökenli bir anne-babanın tek çocuğu. Babası doktormuş.
Ruth Klüger, küçük yaştan itibaren Yahudi kökenli olmanın zorluklarıyla tanışmış.
Nasyonal Sosyalistlerin 1938 yılında Avusturya’yı işgal etmesinin ardından babasının doktorluk yapması yasaklanmış. Yahudi kökenli çocuklar da devlet okullarından uzaklaştırılmış. Tabii Ruth Klüger de... Milyonlarca Yahudi kökenli insanı olduğu gibi Naziler, o zaman 11 yaşında olan Ruth Klüger ile annesini de 1942 yılında Theresienstadt’taki Toplama Kampı’na götürmüşler. Oradan da Auschwitz-Birkenau’ya.
Federal Meclis’in kürsüsünden o dönemde çektikleri acıları anlattı Ruth Klüger.
Köle işçi olarak Auschwitz-Birkenau’dan başka bir yere gönderilmesi için kontrol eden doktora 13 yaşında olduğu halde yaşının 15 olduğunu söylemiş.
“Evet, hayatta kalabilmek için yalan söyledim” diyor.
Doktor, “Hiç de öyle gözükmüyorsun” dediği halde, isimleri listeye geçiren kadın görevlinin “Doğrudur. Bacaklarına baksana çok sağlam. Bu iyi çalışır” diye kendisine destek verdiğini ve bir daha hiç görmediği o kadın sayesinde hayatta kaldığını söylüyor. “Köle işçi” olarak gönderildiği şu anda Polonya sınırları içinde kalan Gross Rosen Toplama Kampı’nın bir birimi olan Christianstadt’ta taş ocaklarında, ormanlarda ağır şartlar altında çoğu zaman aç susuz çalışmak zorunda kaldıklarını anlatıyor. Savaşın bitmesine kısa bir süre kala annesi ve bir kız arkadaşıyla birlikte kamptan kaçıp, Bavyera’nın Straubing kentine yerleştiklerini de.
Ahmet Külahçı
http://www.hurriyet.com.tr/hayatimin-en-soguk-kisi-40046746
Adı barış olup da savaşı bölünmüşlüğü binlerce yıldır bu kadar derinden yaşayan bir başka şehir var mıdır bilmiyorum. KUDÜS ya da dünyanın dediği gibi JARUSALEM ‘’Barış Toprağı’’ demek. Davud, üç bin yıl önce, tahta geçip on iki kabileyi birleştirip Yahudi krallığını kurmuştu. Bin yıl boyunca bu topraklarda özgür yaşayan Yahudiler daha sonra bu topraklardan kovulur. Dünyanın neresinde olursa olsun o günden sonra Yahudi’ler hep bu toprakların yeniden onların olması için dua ederler.
İşte 2000 yıl önce Yahudilere vaadedilmiş bu topraklara Yahudiler, nihayet 67 yıl önce yeniden kavuşuyorlar.
Taşların kenti Kudüs’te eski taş duvarın önünde kutsal bir nöbet bekler gibi kah elleriyle, kah alınlarıyla ama garip bir huzurla ağlama duvarına mırıldanarak dua ediyor Yahudiler...2500 yıl önce yıkılan Musa kavminin ilk tapınağı olan bu duvar, elbette Kudüs’ü temsil ediyor.
Kudüs yaşanmışlıklarının dehşetiyle çökük ama her şeye rağmen dimdik ayakta...
Yahudi rehberimiz Ruti, Yahudilerin neden orada olduklarını şöyle anlatıyor: "Yaruşelim'de bir dönem Rab'dan uzak kalanlara Yehova şöyle dedi: `Sizi başka memleketler arasına dağıttım. Lakin sonra, dağılmış olduğunuz kavimler arasından sizi yine bir araya toplayacağım ve İsrail diyarını size vereceğim'."
Kudüs’te şimdi ağlama sırası toprakları İsrail tarafından işgal edilen Filistinlilerde...
