Arkalarında hiçbir kurum desteği olmayan iki genç kızın, Serra Ciliv ve Pelin Turgut’un on beş yıl önce başlattıkları !f İstanbul, giderek muhafazakârlaşan bir ortamda, 15 yıldır bağımsızlığını gerçekten koruyor.
İstanbul’da film gösterimleri dışında sergiler, partiler, söyleşiler ve önemli yönetmenlerle buluşmalar düzenleyen, birkaç yıldır !f Ankara ve !f İzmir olarak İstanbul dışına da açılan !f, bir festival tarafından dünyada ilk kez gerçekleştirilen ‘alternatif dağıtım ve paylaşım’ projesi !f2 ile, farklı bölümlerinden seçilen filmleri canlı yayınla Anadolu’da 30’dan fazla şehirdeki ve Girne, Gümrü, Erivan, Kudüs ve Ramallah’daki sinemaseverlerle buluşturuyor.
!f’in konu başlıklarına gelirsek, 2008’den bu yana Keş!f, sinemaya değişik kapılar açabilecek yepyeni filmleri ve yaratıcı genç yönetmenlerini izleyicilerle buluşturarak en çok ‘İlham Veren Yönetmen’i ödüllendiriyor. Bir diğer uluslararası yarışma da Toronto, Cannes ve Sundance gibi festivallerde büyük ses getirmiş olan filmler arasında, dünyadaki değişimlere eleştirel gözlerle bakabilen, başka bir dünya hayaline tutkulu, sinemayla yapılabilecek müdahalelerin yaratıcı gücüne inanan aktivist sinemacıların bir araya geldiği Aşk ve Başka Bi’ Dünya. Galalar bölümünde, yılın en çok konuşulan ve beklenen filmleri gösteriliyor; !f music, en sevdiğimiz müziklerin arkasındaki hayatlara eğiliyor; Karanlık ve Köşeli, rahatsız edici korku ve gerilim filmlerine odaklanıyor; Oyun, izleyiciyi tuhaf tür filmleriyle, şaşırtıcı ya da belgesellerle, kült adayı animasyonlarla ve fantastik hikayelerle buluşturuyor; Gökkuşağı, “sevmeye yasak olmaz” diyen, tüm aşklara tüm yaşam biçimlerine ve tüm cinsel kimliklere alan açan, sergileri ve partisiyle artık bir !f klasiği. Sanat ile insanın karşılaştığı anda meydana gelen değiş tokuş, ‘Sanat hayat içindir’de; belgesel ile kurgunun, sanal gerçekliklerle gerçek hayatın birbirine girdiği filmler Ev’de; !f kült kapsamında dünyanın bugünkü hallerine dair söyleyecek sözü olan birkaç film Altyazı işbirliği ile arşivlerden seçilerek gösteriliyor. Her sene sinemanın değişik yerlerinde gezinen !f Özel Gösterimler, bu sefer Manoel de Oliveira’nın 1982 yılında çektiği ve ölümünden sonra gösterilmesini vasiyet ettiği belgeseli ‘Ziyaret ya da Anılar ve İtiraflar’ı, belgesel sinemanın en iyi yönetmenlerinden Kazuo Hara’nın iki filmini ve Adam Curtis’in ABD-Suudi Arabistan ilişkilerini BBC arşivlerindeki görüntüler üzerinden anlatan muazzam son filmi ‘Acı Göl’ü; misafir ediyor. Tabii ki !f, Türkiye’den en heyecan verici ve en yeni Kısalar’ı izleyicilerle buluşturuyor. Kısacılara ve kısa film tutkunlarına yönelik bir çalışma da geçtiğimiz yıl başlayan YAPIMLAB @!f: Bir Yaratıcı Yapım Atölyesi ve Pitching Platformu. Bu yıl aramızdan ayrılan Dawid Bowie’nin anısına gösterilecek olan ‘Açlık’ ve ‘Dünyaya Düşen Adam’ı ve her biri küçük birer başyapıt olan festival tanıtım filmlerini de unutmayalım.
