Mehmet Birkiye’nin ‘Cyrano’su
Edmond Rostand’ın 17. yüzyılda yaşamış şair ve silahşor Cyrano de Bergerac’ın hayatından özgürce esinlendiği ‘Cyrano de Bergerac’, 1897’de, tiyatroda Natüralizmin egemenlik kurmaya başladığı dönemde yazılmış olmasına karşın, karşılıksız aşkın bu hüzünlü öyküsü destansı şiirselliğiyle ilk sahnelenişinden itibaren çok sevilmiştir. Bu geç-romantik metnin, tabiilik döneminde bu derece başarı kazanmasının nedeni, Rostand’ın iyi bir tiyatro yazarı olduğu kadar iyi de bir şair olmasındadır. Dehâsı, manzum olarak kaleme aldığı Cyrano de Bergerac’da, dramatik yapıyla şiirsel üslubun birbirini tamamlamasında, şiirselliğin oyunun kurgusunu daha da güçlendirmesindedir. Onu tamamlayan bir başka dehâ da, 1942’de oyunu manzum olarak kazandıran Sabri Esat Siyavuşgil’dir. Çevirisi, özgün metinden aşağı kalmayan, kimi zaman onu aşan bir edebi başyapıttır.
Oyunu İBBŞT’de sahneye koyan misafir yönetmen Mehmet Birkiye, çok sayıda ödül almış bir tiyatro adamı. Cyrano de Bergerac’ı sahnelerken, tiyatro seyircisinin çok uzun oyunlara sabrı kalmadığını, günümüz koşullarına uydurmak için 4 saatlik orijinal metni 2,5 saate indirdiğini belirtiyor. Metinlerde kimi değişiklikler ve kısaltmalara karşı değilim ama yüzde 40’ının budanmasının oyunun bütünlüğünü fazlasıyla zedelediği kanısındayım. Bu kesintinin, tiyatroyu tanıtmak, tiyatronun seyircisini oluşturmak için kurulmuş olan, bu sebeple devletten ya da belediyelerden ödenek alan resmi bir repertuar tiyatrosunun işleyiş amacına taban tabana zıt olduğunu düşünüyorum.
Rostand’ın çizdiği Cyrano karikatürünün, burnu, pelerini ve elbisesiyle bir ‘Commedia dell’Arte’ karakteri olduğuna da dikkat çeken Birkiye, oyunu İtalyan Halk Tiyatrosu anlayışıyla yorumluyor.
Aşk acılarının, fedakârlıkların, kahramanlıkların saf, naif bir tarafı vardır. Olayların trajik boyutları göz ardı edilirse, bu naiflik insana komik bile gelebilir. Haddinden fazla büyük burnu, tüylü şapkası, gururu ve tafrasıyla Cyrano’yu, kuzini Roxane’a aşkını bir türü dile getiremeyişini, yeni yetme yakışıklı Christian’a suflörlük yaparak, mektuplarını yazarak duygularını Roxane’a aktarmasını gülünç bulmak da mümkün. Hem kuşaklar değiştiği, hem tiyatronun kendisi de durmaksızın geliştiği ve evrildiği için, klasik metinlere yeni yorumlar getirmenin şart olduğunu düşünenlerin başında gelirim ama, bu yorumların bir tek kutsalı, bir tek olmazsa olmazı vardır; o da yazarının mesajına ihanet etmemek. Bu romantik güzel-çirkin öyküsü, günümüzün yalnızlaşmış insanına gerçek aşk duygusunu yeniden anımsatması açısından, orijinal şiirsel haliyle çok daha etkileyici olacakken, güzelim şiirselliğiyle büyüsünü yok eden, yazarının duygusuna taban tabana zıt sahnelemeyi ne Rostand’ın ne de Sabri Esat’ın affetmeyeceğini düşünüyorum.