Ağlama Duvarı’nın taşları arasında binlerce kağıt parçaları var. Bunlar sadece Yahudilerin değil tüm ziyaretçilerin tanrıya yazdığı mektuplar. Ben de duvarın kıvrımlarına bir dilek yazıyorum. Kıbrıs’ta barışı diliyorum. Adı İbrani’ce ‘’Barış Toprağı’’ anlamına gelen ama barışı hiç yakalayamamış bu şehirde kendi minicik adacığımız için ‘BARIŞ’ ve çocuklarımıza güzel bir gelecek diliyorum. Aslında insanlığa barış diliyorum. Tanrıya barış için dilekçe yazıyorum. Hadi hayırlısı...
Filiz Besim
http://www.yeniduzen.com/Yazarlar/dr-filiz-besim/baris-topragi/7946
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kasım 2005’te aldığı bir kararla, Kızıl Ordu’nun 1945 yılında, Auschwitz-Birkenau ölüm kampı kompleksini ele geçirdiği tarih olan 27 Ocak gününü, Uluslararası Holokost Kurbanlarını Anma Günü ilan etti.
Alınan karara göre BM üyesi her ülke, Holokost kurbanları anmak ve ülkesinde Holokost ile ilgili eğitici programlar geliştirmek ile yükümlü. Bugün Ankara’da bu konuda bazı etkinlikler var. Holokost günü kararı ayrıca, BM tüm üye ülkelere bir daha böyle bir trajedi yaşanmaması için yeni nesilleri nefret suçlarına karşı eğitmelerini, savaşta olanları ve nedenlerini orta eğitim programlarına dahil etmelerini tavsiye ediyor…
O kampları kim kurmuştu? Kendisine Führer dedirten, kendi adıyla menkul bir selam şeklini halkına kabul ettiren bir kişilik… Tanrı tarafından Alman ulusunu, Almanca konuşan halkları, Ari ırkını yeniden yüceltmek için gönderildiğine inanan ruh hastasından. Ama ruh hastaları devletleri yönetemez diye bir şey yok ki… Kendine benzemeyenleri aşağılayan, onları tecrit eden ve onlardan her ne pahasına olursa olsun kurtulmak isteyen “Çaresiz Alman halkına en çok ihtiyaç duydukları anda Tanrı’nın takdiri ile bir kurtarıcı olarak gönderildiğim için ne kadar mutluyum!” diyen bir hasta!
Faşizme yeni yeni sıvananlara söyleyelim, Hitler, “yanlışlığın, düşmanlığın, ihtirasın, nefretin, ırkçılığın” en büyük babasıdır. Umalım ki sonuncusudur.
Nedim Atilla
http://www.egedesonsoz.com/yazar/fasistlige-yeni-baslayacaklara-/9550/
Soyadlarınızın hikâyelerini biliyor musunuz?
İspanya’dan geldiğini biliyorum, zaten dedem İspanyol vatandaşı. İspanya’dan buraya göç edildikten sonra, aile Türk vatandaşlığına geçmemiş. İlk defa dedemin çocukları Türk vatandaşı olmuş. Babam Edirne doğumlu. De Taranto, İspanya’dan gelmeyi anlatıyor ama İtalya’da Taranto diye bir şehir var. Biz hikâyenin İspanya’ya kadar olan kısmını biliyoruz fakat muhtemelen öncesi İtalya’ya dayanıyor. Zaten De Taranto, ‘Taranto’dan’ gibi bir manaya geliyor. Dolayısıyla herhalde işin en dibi İtalya’ya varıyor. Deventurero ise direkt İspanyayla ilgili. İspanya’da Deventurero diye bir köy var, eşimin ailesi herhalde oradan gelmiş. Benim de İspanyol vatandaşlığım var. Pasaportumda annemin soyadını taşıyorum: De Taranto Yafet. İspanya’da hem annenin, hem babanın soyadı alınıyor. Yani benim çocuğum doğacağı zaman De Taranto Deventurero olacak.
Çocuğunuzun ismini seçtiniz mi?
Seçtik ama söylemiyoruz. Söylemiyoruz, çünkü bizim dinde, sünnette açıklamak gibi bir kural var. Nasıl Müslümanlarda doğumda isim kulağına fısıldanır, böyle bir gelenek vardır, bizde de sünnette, sinagogda ilan edilir. Ben sünnete kadar beklemeyeceğim tabii ki, doğumda söylerim.
