“…tüm insanların kardeş olduğunu söyleyip duran bizler, savaş alanındaki kardeşleri yan yana ve karşı karşıyayken gidip görmeliyiz. Görmeliyiz ki orada ölen bu çocuklar birer sayı değil, insandır. Hayalleri, aşkları, dostlukları, aileleri, sevdikleri olan insanlar. Bizim çocuklarımız.” ( Yıldıray Şahinler)
1969’da Bosna-Hersek’de doğan Danis Tanoviç, senaryosunu yazdığı ve yönettiği ilk filmi ‘No Man’s Land / Tarafsız Bölge’ (2001) ile aralarında En İyi Senaryo ve En İyi Yabancı Film Oscar’ı olmak üzere toplam 33 ödül almıştı.
1968’de doğan Yıldıray Şahinler, 1986’dan bu yana Şehir Tiyatrolarında pek çok oyunda rol almış, oyunlar yönetmiş, filmlerde ve dizilerde oynamış. Çoğu Balkan kökenli yazarlardan olmak üzere birkaç oyunu da Türkçeye kazandırmış. Sahneye koyduğu ilk oyun ‘Bure Baruta / Barut Fıçısı’, savaşın, savaş alanından uzakta yaşayan kent insanı üzerindeki yıkıcı etkisini anlatıyordu. Danis Tanoviç’in No Mans Land filminden uyarlayıp yönettiği, savaşın saçmalığını savaş alanında anlatan ‘İki Arada Bir Yerde’nin, Barut Fıçısı’nın devamı niteliğinde olduğunu söylüyor. Tanoviç, asıl zarar görenlerin başkalarının savaşları için feda edilen askerler olduğu, ‘barış gücü’ adıyla dünyayı kurtarma iddiasında olanların savaştan beslendiği, gerçekleri anlatırmış gibi görünen medyanın aslında kendi çıkarlarının peşinde olduğu bir dünyayı karanlık bir kara mizah duygusuyla anlatıyor.
Olay, karşı taraflardan Sarı ve Ejder kod isimli iki askerin aynı cepheye düşmesiyle başlıyor. Ejder’in silah arkadaşı, Sarı’nın kurduğu bir tuzak sonucu mayın üzerinde kalıyor. Kıpırdarsa havaya uçacak olan bu askeri kurtarma çabalarına, duruma nasıl müdahale edeceğini bilemeyen, Birleşmiş Milletlerin pek de güçlü olmayan ‘barış gücü’yle, izleyicilere savaş haberlerini aktarırken bir zamanlar kardeş, arkadaş olan bu insanların birer taraf haline getirilmesinin doğurduğu trajik durumu kesinlikle hissedemeyen medyanın katılması, olayı çözeceğine tıkanmasına sebep oluyor.
Yıldıray Şahinler, bir filmden yola çıkarak yazdığı dört dörtlük tiyatro oyununu başarıyla sahneye koyarken önemli rollerden birini de üstleniyor. Kendisi dâhil bütün oyuncu ekibinden dengeli, başarılı ve gerçekçi bir performans elde ediyor. Ayhan Doğan’ın sahne tasarımı, Aysel Doğan’ın kostüm tasarımı, F. Mehmet Haroğlu’nun ışık tasarımı ve Kadir Arlı’nın efektleri, savaş ortamını başarıyla oluşturuyor. En ufak ayrıntısına kadar inceden inceye düşünülmüş dört dörtlük bir çalışma.
Birçok büyük prodüksiyonun arasında iddiasız gibi duran İki Arada Bir Yerde’yi, sakın kimi iyice kof o görkemli sahnelemelere kapılıp göz ardı etmeyin. Yalınlığı ve çarpıcı mesajıyla hâlen İBBŞT’de sahnelenmekte olan en iyi oyunlardan biri. Mutlaka izleyin.
Deep Blue Ideas’dan ‘Çingene Boksör’
“Bu hikâye, gerçeklere gözlerini kapatanların, aciz olanların, arkadaşlarını satanların ve vicdanlarını uyuşturanların, öncesinde oportünist olan ve sonradan fail’e dönüşen insanların hikâyesi.”
Rike Reiniger
Burak Sergen, ‘Adolf’un ardından yeniden, temel hak ve özgürlüklerin ihlâl edildiği, insanların ötekileştirildiği, yabancılaştırıldığı, yok edildiği Nazi faşizmine dönüyor. Bu kez ezici, yok edici Hitler’in aynasının öteki tarafında kalan, ezdiği yok ettiği karakterlerden birine, boks tarihinin ilginç figürlerinden Ruki Trollmann’ın çarpıcı hikâyesine odaklanıyor.
Muhammed Ali’den yıllar önce, ringde dans ederek rakibinin darbelerinden sıyrılan, 1907 Hannover doğumlu, 1933 orta sıklet Almanya şampiyonu, Rukelie (Ruki) Trollmann, çingene kökenleri yüzünden tutuklanarak Wittenberg’deki Neuengamme Toplama Kampına gönderilmiş, 1944 yılında da bu kampta öldürülmüştü.
DeepBlue Ideas yapımı ‘Zigeuner Boxer / Çingene Boksör’, Rike Reiniger’in, Johann Rukelie Trollmann’ın gerçek yaşam öyküsünden yola çıkarak yazdığı tek kişilik bir oyun.
Yönetmenliğini ve dekor tasarımını Emrah Elçiboğa’nın yüklendiği, hikâye anlatıcılığı ile fiziksel tiyatroyu harmanlayan oyunda, başta Ruki’nin en yakın arkadaşı Hans olmak üzere bütün karakterleri Burak Sergen canlandırıyor. Sergen’in aslında böyle bir yoruma pek uygun olmayan ENKA Oditoryumunda bile, sahneye adımını atar atmaz seyirciyle birebir iletişim kurarak interaktif bir gösteriye dönüştürdüğü performansı Adolf’u bile aşıyor.
