“Sen özgün birisin!” Bir ‘Kinik’le sohbet

Bir insan kendisinde ve başkalarında özgünlüğü veya ‘iyi noktaları’ buldukça, iyiliğin olumsuz belirsizliğe üstün geleceğine, cesaretin korkunun üstüne çıkacağına ve Tanrı’nın İsmi’nin bizim aracılığımızla gittikçe daha da çok kutsal kılınacağına inanacak, bunu ümit edecektir.

Kavram
3 Şubat 2016 Çarşamba

Nissim Ashkenazi

İçteki Ses: Dünyadaki her insan özeldir. Her insanın kendine has yetenekleri doğrultusunda bir misyonu vardır. Bu ‘özel’likten, iltifat amacıyla veya hayatın anlamını yitirmiş bir kişiyi cesaretlendirmek için bahsediyor değilim kesinlikle. Ben bu ‘özel’likten tam bir özgünlük olarak bahsediyorum! Eğer hayattaysam, o zaman dünyaya getirilecek bir yeniliğe de sahibim demektir. Şayet bir insan bu anlayışı kendisiyle paylaşmamı istiyorsa, bunu onunla paylaşmaktan mutluluk duyarım. Tahminen bu, onda da özgün bir yeniliği uyandıracaktır.

Dıştaki Ses: Ya yeter! Hangi özgünlükten bahsediyorsun? Orijinallik dediğin, düşünsel vizyona sahip, hayatın sinir bozucu şeylerinden arınmış, neslin birkaç sayılı mensubuna mahsus bir şey. Bizim gibi, nefes almaya bile zor vakit bulan kişilere değil! Özgünlükler tabii ki var – ama herkeste değil. Tekerleği – veya senin dediğin şekliyle ‘özgünlüğü’ – baştan icat etmek yerine, yeni bir şeyler oluşturmayı gerçekten bilen birilerine bağlan. Onun özgünlüklerini özümse, onlarla tazelen ve hayata devam et! Gelip gelebileceğin seviye ortalamanın belki biraz üstünden ibaret. Asla herhangi bir şeyde uzman olmayacaksın. Senin için her şey aşağı yukarı – yaklaşık. Ve bu ‘yaklaşık’ halinle özgünlük üretmeye mi çalışıyorsun? Ciddi olamazsın! Gel, orijinalitenin ne olduğunu sana hatırlatayım. Orijinalite, senden önce var olmamış bir şeydir. Yalnızca senin için değil tüm nesil için yeni olan bir şeydir. Bu yüzden, yaşam hakkında vardığın filanca anlayıştan heyecan duymayı kes. Senden önce her şeyi zaten düşündüler. Daima senden daha iyi birileri var ve aklına gelen o anlık kavrayışları ‘özgünlük’ olarak tanımlamayı bırak! Kısacası, içi boş ümitlerle bizi coşturmayı kes artık!

İçteki Ses:  Sen, dostum, daha çocukluğumdan beri duymaya fazlasıyla alıştığım o sesi temsil ediyorsun. Ne yazık ki bu sesi bana hayatım boyunca duyuranlar uzak tanıdıklarım değil, özellikle yakın çevrem, yani ev halkım, yakın arkadaşlarım, öğretmenlerim ve kişiliğime etki etmiş çeşitli insanlar oldu. Her Yahudi’nin ve toprak üzerindeki her bir insanın özgünlüğünü merkeze yerleştiren kutsal Tora ile buluşmuş olmasaydım, bu dünyanın kum yığını içinde sadece tek bir kum tanesinden ibaret olduğuma inanırdım.

Her birimizin içteki sesi, ses tellerini yarıp “Uyanın ve şarkı söyleyin ey toprak sakinleri!” diye haykırmalıdır. Bitmek bilmeyen eleştirilerden ve içinizdeki o iyi noktanın bastırılmasından dolayı içine dalmayı tercih ettiğiniz uykudan, o manevi topraktan silkinip uyanın. Kaldırın başınızı, derin bir nefes alın ve her biriniz kişisel olarak şarkı söyleyin: “A-Şem, sevgili Babam! Beni özel yarattın. Ve nedir bende özel olan? İçime dikmiş olduğun ruhum, neşamam! Bizzat yaratmış, şekillendirmiş, içime üflemiş ve içimde korumakta olduğun o neşama! Özgünlük Senin ey A-Şem! Ama bu özgünlüğü şahsen keşfetmemi istiyorsun. Beni seviyor ve bu özgünlüğü keşfetmeyi başaracağıma inanıyorsun; çünkü öyle olmasaydı bana hayat veriyor olmazdın. Sen bana inanıyorsun ve bu yüzden bana verdiğin, başaramayacağım bir görev değil. Ama benim de Sana aynı ölçüde inanmam gerekiyor, sevgili Baba. Senin tüm kuvvetlerin Efendisi olduğuna inanmalıyım. Sen izin vermedikçe bana iyilik veya kötülük edebilecek hiçbir insan ve hiçbir manevi güç yok. Ve eğer başıma gelmiş ve gelecek her şeyin benim ebedi iyiliğim için olduğuna tüm kalbimle inanırsam, o zaman tabii ki Sana olan sadakatimi de ifade edeceğim.”