Kimseye söylemediniz mi?
Ailemle paylaştım. Onlar kendileriyle paylaşmam için de doğumu beklememi istediler ama paylaştım.
Seçim süreci nasıldı?
Çok enteresan oldu, çünkü çok çok kolay oldu. Daha cinsiyetini bilmezken benim bir isim hoşuma gitti, İzi’ye (eşi, İzi Deventurero) “Bu isim olsun mu?” dedim, “Güzel bir seçenek, olabilir” dedi. Erkek ismi seçmiştim, kız için bulamıyordum. Sonra erkek olduğunu öğrendik. “Bu olsun mu?”, “Olsun.” Çok kolay bir süreçti. Anlamına baktım fakat anlamına göre seçim yapmadım. Kayınpederimin adı Albert; ‘a’ harfinden türettim. Albert biraz ‘old fashion’ (İngilizce, eski moda) olduğu için doğrudan onu almak istemedim fakat ona da bir ‘honneur’ yapmak (Fransızca, hürmet göstermek), aynı geleneği sürdürmek istedim. Hoşuma gidiyor, seviyorum gelenekleri sürdürmeyi. Böyle karar verdik.
Türkçe bir isimde mi karar kıldınız?
Hayır. İzi’nin kimliğindeki ismi İzzet. Babası korkusundan, askere gidecekler vs. diyerek oğullarının adını Türk ismi koymuş: Erol ve İzzet. Fakat şöyle enteresan; kimse onları Türk isimleriyle çağırmıyor. Okul veya resmî yerler haricinde herkes Eli ve İzi diyor. Zaten askerde formasının üstünde ismi değil soyismi yazıyormuş, o yüzden çok bir şey fark etmemiş. Göğsünde koskocaman ‘Deventurero’ yazarken adının İzzet olması hiçbir şey ifade etmiyor yani. Zaten sonunda kayınpederim de söyledi, “Keşke isimlerini hiç Türkçeleştirmeseydim” dedi.
İsimler aslında kimliklerimizle böyle bağlar da kuruyor...
Evet. Bir kere, Türkiye’de otomatik olarak gayrimüslim olduğumuz ortaya çıkıyor. Bundan gocunmuyorum hiç. Aksine, bunu söylemek bazı durumlarda hoşuma gidiyor ama bazen Türkiye’deki koşullar gereği saklamak durumunda kalıyorum. O zaman İspanyol kökenli olduğumu söylüyorum, çünkü o anda “Yahudi’yim” desem başıma ne geleceğini bilmiyorum. Hatta şöyle bir örnek vereyim: Mavi Marmara olayları zamanında Akatlar’da oturuyordum. İsrail Konsolosluğu’nun önünde sürekli olarak protesto yapılıyordu; afişler, metrodan akın akın inen insanlar... Bir gün eve dönüyorum, metrodan indim. Polis, metrodan inen herkesin kimliğini alıp kontrol ediyor ve geri verirken bağırıyor; Ayşe Yılmaz! Bağırıyor; “Bilmemkim!” “Allahım” diyorum, “N’olur, benimkini bağırmasın.” Etrafta insanlar bana düşman. Evet, bana değiller ama düşmanlar. Öyle bir durumda ismimin söylenmesini ve tabii ki kimliğimi açığa vurmayı tercih etmiyorum.
Rita Ender
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/14207/a-harfiyle-baslamasi-iyiymis
Aslında Türkiye, Mavi Marmara olayıyla birlikte her ne kadar bu ülke ile ticari, askeri ve savunma sanayii işbirliği anlaşmalarını derin dondurucuya bırakmış olsa da, iç savaşın sürdüğü Suriye'de Esed rejimi ile arasının açılmış olmasından dolayı mal yüklü kamyonlarını İsrail üzerinden geçiriyordu. Askeri ve istihbarat işbirliği de perde arkasında düşük düzeyde de olsa sürdürülüyordu.