Seyrettiklerimden izlenimler
Gelelim 100’ü aşkın film arasından on günlük sürede seyredebildiklerimin izlenimlerine. !f’in en çok heyecan verici bölümlerinden Keşif’ten Clément Cogitore’un ilk uzun metrajı ‘Ni le Ciel Ni la Terre / Ne Yerde Ne Gökte’, batılıların, geleneklerini göreneklerini hiç bilmedikleri uzak ülkelerde yürüttükleri savaşların anlamsızlığını, gerçekçilikle fantastiği bir karabasan atmosferinde harmanladığı çok başarılı bir ilk film. Absürd bir savaşın gerçekliğine doğunun Yedi Uyuyanlar Efsanesini başarıyla yediriyor. !f’in en iyilerinden.
Çinli yönetmen Bi Gan’ın, Keş!f ödülünü paylaşan, şiirsel uzun planlarıyla etkileyici ilk filmi ‘Kaili Blues’ büyülü gerçekçilikle yol filmi arasında bir yerde. Kaili’de yaşayan doktor Chen’in, kardeşinin kayıp çocuğunu bulmak için çıktığı yolculuk onu zamanın doğrusal olmadığı, şimdiki zamanın, geleceğin ve geçmişin aynı anda var olabileceği kasabaya götürecektir. Bazen yavaşlığı handikap yaratsa da etkileyici bir çalışma.
Bir diğer ilk film, Etiyopya’nın başkenti Adis Ababa’da yaşayan İspanyol yazar, yapımcı, yönetmen Miguel Llansó’nun ilk uzun metrajı, post-apokaliptik bir dünyaya pop-kültür kırıntıları serpiştiren ‘Crumbs / Kırıntılar’ Etiyopya’da geçen bir sürreel bilimkurgu.
‘Büyük Sanatçı’ Carrefour’dan kalan plastik kılıçların sallandığı, Michael Jordan, Madonna, Einstein ve Justin Bieber gibi ‘eski dünya’ mucizelerine tapınılan, nasıl başlayıp bittiğinden emin olmadığımız bir savaştan geriye kalan yıkık bir dünyada Candy’nin geldiğine inandığı gezegene dönmek için çıktığı yolculuk, geçmişten geleceğe değer yargılarımızı zekice hicvediyor.
1983 doğumlu Sina Ataeian Dena’nın Locarno’da En İyi İlk Film ödülü alan ‘Cennet’, yönetmenin şiddet üzerine çekmeyi tasarladığı üçlemenin ilk filmi. Şiddet bu kez, İran’da öğretmenlik yapan, baskıcı ve cinsiyetçi bir rejimin koyduğu kurallara ve kadın olarak kendisinden beklenen role boyun eğmeye direnen, 25 yaşındaki Hanieh’nin karşısına, yaşamak zorunda olduğu baskı olarak ortaya çıkmaktadır. Tahran sokaklarında izinsiz bir şekilde çekilen film, günlük hayatını duygusuz bir depresiflikle yaşayan Hanieh’nin hikâyesini belgesele yakın bir sinema diliyle anlatmakta. Etkileyici.
Keş!f ödülünü paylaşan ilk Türk filmi
1976 yılında Diyarbakır’da doğan, hâlen yaşadığı Diyarbakır’da film çekmekte olan Ali Kemal Çınar, ikinci filmi ‘Veşartî / Gizli’de, sakin yaşamlarına devam ederken büyülü bir cinsiyet kaymasıyla karşı karşıya kalan bir çifte odaklanıyor. Cinselliğin cinsiyeti olmadığını savunan film, Mem û Zîn’de ‘Mem’in kadın kıyafetleri içinde, erkek kıyafetleri giymiş Zîn’i gördüğü anın renkli final çekimi dışında, yönetmeninin ifadesiyle, heteroseksüelliğin tekdüzeliğini belirtmek için siyah beyaz çekilmiş. SİYAD ödülünü alan bu ilginç çalışma, Keş!f ödülünü paylaşan ilk Türk filmi.
1983 yılının yazında, ilk oğlunun doğumundan birkaç gün önce kör olan yazar ve din bilimci John Hull, bu büyük değişimle başa çıkabilmek için bir kasetçalarla sesli günlüklerini kaydetmeye başlamış. Peter Middleton ve James Spinney’in John Hull’ın günlüklerinden hareketle çektikleri kısa belgesel ‘Rainfall’ Hot Docs 2013’te En İyi Kısa Belgesel ödülünü almış. 2014’te körlüğün içsel dünyasını ortaya çıkaran Emmy ödüllü, ‘Körlük Üzerine Notlar’ın ardından 2016’da aynı filmin uzun metrajlı versiyonunu gerçekleştirmişler.
