İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda ‘#cehennem/ The Nether’

Genç Amerikalı oyun yazarı Jennifer Haley’in ilk kez 2013’te sahnelenen ödüllü oyunu ‘#cehennem / The Nether’, sıcağı sıcağına Üsküdar Tekel Sahnesinde. Bu denli yeni, çağcıl ve aykırı bir oyunu repertuarına aldığı için İstanbul Devlet Tiyatrosu özel bir tebrik hak ediyor.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
10 Şubat 2016 Çarşamba

‘#cehennem’, internetin gücüne odaklanarak, düşünceleri kodlayan, yaşamı gerçeklikten koparan, şiddet dürtüsünü tetikleyen sanal dünyanın, gelecekte duygularımızı da ele geçirme boyutlarını bilimkurgu atmosferinde tartışıyor. 

Geleceğin interneti, bağlananların istedikleri kimliği seçerek, en uçuk arzularını yaşadıkları sanal ortamlardan oluşan grotesk bir ağa dönüşmüştür. ‘#cehennem’ başladığında, dedektif Morris, pedofillerin çocuklarla bağlantılı fantezilerini gerçekleştirdikleri The Hideaway / Saklanma Yeri adlı sitenin yaratıcısı Simms’i sorguya çekmektedir.

Oyun, sorgulamanın gerçekleştiği soluk, sıkıcı gerçek dünya ile Simms’in yarattığı, Papa adıyla yaşadığı, harika Victoria dönemi malikânesinde, bağlananların dokunabildiği, koklayabildiği, tadabildiği bir paralel evrende geçmektedir. Bu malikânede, birbirinin tıpatıp aynı olan dünya tatlısı kız çocukların canını yakmak, tecavüz etmek, acımasızca katletmek serbesttir, teşvik bile edilmektedir. Katliam sonrasında yeniden ortaya çıkan çocukların siteye bağlanan yetişkinlerin ‘avatarları’ olmaları olayı daha da karmaşıklaştırmaktadır.

Bu dehşet verici dijital dünyada, sanal da olsa, cezalandırılmadan tüyler ürpertici suçların işlenebilmesinin büyük yanlış olduğuna inanan bir teşkilatta çalışan Morris’in amacı ‘cehennemi’ yok etmektir. Simms ise, aslında kimsenin zarar görmediğini, ahlâksız bir eylemi hayal etmenin hiçbir zaman o eylemi gerçekleştirmek anlamına gelmeyeceğini savunmaktadır.

Dijital yaşamın giderek gerçek yaşamın yerini aldığı bu distopik dünyada, internet ile pedofilinin simgelediği kötücüllüğün, karşılıklı iletişimi aşarak sembiyotik ilişkiye girmiş olmaları, böyle bir geleceğin çok da mümkün olduğu bizim dünyamızın tartışması gereken önemli bir konudur. Jennifer Haley, bu tartışmayı, gizemini sonuna kadar koruyan heyecan verici bir yolculuğa çevirirken en can alıcı soruyu, “sanal ortamda sapkınlıkların tatmin edilmesinin, sapkın karakterleri doyuma ulaştırarak benzer suçları gerçek yaşamda işlemelerini engellediğini mi, yoksa daha da tahrik ederek suçlarını gerçek yaşama taşıyacaklarını mı?”  sorusunu cevaplandırmayı izleyiciye bırakıyor.

‘#cehennem’i, 1979’dan beri Devlet Tiyatrosunda oyunculuk ve yönetmenlik yapan Metin Belgin sahneye koyuyor. Simms / Papa karakterini de canlandırdığı oyunda, özdeki tartışmayı öne çıkaran yalın, her türlü süslemeden uzak bir yorum seçmiş. Bu yalınlık ve sadelik, ‘grand guignol’dan bile daha korkutucu, daha kan dondurucu bir etki oluşturuyor. Hakan Dündar’ın bir masayla iki iskemleden oluşan dekoru Belgin’in sahnelemesine çok uygun. Gerçek ve sanal dünyaları ayrıştırma görevini yüklenen Yakup Çartık’ın, ışıklandırmanın şiddetiyle ve renk tonlarıyla oynayarak iki farklı dünyayı büyük başarıyla oluşturan ışık tasarımı çok iyi. Ceren Karahan gelecek zamanı kostümleriyle var ediyor.