İlişiklerin kopuk olduğu dönemde iki ülke ticaret hacmi çaktırmadan 5 milyar dolara çıkmışken normalleşmesi halinde bu rakamın iki-üç katı artması Ankara'ya olduğu gibi İsrail'e de nefes aldıracak. Tel Aviv de mallarını, Türkiye üzerinden Avrupa'ya daha kısa yoldan ihraç edecek, savunma alanındaki ticaret de öncelikle Türkiye'yi rahatlatacak. Türkiye ABD'den hâlâ tedarik etmekte zorluk çektiği kimi silah sistemlerini İsrail'den yeniden almaya başlayacak.
Bu noktada sormak lazım, Askeri harcamalara onca para akıtılırken hâlâ gelişmiş askeri sistemleri neden üretemiyoruz? Yıllardır üzerinde çalışılan Anka İHA'larını neden uçuramıyoruz?
Türkiye'nin, ilişkilerini normalleştirdiği İsrail ile, “Nerede kalmıştık?” deyip yeniden başlatacağı diğer önemli işbirliği alanlarını ise; istihbaratta bilgi değişimi ve iç güvenlikte gerekli askeri malzemelerin bu ülkeden ithalatı oluşturacak.
AKP'nin, izlediği yanlış politikalar ile Türkiye'yi yalnızlaştırdığı bölgede İsrail ile ilişkileri rayına oturtması, İran karşısında denge kurmasını da sağlayacak. Ama nihayetinde, Ankara'nın, hem Batı hem Doğu'yla ilişkilerini normalleştirmesi ülkedeki demokrasi krizini çözmesiyle mümkün olacak.
Lale Kemal
http://www.zaman.com.tr/yazarlar/lale-kemal/erdogan-o-aciklamayi-neden-yapti_2341082.html
Vaktiyle kendilerini tatmin, etrafa da caka satıp hava atmak maksadıyla herkese çamur sıçratanların yaptıkları iş bir-iki risale ile sınırlı kalırdı ama mesele artık çok farklı! Önemli isimleri hakaret maksadıyla başka dinî gruplara yamayabilmek için yüzlerce sayfalık kitaplar yazılı- yor ve işin en berbat tarafı da internette hedef gösterircesine aslı astarı olmayan soy-sop listeleri veriliyor... Malum listelere göre memlekette isim yapmış kim varsa ya Yahudi, ya Ermeni, yahut Selânik Dönmesi ama mutlaka ve mutlaka Siyonist ve aralarında tek bir Türk ve Müslüman yok!
Üstadlık taslayan birkaç zavallının ortaya attığı bu palavlara inanan beyler ve hanımlar: Lütfedin ve hayatınızda ilk defa olsun bir anlığına düşünün:
Bu memlekette siyasetten sanata, politikadan askerliğe kadar iyi yahut fena ama ses getirip iz bırakmış her şey kanında dönmelik, Yahudilik yahut başka çeşit bir gayrımüslimlik bulunanların eseridir diyelim...
Mesele şayet böyle ise biz Türkler ve Müslümanlar neye yararız? Elinden hiçbir iş gelmeyen kalın kafalı, beceriksiz, yeteneksiz, basiretsiz, ahmak ve lüzumsuz bir güruh muyuz? Bu sersemliğimizle bu topraklarda asırlarca nasıl oldu da kalıp tutunabildik? Yahudi’nin, Ermeni’nin, Rum’un sayesinde mi?
Murat Bardakçı
Holokost’u sadece bir Yahudi Soykırımına indirgerseniz çıkaracağınız sonuçlar yanıltıcı olur. Holokost’u –sırf Yahudiler için değil- bir daha hiç kimse için tekrarlanmaması için anıyoruz. Holokost eğitimi bu nedenle çok önemli. Holokost eğitimi almış ve ölüm kamplarını ziyaret etmiş olan ENKA Adapazarı okulu öğrencilerinin törendeki konuşmaları bu eğitimin ne kadar önemli olduğunun adeta kanıtıydı. “Holokost eğitimi aldıkça empati kazandım. Bir daha böyle bir şeyin hiç kimse için tekrarlanmaması gerekir,” diyordu bir öğrenci. Bir diğeri ise “Ben başkalarının acılarını duymayı öğrendim ve böyle acıların tekrarlanmaması için herkesin Holokost’u öğrenmesi gerekir. Bu bir ırkın değil tüm insanlığın meselesidir.”