1971’de İran’da doğan, İran Yeni Dalgası olarak kabul edilen kuşağa mensup olan Shahram Alidi’nin ikinci filmi, ‘Bîranîna Hespa Reş / Kara At Hatıraları’, aynı zamanda ressam ve şair olan Alidi’nin mitolojik ve gerçeküstücü öğeleri kullanan masalsı anlatımı ve olağanüstü şiirselliğiyle sadece seçkinin değil, !f’in en güzel filmlerinden biri.
!f istanbul demek, farklı, özgün, aykırı ve ayrıksı belgeseller de demek.
Değişik bölüm başlıkları altında izlediklerimden en çok ilgimi çekenler
Lübnan kökenli Kanadalı yönetmen, yapımcı ve fotoğrafçı Amber Fares’in ilk uzun metrajı ‘Speed Sisters / Hızın Kızları’, Ortadoğu’nun ilk kadın araba yarışçısı takımının işgal altındaki yaşamın zorluklarına, ekonomik sıkıntıya ve muhafazakâr toplumun baskılarına rağmen tutkularının peşinden giderek pistlerin altını üstüne getirmelerinin esprili öyküsü.
Houston, Teksas doğumlu Trey Edward Shults, kendi aile bireylerine rol verdiği ve kurmaca ile belgesel arasındaki ince çizgiye zekice oturttuğu ilk filmi ‘Krisha’da alkol bağımlılığını cüretkâr bir bakış ve hüzünlü bir mizahla ele alıyor.
1978’de Polonya doğumlu Karolina Bielawska ilk uzun metrajı ‘Mów mi Marianna / Bana Marianna De’ filminde bir yandan çoluk çocuk sahibi bir erkeğin cinsiyet değişimi sürecinin sorunlarıyla baş edişini anlatırken, bir taraftan da gelecekteki bir felç sonrasında iki oyuncuya kendi hikâyesini nasıl oynayacaklarını anlatıyor. Samimiyeti, doğallığı ve sakin anlatımıyla benzer bir öyküyü anlatan gösterişli ‘Danish Girl’den çok daha etkileyici.
İsrailli belgeselci Ido Haar, New Orleans’in döküntü bir mahallesinde yaşayan, gündüzleri yaşlılara bakıcılık yapan, akşamları kendi besteleyip söylediği şarkıları Youtube’a yükleyen, bir avuç takipçisi olan Princess Shaw / Samantha Montgomery’nin öyküsünü anlatıyor. Takipçilerinden, İsrail’de bir kibbutz’da yaşayan müzisyen Kutiman (Ophir Kutiel) evinde Samantha’nın vokallerini şarkı aranjmanı haline getiriyor. Dünyanın öteki tarafında hem ona hem müziğine inanan bu adam sayesinde Samantha milyonların dinlediği bir isim haline geliyor. ‘Thru You Princess / Sayende Prenses’ hem heyecan verici ve sımsıcak bir öykü, hem de günümüz dünyasında iletişimin nereye geldiğini irdeleyen sağlam bir çalışma.
İngiliz Fenton Bailey ve ABD’li Randy Barbato`dan oluşan yapımcı-yönetmen ikilisi birlikte, aralarında sinemada cinsellik üzerine en ilginç araştırmalar arasında yer alan ‘Pornography: A Secret History of Civilisation’ ve ‘Inside Deep Throat’ da olan çok sayıda belgesel çekmişler. Bu kez, ‘David Lynch tarafından yeniden yaratılmış bir James Dean’ olarak adlandırılmış olan, 1989 yılında AIDS’ten ölen sıra dışı ve kışkırtıcı ABD’li fotografçı Robert Mapplethorpe hakkında bir belgeselle karşımızdalar: ‘Mapplethorpe: Look at the Pictures! / Mapplethorpe: Fotoğrafa Bak!’ Bailey ve Barbato bir yandan sanatçının ailesi, arkadaşları, Patti Smith ve diğer her iki cinsten sevgilileriyle çalkantılı yaşamına odaklanırken, diğer taraftan sado-mazoşizmin ve cinselliğin kışkırtıcı fotoğraflarını seyirciyle paylaşıyorlar.