Geçtiğimiz hafta Küba’dan, Küba’daki hayattan ve keşfedilişinden bu yana hangi yollardan geçtiğinden bahsetmiştim. Birkaç vakte kadar Küba yolu gözüktüyse size ve önceki yazıyı kaçırdıysanız mutlaka bir yolunu bulun okuyun. Bu adayı bizzat keşfetmeye karar verenler için Bu Dünyada Bambaşka Bir Dünya: Küba yazı dizisinin ikinci bölümünde hiçbir yere benzemeyen bu ülke için kendi tavsiyelerimi içeren butik bir rehber hazırladım!
Küba’ya gitmeden...
Küba’yı hakkını vererek gezmek istiyorsanız, edindiğiniz Küba rehberinin ya da tur programının yanı sıra, Küba hakkında kitaplar okuyabilir, filmler izleyebilirsiniz! İşte aralarından seçim yapabileceğiniz bir liste. Aslı Pelit’in Siempre Havana isimli gezi kitabını okumak iyi bir fikir olabilir. Ayrıca Çilek ve Çikolata (Fresa y Chocolate) isimli filmi izlemek faydalı olacaktır. Zira Küba’yı ve sosyalizmi anlatan bu filmin çekildiği ev şimdi Küba’nın en ünlü restoranı, ilk sahnesindeki dondurmacı ise Kübalıların favori mekânı. Bunların yanı sıra Küba Emperyalizmi Yargılıyor (Ernesto Che Guevara & Fidel Castro), Savaş Anıları – Küba Günlüğü (Ernesto Che Guevara), Küba Sarı Sıcak bir Pencere (Cüneyt Göksu & Serpil Yıldız), Bir Halkın Günlük Yaşamından Kesitler (Evren Madran) kitaplarını okuyabilir, Memories Of Underdevelopment (Tomás Gutiérrez Alea), The Last Supper (Tomás Gutiérrez Alea), Madagascar (Fernando Pérez), Life is a Whistle (Fernando Pérez), Buena Vista Social Club (Win Wenders), Suite Habana (Fernando Pérez), Death of a Bureaucrat (Tomás Gutiérrez Alea), Lucia (Humberto Solás) filmlerini izleyebilirsiniz.
Havana’da binalar konuşuyor!
Havana’da binalar konuşmakla kalmıyor, resmen tarih anlatıyorlar! Siz ne kadar araştırırsanız araştırın bana kalırsa; okumayı bilene Küba tarihini en güzel şekilde anlatan kitap Küba mimarisi.
Küba mimarisi, Küba’nın keşfinden sonra ilk 400 yıl İspanyol ve Arap stillerinin etkisinde gelişiyor. Bu dönemde yüksek tavanlı, büyük ahşap kapılı, tek katlı taş yapılar yapılıyor. Ve ardından halk zenginleşse de yeni yapılan yapıların bazıları aynı kalıyor, ancak biraz barok tarzın etkileri görülmeye başlanıyor. Tek katlı yapılar iki - üç kata çıkıyor. İşte eski Havana’da muhteşem bina diyeceğiniz tüm binalar da, bu dönemde, yani 18. ve 19. yüzyılda inşa edilmiş ve Küba’nın önemli zenginlerine, politikacılarına ait evler, saraylar.
İşin aslı Küba tarzı mimari diye bir şey olmasa da, bu dönem mimarisindeki bazı işlevsel unsurlar Küba’ya has. Örneğin pencere ve kapıdaki demir parmaklıklar, sıcak sebebiyle her daim açık olan camlardan yabancıların girmesini engellemek üzere, camların üzerindeki vitraylar (Mediopuntos) güçlü güneş ışınlarını engellemek ve sade Küba evlerine renk katmak amaçlı, balkonları birbirinden ayıran demir ayraçlar (Guardovecinos) komşular ile araya mesafe koymak ve geçişi engellemek için, yüksek tavanlı evler ve asma tavanlar (Barbacoas) sıcağın etkisini azaltmak için, apartmanların önündeki kolonlar, yürürken aşırı güneşten ve birden bastıran tropik yağmurlardan kaçmak amacıyla inşa ediliyor.