Türkiye, son altı yıldır Holokost anma törenleri düzenliyor. 2011 yılında ilki Neve Şalom Sinagogunda düzenlendiğinde kalabalığı ve herkesin heyecanını hatırlıyorum. Benzer bir heyecan geçen sene ilk defa Türkiye’nin kalbi Ankara’da düzenlendiğinde de yaşanmıştı. Tam tamına 6 otobüs dolusu insan Ankara Bilkent Üniversitesi’ndeki törende hazır bulunmuştu, bu tarihi ana şahit olabilmek için. Törene Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek katılmış, devlet ilk defa bu kadar üst bir makam tarafından temsil edilmişti. Ayrıca Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Polonya’da Auschwitz kampında yapılan 70. yıl töreninde diğer dünya liderleri arasında yerini almış, Çiçek de Ankara’daki törenden önce iki gün boyunca Prag’da süren etkinliklere katılmıştı.
Türk Yahudileri, diğer dindaşları gibi Holokost’u İbrani takvimine göre Nisan ayında anar. Bu nedenle 27 Ocak törenleri devletin düzenlemesi ve katılımı açısından çok önemli. Geçen sene Çiçek’in Holokost anmasında İsrail-Filistin meselesi ve Mavi Marmara’dan bahsetmesi, Türk Yahudilerinin içindeki umut, mutluluk ve gururu bir balon gibi söndürüp götürmüştü. Ankara’dakiler yüzlerinden düşen bir parça evlerine geri dönerken, İstanbul’dakiler “neden kalkıp gitmediniz salondan” diye orada bulunanları suçladılar. Bu konuların yeri yoktu o törende. Anılan Holokost idi. Tüm insanlığın ortak utancı.
Bu seneki tören işte bu duygularla ve tedirginlikle başladı. Yeniden böyle bir üzüntü yaşama ihtimali törene katılan Yahudi cemaati üyelerinin sayısını da azaltmıştı. Yaklaşık 40 kişi olarak İstanbul’dan hareket ettik. Ankara’da sayıları 30 kadar kalan Yahudi cemaatinden de başkanı dahil birkaç kişi törende hazır bulundu.
Ardarda yapılan konuşmalar antisemitizm, yabancı düşmanlığı, ırkçılık, İslamofobi’nin tehlikelerinden bahsediyordu. Bu seneki ana konuşmacı AB Bakanı Volkan Bozkır idi. Bozkır’ın, Türkiye’deki kimi marjinal kesimlerin antisemitizmden etkilendiğini ve hiç bir kesim için nefret söylemini kabul edilmeyeceğini açıklaması çok değerliydi. Ancak dikkatli gözlerden kaçmayan bir durum daha vardı. Ankara Üniversitesi’nin daveti olarak sunulmuştu bu tören.
Karel Valansi
http://t24.com.tr/yazarlar/karel-valansi/turkiyede-bir-daha-asla-diyebilmek,13795
Geçtiğimiz günlerde Türkiye ve İsrail arasında yapılan temaslarda Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ikili ilişkilerin normalleşmesi için öne sürdüğü ana koşullardan birinin ablukanın kaldırılması olduğunu öğrendik. Orta Doğu’nun yeni gerçekliğinde İsrail’in Türkiye’ye, Türkiye’nin de İsrail’e müttefik olarak ihtiyacı var. Görünen o ki İsrail eninde sonunda Gazze konusundan vazgeçmek durumunda kalacak ve Erdoğan ablukayı kaldıran kahraman olarak görülecek.
Bennett bahsi geçen konuşmasında “Yaratıcı, net, yenilikçi bir güvenlik anlayışı geliştirmeliyiz. Sadece silahlarımızı değil bakış açımızı da yenilemeliyiz.” diye konuştu ve bu tavsiyesiyle Yaalon’la Netanyahu’nun bir sürü alaycı sözüne hedef oldu. Ancak güvenlik teşkilatından tutun da en sağcı hükümet üyesine kadar herkes - ya da neredeyse herkes – ablukanın başarısız olduğuna ve İsrail’in güvenliğini sağlamadığına ikna olduysa bir bildikleri olmalı.