Oyunculuklar çok başarılı. Metin Belgin (Simms), Simay Tuna (dedektif Morris), Ahmet Somers (Profesör Doyle), Hakan Onat Peynirci (Woodnut) ve Aslı Sarınç (İris) dört dörtlük bir toplu oyunculuk sergiliyorlar.

Sezonun izlenmesi şart, en güçlü,  en ayrıksı çalışmalarından biri. 

 

BGST - Tiyatro Boğaziçi

‘Kim var Orada?

Muhsin Bey’in Son Hamlet’i’

Tarihi çarpıtmakta üzerimize yoktur. Konstantinopolis’i fethetmeyi aklına koyan II. Mehmet’in Altın Boynuzun dibinde bir tersane kurarak gemi inşa etmesini ve Bizanslıların bir sabah gemileri o devasa zincirin iç tarafında bulmaları gibi dâhiyane bir stratejiyi beğenmez, çocukların bile zor inandığı, Yeniçerilerin gemileri Kâğıthane sırtlarından çekerek getirdikleri zırvasına inanırız. II: Dünya Savaşında, Çanakkale hariç bütün cephelerde yenildiğimizi kabul etmez, ders kitaplarına, savaş değil de futbol maçıymış gibi, müttefiklerimiz yenildiği için hükmen mağlup sayıldığımızı yazarız.

 Türk Sinemasının Fuat Uzkınay’ın ‘Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı’yla başladığını kabul edip yüzüncü yılını kutlar, asıl ilk filmleri Osmanlı tebaası Manakis Kardeşler’in üç yıl önce çekmiş olduklarını unuturuz. Sinemamızın tarihinin, 1916 yılından beri Almanya’da oyuncu ve yönetmen olarak film çalışmalarını sürdüren tiyatrocu Muhsin Ertuğrul’un yurda dönüşüyle başladığını iddia eder (bakın bu doğru), çağcıl tiyatromuzun başlangıcına da Muhsin Hoca’yı oturturuz (ki, bu doğru değil). Tiyatromuzun Osmanlı’daki öncülerini, Muhsin’e yolun başındayken Shakespeare’i ve ‘Hamlet’i tanıtmış olan Ermeni Tiyatrocuları yok sayarız.

“Kim Var Orada”, Türk Tiyatrosunun Osmanlı’dan Cumhuriyet’in ilk zamanlarına uzanan dönüşüm sürecini tartışan, kadınların sahne mücadelesi, gerici saldırganlık, sansür gibi baskılara değinen bir oyun. BGST, Ermeni Tehciri sonrası Türkiye’den ayrılan ünlü Shakespeare oyuncusu Vahram Papazyan ile Türkiye›de tiyatronun kurumsallaşması için ömür boyu çaba göstermiş olan Muhsin Ertuğrul›un hayali karşılaşmasından yola çıkarak, yüzyıl başında tiyatromuzun ortamındaki dönüşümüne odaklanırken, Ermeni Tiyatrocularımıza vefa borcumuzu ödemeye de çalışıyor.

‘Kim Var Orada’nın çıkış noktası, bir gece vakti masasının başına oturmuş, kişisel anıları üzerinden tiyatromuzun tarihini kaleme almakta olan Muhsin Ertuğrul.

 Hamlet’in serüveni, nasıl kalenin surlarında nöbet tutan iki askerin sabah ayazında bir ses duyup “kim var orada?” demeleriyle başlamışsa, ‘Hamlet’i defalarca sahnelemiş olan Muhsin Hoca da, aniden geçmişinden gelen iki hayalet belirdiğinde “kim var orada ?” diye seslenecektir.