Ardından Küba Amerikan mandası altına girince Amerikan etkisi kendini Havana mimarisinde de hissettirmeye başlıyor. Çok net bir örnek olarak, New York’taki Astoria Waldorf Hotel’in mimarları tarafından tasarlanan Sevilla Biltmore Hotel’i verebilirim. Şehir bu dönemde batıya doğru büyüdüğünden, Havana’da merkezden batıya doğru ilerledikçe Amerikan etkisini görebiliyor, hangi evlerin bu tarihlerde yapıldığını kolayca anlayabiliyorsunuz. Miramar ve daha batısındaki mahallelerde kendinizi Miami’de dolaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Amerikan stili kaplama cepheli evler, bungalovlar, gösterişli dekorasyonlar, büyük bahçeler ve banliyö stili mahalleler...
Amerikan stili ülkeye gitgide daha çok hâkim olurken devrim gerçekleşiyor. Devrimin ilk yıllarında zenginler ve profesyonellerin ülkeyi terk etmeleri nedeniyle yapı sektörü duraksıyor. Ardından ise, Sovyet stili, işlevsel ve kelimenin tam anlamıyla ‘çirkin’ binalar yapılmaya başlanıyor. Eski de olsa, kırık yıkık da olsa, bu kadar güzel binadan oluşan şehrin ortasında ne işi var şimdi bu binanın diyorsanız, bilin ki o yapı devrim zamanında inşa edilmiştir.
Meydanlardaki ve meydanlara yakın binalar yepyeni, diğerleri dökülüyor diyecek olursanız, bunun sebebi, oldukça yavaş olsa da tüm şehrin restorasyondan geçiyor olması ve bunun da sırayla yapılıyor olması. Bir sokak masallardan çıkmış saraylarla ile süslüyken hemen arkasındaki sokak kırık dökük binalarla doluysa, restorasyonun kaldığı yeri buldunuz demek. Tebrikler!
Hangi şehirleri gezeceksiniz?
Küba’da 60 şehir var. Hepsini bir tatile sığdırmak tabii ki imkânsız. Havana’yı görüp görmemek bir tartışma konusu bile olmamalı. Bunun yanı sıra ben 10 günde Matanzas, Cienfuegos, Santa Clara, Pinar Del Rio, Trinidad ve Varadero’yu gördüm. Pinar Del Rio’da; Küba’nın en önemli gelir kaynaklarından biri olan ünlü purosunun hazırlandığı tütünlerin tarlaları ve fabrikalarını gezebilir, doğa ile buluşabilirsiniz. Varadero bembeyaz kumları, turkuaz denizi ile bir tatil cenneti. Santa Clara, Che Guevara’nın şehri olarak biliniyor ve mozalesi, müzesi burada... UNESCO’nun korumaya aldığı Trinidad ise hem turistik meydanı hem de ara sokakları ile benim favorim.
Kübalı gibi gezin!
Her ne kadar ülkeyi turizme açarken Castro’nun hayali, turistleri Kübalıların hayatlarından mümkün mertebe uzak tutmak olsa da, yıllardır turistlerin ortak hayali Kübalıların hayatlarına şahit olmak. Sizin de bu işte gönlünüz varsa, Küba’yı Kübalı gibi gezmek için benden size bir kaç tavsiye!
San Rafael Sokağı: Zamanında Havana’nın hatta dünyanın en kaliteli dükkânlarını barındıran bu bulvar devrim öncesinden beri Kübalıların en işlek alışveriş sokaklarından biri. Burada dondurmacıdan, kadın iç giyimine aklınıza gelebilecek her şeyi satan dükkânlar yer alıyor. Cıvıl cıvıl olan bu sokaktaki tropikal meyve, sebze ve et bulabileceğiniz büyük pazar mutlaka görülmeye değer. Biraz yürümeniz gerekebilir, sakın bulamadık deyip vaz geçmeyin! Pazara kadar gitmişken biraz meyve tatmanın da zararı olmaz!