O hâlde Gazze’deki Filistinlilere fayda sağlayacak, uluslararası baskıyı kaldıracak ve güvenlik bakımından etkili olacak bu kararı vermekten hükümeti alıkoyan nedir? İsrail, güney Lübnan’daki güvenlik şeridinin güvenliği için elzem olduğuna inanarak neredeyse 20 yıl Lübnan bataklığında debelenmiş ve sonra yanlış yaptığını kabul ederek buradan çekilmişti. Gazze ablukasının da İsrail’in güvenliği için gerekli olmadığını, tam aksine faydasız olduğunu kabul etmenin zamanı geldi.
Shlomi Eldar
Dünyanın bir Yahudi komplosu tarafından çekip çevrildiği, geri kalanların büyük bir haksızlığa uğradığı, gizli bir Yahudi lobisinin olduğu ve bunun sinsi elinin her türlü müspet gelişmeyi engellediği fikri, sınıflı toplumların tarihi boyunca yönetici zengin azınlık ve ona hizmet eden sağcılar tarafından ileri sürülmüştür. Kendi suçunu başkasının üstüne at. Hayali bir düşman yarat. Nasıl olsa yakınlarda bir yerde bunu kanıtlayacak ‘’zengin bir Yahudi’’ vardır. Peki ama hiç de zengin olmayan, lobi mobi değil, kendinin ve çocuklarının hayatları için yaşayan geri kalan çoğunluk, Yahudi emekçiler?
"Yahudi lobisi" lafı ve imajı, her zaman devletler tarafından pompalanmış, ırkçı ve faşist akımların dünyayı açıklamasının merkezinde duran, faşist Hitler gibi insanlık suçluları üreten bir zihniyetin ürünüdür.
Hiçbir gerçek sosyalist, "Yahudi lobisi" lafını rahatlıkla kullanabilen sağcı ya da solcu burjuva akımlarla bir ortaklık içine giremez.
Yahudi bir patron Yahudi olduğu için ırkçılıkla karşılaştığında onun yanında dururuz. Fabrikasında işçiler greve çıktığında bu grevin kazanmasından yana oluruz. Her milliyetten, inançtan, çokuluslu ve sınır tanımaz bir şekilde dünyayı yöneten kapitalist sınıfın egemenliğine son vermek için çalıştırdıkları işçilerin yanında oluruz; böylece antisemitizmin nesnel/tarihi kaynaklarını/köklerini kurutmak için gerçek bir çözümü mümkün kılmaya çalışırız.
Evet Yahudi patronlar var. Türklüğüyle ve Osmanlılığıyla övünen, tabutlarına Osmanlı sancağı örtülenler de. Her biri hangi çokuluslu ortaklık ve imtiyaz/koruma kazandırıyorsa o ulus-devlete dayanıyor. Her birinin motivasyonu diğer tekellerle rekabet ve her biri kendi çıkarı merkezinde diğerlerine ve işçi sınıfına karşı örgütleniyor. Dünyayı Yahudi komplosu değil, üretim araçlarının sahibi kapitalist sınıf (hiç de milli ve sınırlı olmayan) ile yaşamak için her gün çalışmak zorunda olan (sınırlara ve kimliklere hapsedilmiş) işçi sınıfının mücadelesi belirliyor.
Birisi "Yahudi lobisi" derse şu başkan, o milletvekili, bu köşe yazarı ya da şöyle solcu olmasına bakmadan onu eleştirmeliyiz. Antisemitizmin bir insanlık suçu olduğunu anlatmalıyız. Holokost, bir daha asla!