Hahamlarımız, A-Şem’in kendi özgünlüğümüzü çabalayarak elde etmemizi istediğini söylerler. İnsanlığın gördüğü en bilge insan Kral Şelomo “Yapanın faydası ne gösterdiği çabada” (Koelet 3:9) der. Pasuğu tek nefeste okuyup, çabalamanın değersiz bir şey olduğu şeklinde yanlış bir sonuca varmamalıyız. Aksine, soru işaretini “Yapanın faydası ne” sözlerinin hemen ardına koyun ve o zaman, bu faydanın ‘gösterdiği çabada’ olduğunu göreceksiniz. Çabanın esası, yaşam içinde kendiliğinden gelişmiş olan korku seslerini geri püskürtme konusundadır. Kendi üzerimize eleştiri çekme korkusu. “Buradaki manzaraya ne sen ne de o özgünlüklerin uyuyor; hezeyandasın sen! Bizim genel bir yolumuz var, ama sen gelip o orijinalitelerinle genel çerçeveyi değiştirmeye çalışıyorsun” gibi sözler duyma korkusu. İhtilaf korkusu; doğru duyulmama, doğru anlaşılmama korkusu… Cesur olmanın vakti geldi! Özgür insanlar olmanın vakti geldi. Korkunun esaretinden çıkıp kendi özgünlüğümüze, tam da bu maddi dünyada açığa çıkmak isteyen o manevi yönümüze sadakat göstermenin vakti geldi.

Şemot Kitabının tüm esası, Yisrael halkının öz benliğini ifade etmeye yöneliktir. Yeteneklerimizin potansiyelden gerçeğe dönüşmesini engelleyen seslere esir olmaya katlanamayız. Paro, gözlerin göklere bakmasını ve sesin “Merhamet et Baba!” diye haykırmasını bastırma amacıyla işleri ağırlaştırmaya çalışmaktadır. Paro bir Yahudi’nin küçük bir orijinalitesinin dünyaları sarsmaya kabil olduğunu bilmektedir. Özgün tek bir küçük nokta, yalnızca benim kutsal neşamamı değil, uğruna dünyaya geldiğim misyonun bir parçası olarak bana bağlı olan tüm neşamaları da açığa çıkmak üzere özgür bırakmaya kabildir. O ağır, ezici işler nesiller boyunca farklı kılıklarda karşımıza çıkmaktadır. Bunların hepsinin ortak paydası, kendimize, içsel – manevi – gereksinimlerimize kulak vermekten bizi alıkoyma, düşüncelerimizi başka şeylerle meşgul etme kabiliyetidir. Bizler Yahudi’yiz ve yenilikçilik atalarımızın mirasıdır. Bu durum ‘ebedi yenilikçi’ Avraam Avinu ile başlamıştır. Midraş onu ‘İvri’ (öte yanda) sıfatıyla anmaktadır: “Tüm dünya bir yandayken o öte yandaydı” (Bereşit Raba 48:2). Ve Avraam’dan bugüne kadar, ebedi devrimci ve mucitlerden oluşan liste çok uzundur.

Breslov’lu Rabi Nahman, her Yahudi’nin sahip olduğu o özgünlüğü ‘iyi nokta’ diye adlandırır (bkz. Likute Moaran, Tora 282). O iyi nokta, daha içteki bir dünyaya pencere açar. O iç dünyada da başka bir iyi nokta vardır ve bu şekilde, bir noktadan diğerine veya bir iç dünyadan daha içteki bir dünyaya bir ‘iyi noktalar dizisi’ – veya başka bir isimle, bir ‘iyi hat’ – oluşur. Ramhal ‘Kav – Hat’ sözcüğünün ‘Kivuy – Ümit Etme’ ile bağlantılı olduğunu söyler. Bir insan kendisinde ve başkalarında özgünlüğü, veya söylediğimiz gibi, ‘iyi noktaları’ buldukça, iyiliğin olumsuz belirsizliğe üstün geleceğine, cesaretin korkunun üstüne çıkacağına ve Tanrı’nın İsmi’nin bizim aracılığımızla gittikçe daha da çok kutsal kılınacağına inanacak, bunu ümit edecektir. İşte, “Şunu bugün bilecek ve kalbine sürekli tekrarlayacaksın ki A-Şem – O’dur Tanrı yukarıda Göklerde ve aşağıda yeryüzünde; yoktur başkası” sözlerinin sırrı budur. Tanrı sevgisinin sırrı da budur: “Tanrın A-fiem’i tüm kalbinle, tüm canınla ve tüm varlığınla sev.” Evrenin Efendisi ve tüm yarattıkları ile aramızdaki bağda kendi özgünlüğümüzü bulmazsak Tanrı’yı bilmemiz ve sevmemiz mümkün değildir.

Buradan yola çıkarak duam odur ki, kendi özgünlüklerimize ve onların bizi ve diğer insanları Evrenin Efendisine hakikatle bağlama gücüne inanmaya nail olalım.