Çingene Boksör, hem antifaşist bir metnin başarılı sahnelenmesi, hem de Sergen’in üst düzey oyunculuğu için izlenmeye değer.
Cazu Tiyatro’dan bir rock müzikali: ‘İşgalde Rapsodi’
Cazu Tiyatro, Kadıköy’ün yeni tiyatro ve performans mekânlarından Kadıköy Theatron’un kurucu ekibi. İlk kez, Orhan Pamuk’tan uyarladıkları ‘Benim Adım Kırmızı: Tasvirler’le perde açan Cazu Tiyatro, bu sezon sahneledikleri ‘Devrik Mahalle’ ve ‘Kuliste’ oyunlarından sonra, ‘İşgalde Rapsodi’ adlı rock müzikaliyle izleyicilerin karşısına çıkıyor.
İşgalde Rapsodi, baskı ve şiddetin kontrolden çıktığı bir ortamda, yaşadıklarını kurmacaya dökmeye çalışan bir grup oyuncunun, bir direniş konusunu, farklı açılardan tartışma çabalarını anlatıyor. “Basit çözüm formüllerine, romantik sloganlara, kahramanlık anlatılarına düşmeden, özeleştiriyi de dahil ederek; vicdanları rahatlatacak değil soruları çoğaltacak bir kurmaca nasıl inşa edilebilir?” sorusundan hareketle, şiddete karşı direniş meselesini ‘işgal evleri’ konusu üzerinden ele alıyor ve günümüz gençliğinin yaşanan şiddet olaylarıyla ilgili alternatif çözüm önerilerini tartışmaya açıyor.
Basın bülteninde İşgalde Rapsodi’nin meramını o kadar güzel anlatıyorlar ki, sözü onlara bırakmayı tercih ediyorum: Her türlü şiddetin sınır aştığı günlerden geçiyoruz: şiddetin zerre ahlâk, vicdan ya da kural tanımadan ölçüsüzleştiği bir ortamda ne yapmak gerek? Kaçıp gitmeli mi? “Şiddet benden uzak dursun” deyip insanca yaşayabileceğimiz diyarlara mı göçmeli? Korkaklık mı bu? Yoksa insani bir tepki mi? Ya da “biraz cesaret” deyip, kalıp direnmeli mi hukuksuzluğa? Ama neyle? Hukuk yoluyla mı? Adalet mekanizmasının içinin çürüdüğü bir sistemde bu ne kadar mümkün olacak? Yoksa sokağa mı çıkmalı? Bağırıp çağırmalı, zalimin yüzüne haksız olduğunu mu haykırmalı? İşitilecek mi sesimiz? Facebook’tan, Twitter’dan destek mesajları mı atmalı her gün? İmza kampanyaları mı yapmalı? Muhatap kim? Kimi kime şikâyet edeceğiz? Yoksa alternatif bir direniş yolu mu aramalı? Altımızdaki toprak kayıp gitmiş, çareler tükenmişken yaşama, aşka, dostlarımıza, inadına sarılarak mı direnmeliyiz? Şiddeti, şiddetle değil de, birbirimizi daha fazla severek yok edebilir miyiz gerçekten?
Böylesine iddialı bir fikirden sağlam bir oyun çıkıp çıkmadığını sorarsanız, bence gerçekten başarılı bir iş çıkarmışlar.
İşgalde Rapsodi’yi Puccini’nin ‘La Bohème’ operasından esinlenerek yazan Behiç Cem Kola, durmaksızın öykünün tanrısıymışçasına olaylara müdahale etmeye çalışan ‘yazar’ karakterini de üstlenmiş. Şarkı sözleriyle besteler de ona ait. İşgalde Rapsodi’nin asıl çekiciliği doğallığında ve samimiyetinde. Yönetmen Hasan Şahintürk, Aslıhan Altunel, Başak Şamlıoğlu, Behiç Cem Kola, Bengi Kırlaroğlu, Cansu Kahvecioğlu, Ece Ertez, Hakan Yılmaz, İbrahim Aydın Kantarcılar, Murat Mahmutyazıcıoğlu, Murat Yılmaz ve Yasemin Yüksel’den oluşan gencecik ekibinden çok başarılı bir takım oyunculuğu elde etmiş. Hepsi çok iyiler amma, Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun drag queen’i özel bir alkış hak ediyor. Müzikal bölümlere gelince, Deniz Tuzcuoğlu, İlkay Canaydın ve Özkan Kaya’dan oluşan orkestranın eşliğinde canlı müzik yapıyorlar. Hem müzikler, hem sesler iyi, hem de doğru ve güzel söylüyorlar.
İşgalde Rapsodi, söyleyecek bir şeyi olan ve bunu nasıl söyleyeceğini iyi çalışmış olan bir ekibin tiyatro aşkının ve heyecanının, üç beş koliden oluşan bir dekorda, tırlar dolusu dekorlarıyla görkemli, hoş ve boş süper prodüksiyonlardan nasıl bin kat daha etkileyici olduğunun kanıtı.
Sağlam ve (maalesef) fazlasıyla güncel bir metin, başarılı bir müzik çalışması, dört dörtlük bir ekip oyunculuğu. Daha ne ister ki seyirci. Mutlaka izlenmeli.
20-29 Şubat, 4-12-18-23-27-30 Mart’ta Kadıköy Theatron’da. Theatron’un yeri çok kolay. Kadıköy İskelesinden Altıyol’a doğru giderken, boğaya gelmeden ana cadde Söğütlüçeşme Caddesi’nde solda No: 64’de, Bulvar Çarşısının içinde.
Hepinize iyi seyirler dilerim.