Gelenlerden biri dostu, hocası Vahram Papazyan, diğeri Müslüman kadınların sahneye çıkması yasak olduğundan Ermeni adı kullanan bir kadın tiyatrocudur. Hayalinde dirilttiği bu eski dostlar bir teklifte bulunurlar: “Son bir kez daha Hamlet oynayalım! Mâzide olduğu gibi” Muhsin Bey bu isteği yanıtlamaya çalışırken hem kişisel tarihiyle hem de tiyatromuzun tarihiyle hesaplaşacaktır. Bu tarih yazılırken tiyatromuzun temel taşını oluşturan Vahram Papazyan’lar, Tovmas Fasulyeciyan’lar, Kınar Hanım’lar,  Mınakyan Efendi’ler,  Eliza Binemeciyan’lar, Güllü Hagop’lar,  “es geçilmiş”, önemsenmemiş, unutulmuş, unutturulmaya çalışılmış, kimi zaman Muhsin Ertuğrul tarafından bile ihmâl edilerek yok sayılmışlar, 1915 sonrasındaysa fiilen yok olmuşlardır.

Banu Açıkdeniz, Cüneyt Yalaz, İlker Yasin Keskin, Özgür Eren’in titiz bir ekip çalışması olarak yazdıkları ve yönettikleri  ‘Kim Var Orada / Muhsin Beyin Son Hamlet’i’ sahnede Banu Açıkdeniz, Cüneyt Yalaz, İlker Yasin Keskin tarafından yorumlanıyor. Uzun bir araştırma sonucu ortaya çıkmış olan metin üzerinde hâlâ çalıştıklarını, geliştirmeye devam ettiklerini söylüyorlar.

Oyuncu olarak üçü de çok iyiler. İlker Yasin Keskin’in Vahram Papazyan’ın düzgün Türkçesini alttan alta zenginleştiren hafif Ermeni Şivesi müthiş etkileyici. Banu Açıkdeniz, baskı altındaki kadın tiyatrocuların sesi olan simgesel karakterine sımsıcak bir insani boyut katıyor. Sahneye 10-15 yaş alarak çıkan Cüneyt Yalaz’ın Muhsin Hoca’sıysa müthiş.

Mutlaka izlenmesi gereken üst düzey bir çalışma. Hem oyun olarak çok başarılı, hem de tiyatromuzun geçmişiyle ilgili önemli bir belge. 15 Şubat’ta Moda Sahnesi’nde.

Galata Performans’da ‘Kabuk’

Yeşim Özsoy’un en kıymetli projesi olan Yeni Metin Yeni Tiyatro, bizleri, Ahmet Sami Özbudak’tan sonra yepyeni bir genç yazarla, Ayşıl Akşehirli’yle tanıştırıyor.

‘Kabuk’ bitişik iki stüdyo dairede yalnız yaşayan şehirli bir kadınla bir erkeğin hiç tanışmadan sürdürdükleri garip ilişkiyi, masalsı bir dille anlatıyor. Ailesini, sevgilisini, arkadaşlarını geride bıraktığı Ankara’dan kopup gelen Ozan, büyük şehirde iş ve gelecek peşindedir. Bankacı Lale, annesi, annesinden ayrı yaşayan üçkâğıtçı babası, tek bir arkadaşı ve amacı cinsellik olan sevgilisi Kerem’in arasında en az Ozan kadar yalnızdır.

Yönetmen Mine Çerçi, çok doğru gözlemlere dayansa da bildik bir konuyu keyifli bir dille anlatan oyunu, hikâye anlatıcılığı, fiziksel tiyatro ve pantomimi harmanlayan, meddaha da selâm çakan parlak bir gösteriye dönüştürüyor. Dekorsuz, aksesuarsız, yerdeki 1.20x1.80 birer kartondan çıkmadan, kulak mikrofonlarıyla ses efektlerinin de çoğunu yüklenen Burak Safa Çalış ile İpek Erdem, izlenmesi müthiş zevkli bir performans sergiliyorlar.

İç kapatıcı bir ortamda ilâç gibi gelen bir oyun. İzleyin, çok iyi geliyor. Hepinize iyi seyirler.