Neptuno Sokağı: Kübalıların gezdiği en canlı sokaklardan bir diğeri ise Neptuno. Burada mutlaka dövizle satış yapılan ve güvenlik sebebi ile çantanızı kapıda bırakmak durumunda olduğunuz sizin için küçük, Kübalılar için büyük olan çarşıya girin. Çantanızı gezi arkadaşınıza emanet ederek içeriye sırayla da girebilirsiniz. -2 dakikada turunuzu tamamlayabileceğiniz bu çarşıdaki ayakkabılara, kıyafetlere, telefon kılıflarına bakarken, bu ürünlerin Kübalıların kapıda çantalarını bırakmalarını gerektirecek kadar kıymetli olduğunu aklınızdan çıkartmamaya çalışın.
Coppelia: Havana’nın ünlü dondurmacısı. Havana turu esnasında birkaç yerde Coppelia’yı gördüm ancak sizin gitmeniz gereken, La Rampa’daki 23 ve L’nin köşesindeki, dışarıdan devasa bir gazebonun altında yer alan bir park gibi gözüken kocaman dondurmacı Coppelia. Coppelia’nın önünde anlam veremeyeceğiniz uzunlukta kuyruklar oluşuyor. Ve yetkililer dondurma yemek isteyen Kübalıları 30’lu, 40’lı gruplarla içeri alıyorlar. Bir grubun dondurma yemesini bitirince sıradaki grubu alıyorlar. Ama siz bir turist olarak, yani başka bir deyişle ülkenin en büyük gelir kaynaklarından biri olarak bu sırayı beklemeden turistlere özel yerden de alabiliyorsunuz dondurmayı. Yalan söylemeyeceğim, dondurmanın tadında çok bir numara yok. Olay o dondurmayı yemek için bekleyen insanları görmek… Ve tabii yeri gelmişken: Ünlü Çilek ve Çikolata filminin ilk sahnesi bu dondurmacıda başlıyor. Kıtlık yıllarında geçen filmde, Diego David’e devrime gönderme yaparak “Eskiden içinde çilek parçacıkları olurdu, artık sadece kokusu var...” diyor.
Yara: 1949 yılında yapıldığında ismi Warner Brothers olan, daha sonra Yara olarak değiştirilen bu sinema Havana’nın en büyük sineması. Bu sinema yaklaşık 2500 kişilik ve özellikle cuma - cumartesi akşamları gerçekten dolu oluyor. Yara’nın içerisindeki ufak dükkânda burada oynayan filmlerin afişlerini satın almanız mümkün.
Taquechel: Oldukça büyük bir eczane, hem Küba’nın diğer eczanelerinde de olan doğal ilaçları bulmak mümkün hem de aspirin gibi temel yabancı ilaçları bulabileceğiniz tek eczane burası.
Panderia de San Jose: Bu pastanenin sahibi dünyanın ilk seri üretim yapan ekmek makinesini keşfetmiş ve bugün burada hâlâ aynı makine ile ekmek üretiliyor. -Yazının ilk bölümünde Küba’da zamanın durduğundan bahsetmiştim ya, o mesele işte.- Burada, ‘pastelito de guayaba’ yani tropik iklimde yetişen ve Küba’da sık karşılaşacağınız bir meyve olan guavalı tatlı çörek çok tavsiye ediliyor. Bizzat tattım, ahım şahım bir durum söz konusu değil, sadece fena değil. Çöreğinize eşlik etmesi için hemen yanındaki kahveciye uğrayabilirsiniz. Bu kahveci Kübalılar arasında çok meşhur ve genelde önünde sıra var. Biz bekleyemedik ama zamanınız ve sabrınız varsa deneyebilirsiniz.
Yazının 1. bölümü
https://www.salom.com.tr/haber-98373-bu_dunyada_bambaska_bir_dunya_kuba.html
Haftaya: Turistik harikalar