Sadece doğrunun yanında olan, vicdanlı bir insanın erdemli davranışı ve böyle faziletli temiz insanlardan oluşan bir topluluk yaratmak için değil. Dünyayı değiştirmek için bu farkındalık/pratik tavra/mücadeleye ihtiyacımız var
Volkan Akyıldırım
Netten okumalar
http://marksist.org/icerik/Haber/3763/(Roportaj)-Antisemitizme-karsi-yeni-bir-platform:-Avlaremoz
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/14167/avlaremoz-hep-beraber-konusmak-icin-yayinda
http://kokpit.aero/israil-demirkubbe-sistemi
http://odatv.com/superman-ve-batmanin-sifreleri-2701161200.html
http://marksist.org/icerik/Kultur/3748/Izak-Babel:-Ensesinden-vurularak-infaz-edilen-yazar
http://ankarali-51.blogspot.com.tr/2016/01/las-vente-klasas.html
http://www.dw.com/tr/nazi-ma%C4%9Fdurundan-almanyaya-te%C5%9Fekk%C3%BCr/a-19008255
http://www.diken.com.tr/nazi-holokostunun-mimari-adolf-eichmannin-mektubu-ilk-kez-aciklandi/
http://www.birgun.net/haber-detay/israil-le-normallesme-sureci-uzerine-102336.html
https://eksisozluk.com/maymunlarin-lanetlenmis-yahudiler-olmasi--5030821
http://israilblogu.com/2016/02/01/martin-luther-king-natan-sharansky-ve-israil/
http://www.yeniozgurpolitika.com/index.php?rupel=nuce&id=50798
Takılan “İnci”ler
İsrail'le Lübnan arasında çıkan akbaba krizi sonunda çözüldü. İsrail'e geri dönen akbabanın ajan olmadığı anlaşıldı.
Şalom, “Alınan karara göre BM üyesi her ülke, Holokost kurbanları anmak ve ülkesinde Holokost ile ilgili eğitici programlar geliştirmek ile yükümlü” ifadelerini kullandı.
http://www.habervaktim.com/haber/453210/saloma-gore-holokostu-anmaya-mecburuz.html
Takılan tweetler
Karel Valansi @karelvalansi 29 Oca
İsrail karşıtlığı (var olma hakkını tanımama) antisemitizm (Yahudi karşıtlığı) örneği midir?
Cengiz Aktar @AktarCengiz 27 Oca
Bugün Yahudi Soykırımı'nı Anma Günü. Çağımızda insanın diğerini insanlıktan çıkardığı bu devasa zulümden hiç ama hiç ders çıkartılmadı.
Haliç Postası @HalicPostasi 27 Oca
27 Ocak.. Holokost.. Yahudilere yönelik büyük eziyetler geliyor akla..
zeynep altıok akatlı @zeynabelle 27 Oca
Bugün tarihin en acı dönemlerinden biri olan #Holokost günü. Öldürülen insanları saygıyla anıyorum. Irkçılığa ve antisemitizme hayır.
Natali AVAZYAN @NataliAVAZYAN 27 Oca
Aydın'da Alyans İsrailit Mektebi şimendifer istasyonu civarında
Karel Valansi @karelvalansi 27 Oca
"Holokost'u araştırdıkça empati kazandım. Bir daha böyle bir şeyin kimse için tekrarlanmaması gerekir. Bir daha asla!"
Özgür Mumcu @ozgurmumcu 01 Sub
Vahdet yazarı, maymunun insandan türediğini söyleyen dayı bütün fikri Darwin'in yahudi olması üzerine kurmuş. Olsa ne fark eder ama değildi.
Lagrima Zvezda @lagrimacante 01 Sub
Darwin'in yahudi olduğuna inanmış, çünkü Darwin kötü biri, yahudilik de kötü bir şey diye biliyor.
Karel Valansi @karelvalansi 28 Oca
İnanılmaz! İtalyan gazetesi @ilfoglio_it Avrupa'daki antisemitizme dikkat çekmek için 27 Ocak'ta kipa dağıttı
Ziya Meral @Ziya_Meral 28 Oca
#HepimizYahudiyiz altında denenlere baktım da.. Hepimiz insan değiliz.. O kesin.
#Hepimiz Yahudiyiz listeye girmis. Irkçılık havuzuna dönüşmüş. Ne çekiyorsunuz şu Yahudilerden yahu...