Barış Dinçel’in, dekor değişikliklerini oyunculara yaptırdığı sahne tasarımı başarılı. Cyrano’yla Roxane’ınkiler dışında, Canan Göknil’in kostüm tasarımı da fena sayılmaz. Tolga Çebi’nin müziğiyle şarkılarıyla anlatıcıların sesleri çok güzel de, neredeyse yarısı kesilirken oyunu şarkılarla sarkıtmak, ‘Romeo ve Jülyet’in balkon sahnesine zarif selâm çakan ikinci perdede ne idüğü belirsiz bir çifti sahnede seviştirmek, dadı ile Roxane’ı garip bir güruhun içine sokup çıkarmak gibi çağcıl mizansenler için “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” dışında yorum yapmak zor.
Oyuncularından üst düzey performans almayı bilen Birkiye, Roxane için yanlış bir seçim olan Ayşecan Tatari dışında, ekibinden kendi yorumu içinde tutarlı bir takım oyunu elde etmiş. Türk tiyatrosunun ünlü oyunculardan izlemiş olduğum Cyrano’yu bu kez Yiğit Sertdemir canlandırıyor. Yiğit’in Cyranosu kötü değil amma, Rostand’ın Cyrano’su değil.
Zaten bu Cyrano da, Edmond Rostand’ın değil, Mehmet Birkiye’nin Cyrano’su olmuş ki, pek sevdiğimi söyleyemem. Tabii ki karar sizin.
BeReZe’den ‘Macbeth / İki Kişilik Kâbus’
Tiyatro BeReZe, 2006’da Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümünde tanışan Erkan Uyanıksoy, Elif Temuçin ve Firuze Engin tarafından kurulmuş. 2008’den bu yana çalışmalarına, yurt içinde ve dışında aralıksız olarak devam ediyorlar.
Hikâye anlatıcılığıyla fiziksel tiyatroyu harmanlayan yenilikçi ve çok etkileyici çalışmaları Olsa Olmalı Olabilir, Hikâyeden Memurlar ve Fil’den sonra, bu kez Shakespeare’in ‘Macbeth’inden Erkan Uyanıksoy ve Elif Temuçin’in uyarlayıp bütün karakterleri canlandırdıkları iki kişilik yorumuyla karşımızdalar.
Sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim. Onları tanıyan, yaptıklarını çok beğenen benim bile beklentilerimin çok üzerinde müthiş bir iş çıkarmışlar. Shakespeare’in trajedisini kendi imbiklerinden geçirerek yeniden söylerken, olayların trajik boyutunu göz ardı etmeyen, ancak gülünç tarafının da altını çizen kapkaranlık bir traji-komedi olarak yorumlamışlar. Lucile Larour ve Patricia Ulbricht’in sahne ve kostüm tasarımı da bu yoruma cuk oturmuş.
Oyunu yöneten ve ışık tasarımını yapan Doğu Akal’ın alçak gönüllülükle “her şeyi üçümüz birlikte yaptık” dediği, hikâye anlatıcılığı ve fiziksel tiyatroya pantomimin de katıldığı sahneleme birbirinden zeki ve parlak buluşlarla dolu.
İzlemenin tadını kaçırmamak için detaylara girmek istemiyorum ama özellikle atlıların ormanda gidişi, sevişme, cinayet ve cadılar bölümleri müthiş. Klasik Macbeth yorumlarında Lady Macbeth’in çıldırma sahnesindeki vicdan azabı çağrışımları bana hep yapay gelmiş, bu kadının yaptıklarından pişman olabileceğine hiç inanmamıştım. Bu sebeple Macbeth / İki kişilk Kâbus’da kötücüllüğünden vazgeçmeden delirip ölmesi çok hoşuma gitti.
Oyunculuklara gelirsek… Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler’de Guildenstern ve On İkinci Gece’de Feste olarak izlemiş olanlar Erkan’ın nasıl bir fenomen oyuncu olduğunu zaten bilirler. Macbeth’de karakterden karaktere geçişleri, tek kişiden birkaç kişiye dönüşmesi olağanüstü. Gerçek yaşamdaki eşi Elif’le sahnede oluşturdukları birliktelik anlatılır gibi değil. Elif’in nasıl benzersiz bir oyuncu olduğuna gelince, ‘Olsa Olmalı Olabilir’i beraber izlediğimiz arkadaşımızın dediği gibi, “kızın elini ayağını bağlayıp ağzına bant yapıştırsan fark etmez, sadece gözleriyle bile oynar.”
Bu tiyatro mevsiminde kaçırılmaması gereken çok oyun var. Macbeth / İki kişilk Kâbus izlenmesi ‘şart’listesinin başlarında. Mart ayında Kadir Has Üniversitesi ve büyük olasılıkla Moda Sahnesinde olacaklar. İyi seyirler.
Semaver Kumpanya’nın ‘Cimri’si
Semaver Kumpanya, Fransız komedya yazarı Molière’in ünlü eseri ‘L’Avare / Cimri’yi, Çevre Tiyatrosu’nda sahneliyor.
Yaşlılığını mutluluk içinde geçirmek için kendine genç ve güzel bir eş almayı düşleyen, kendi çocukları dâhil etrafındaki herkese karşın gerçekleştirmeye çalıştığı hesapları tutmadığında para dolu bir çekmecede teselli bulan zengin burjuva Harpagon nasıl bir insandır? “Dünyadaki insanların en az insan olanı; yeryüzündeki canlıların en katı yüreklisi, pintilerin en pintisi” diye anlatılan bu Cimri gerçekten dedikleri kadar acımasız, pinti ve kötü müdür? İnsan doğuştan mı böyle olur? Etrafımızda var mıdır böyleleri? Nasıl bir şey olurdu böylesi bir insanla yaşamak? İlk kez 1668’de sahnelenmiş olan, Molière’in Plautus’un ‘Altın Çömlek’ komedyasından esinlendiği Cimri aslında, bürlesk bir güldürü kalıbında, pintilik, aile içi zorbalık ve baba baskısı, bencillik, cinsiyet ayırımcılığı gibi son derece ciddi konuları eleştirmekte. Yönetmen Tansu Biçer, Molière’in 350 yıl önce yaratmış olduğu, adını Yunancada açgözlülük, doyumsuzluk anlamına gelen ‘harpage’den almış olan Harpagon’un öyküsünü sahnelerken, karakterlerin sevgileriyle, kinleriyle, tutkularıyla, güçleriyle, çelişkileriyle, zayıflıklarıyla hâlâ güncel olduklarından yola çıkarak, sade ve yalın bir yorum yeğlemiş.
Olayları zaman ve mekânın dışına taşıran kendi tasarladığı ilginç dekorda, Bade Yavuz’un 20. yüzyılı hatırlatan giysileri dışında zorlama çağcıllaştırmaya gitmeyen, her türlü süslemeden arınmış, tek bir fazla sözcüğü olmayan, pırıl pırıl yorumu, güncelliğini Biçer-Keskin ikilisinin derinlemesine inceledikleri Harpagon karakterinde para-güç ilişkisini zekice ortaya koymasında buluyor.
Tansu Biçer, müthiş keyifli ve komik bir Cimri sahnelemiş. Bir orkestra gibi yönettiği Rojhat Özsoy (Cléante), Gözde Şencan (Elise), Hakan Atalay (Valère), İbrahim Barulay (La Flèche), Sezin Bozacı (Frosine), Ezgi Ulusoy (Mariane), Murat Kılıç (Anselme), Mustafa Kırantepe (Jacques Usta), Selen Şenaye (Claude Kadın), Uğur Senkeri (Simon Efendi ve Komiser) ve Saniye Samra (La Merluche) ekibinin doğal ve gerçekçi toplu oyunculuğu dört dörtlük. Orkestranın tüm yükünü taşıyan solisti Serkan Keskin’in olağanüstü Harpagon’u ise unutulacak gibi değil. “Yetişin! Hırsız var!” diye başlayan ünlü tiradı, interaktif bir oyunculuk gösterisine dönüştürmesi başlı başına bir tiyatro dersi.
Eminim ki, Molière, tıklım tıklım dolu bir salonda 2,5 saat boyunca kahkahayla gülerek, aralarda alkışlayarak izlenen bu Cimri’yi görseydi, büyük keyif alırdı. Sakın kaçırmayın.