Turkcell Teknoloji Zirvesi’nin en güzel oturumlarından birisi, Brad Templeton’un otonom (kendini yöneten) arabalar ile ilgili yaptığı sunum idi. Geçtiğimiz hafta gazeteler California’da trafikte giderken kaza yapan Google aracının haberleri ile doluydu ve kinayeli bir şekilde askında teknolojinin henüz hazır olmadığını iddia ediyordu. Oysa detaylara girildiği zaman, bugüne kadar 1,2 milyon kilometre yol kat etmiş olan sürücüsüz otomobil, ilk kez kendi algoritmasındaki bir hatadan ötürü, saatte 2 km hızla giderken, saatte 15 km hızla giden bir otobüse ‘çarpmış’. Tahmin edebileceğiniz gibi hiç kimsenin zarar görmediği bu kaza sonucunda mühendisler algoritmanın daha da iyileştirilmesi için çalışmalara başlamışlar.
İstanbul’da araba kullanan herhangi bir sürücünün, yukarıdakine benzer bir ‘dokundurma’ olayına maruz kalması durumunda, bırakın ‘kendi algoritmalarını’ düzeltmek için düşünmesini, arabadan inmeye dahi tenezzül etmeyeceğini sanırım hepimiz kabul ederiz.
Dünyada yılda yaklaşık 1,2 milyon kişi trafik kazalarında hayatını kaybediyor. Son 30 yılda terör belasına 30 binden fazla can veren ülkemizin, yalnızca son on yılda trafiğe kurban verdiği canların sayısı neredeyse 42 bin. Emniyet müdürlüğünün 2005-2014 yılları arasındaki verilerine dayanarak verdiğim bu rakama göre aynı tarihler arasındaki toplam raporlanan yaralı sayısı 2,2 milyon, toplam raporlanan kaza sayısı da 10 milyonu aşıyor.
Her şeyi ölçüp istatistiklere koymayı seven Amerikalıların yaptığı araştırma sonucuna göre her sene yaklaşık 50 milyar saat direksiyon başında veya yolda geçiyor, bu toplam üretkenlik zamanının yüzde 8’i. Yaşanan kazaların toplam maliyeti de neredeyse yıllık 900 milyar dolar, yani toplam GMSH’nin yüzde 9’u.
Böyle bir tabloyla karşı karşıya iken, yaşanan can ve mal kaybının önüne geçilmesi için farklı bir düşünce yapısı ve yaratıcılık gerekiyor.
Yaşanan endüstrileşme devrimindeki hız ile teknoloji ve yazılım sektöründeki hızı karşılaştırdığımız zaman, hepimizin bildiği ünlü VW ile Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in fıkrası geliyor akla. (Bill Gates Microsoft’un bir seminerinde bilgisayar sektöründeki gelişmenin hızını anlatmak için şöyle bir benzetme yapmış: “Eğer VW firması son 25 yıl içinde bilgisayar sektörü kadar hızlı gelişmiş olsaydı bugün 500 dolara alacağımız arabalara 25 dolarlık benzin koyup dünya turu atmamız mümkün olacaktı.” Birkaç gün sonra VW firmasının bir basın açıklaması yayınlanmış: “Eğer otomotiv sektörü Windows işletim sistemi gibi gelişmiş olsaydı, alacağımız her arabada tek koltuk olacak, diğer koltuklar için ekstra lisans parası ödemek zorunda kalacaktık; arabamız sadece bizim ürettiğimiz benzinle çalışacak; gösterge tablosundaki tüm ikaz ve uyarı ışıkları yerine üzerinde arabanız geçersiz bir işlem yürüttü ve kapatılacaktır yazan tek bir lamba olacaktı. Ayrıca her kazadan sonra arabanın hava yastıkları açılmadan önce bir düğmenin üzerinde hava yastıkları açılacak, emin misiniz? diyen bir ışık yanacaktı.”)
İşin şakası bir yana, ilk motorlu aracın bulunduğu 1900’lerin başı ile bugünü karşılaştırdığımız zaman, hız, güvenlik, konfor, menzil, fiyat gibi konularda belki ilk günlere göre kimi konularda 100 kat, kimi konularda 200 kat ilerde olduğumuzu görüyoruz. Yazılım ve teknoloji alanında ise 1960’ların sonunda Intel’in kurucularından Gordon Moore’un ortaya attığı ve kendi adıyla anılan yasasına (bkz. Moore Kanunu) göre bilgisayar işlemcilerinin kabiliyeti her 18 ayda bir iki katına çıkmaktadır. Bu, 1971 yılında yaklaşık 2.300 adet transistor barındıran bir bilgisayar çipinin 2011 yılına geldiğinde bu sayının 2,6 milyar adede ulaşması anlamına geliyor. Beceri ve kabiliyetler olarak geçen 40 yılda yaklaşık 1 milyar katına çıkan bir yapının bir takım geleneksel sektörler için yapabilecekleri gerçekten çok enteresan.
Bir takım lüks segment araçlarda aksesuar olarak sunulan ‘Şerit takip asistanı’, ‘Park asistanı’, ‘Şehir içi yaya ve kaza önleme sistemleri’, ‘Yorgunluk önleyici sistem’, ‘Adaptif hız sabitleyici (Cruise control)’ gibi sistemler, otonom araçların ilk habercisi aslında. Bu aksesuarların birçoğu, sürücüsüz otomobil araştırmaları yapan firmalar veya otomobil üreticileri tarafından geliştirilmiş, nihai amaca hizmet edecek olan ara ürünler olarak nitelendirilebilir.
Brad Templeton’un sunumundaki en can alıcı cümle şuydu aslında: “Kendini yazılım firması gibi konumlandırmayan veya bu şekilde düşünmeyen her firma yok olmaya mahkûmdur.” Bu tezine örnek olarak verdiği firma ise fotoğraf makinasını mucidi Kodak. 1990’ların ortasında, yaklaşık 25 milyar USD’ye ulaşan şirket değeri ile 150 bine yakın çalışana sahip olan firma, 2000’lerin başındaki dijital dönüşümü inkâr ederek 2011’de iflasını açıklamak zorunda kalmıştı. Aynı yıllarda mobil cihazların da gelişmesiyle sadece 13 çalışana sahip olan Instagram, ilk yılında 1 milyar USD değerle satılmıştı.
Birçok yerde karşımıza çıkan bu benzetmenin araba firmaları için de geçerli olamayacağını kimse iddia edemiyor. Bir benzerini mobil iletişim sektöründe Nokia, Ericsson, Siemens, Motorola gibi oyuncuların yok olarak yerlerini Apple, Google gibi yazılım firmalarının aldığını gören firmalar bu konudaki çalışmalarını hız kesmeden devam ettiriyor.
Bu konudaki mevcut otomobil üreticilerinin, yaklaşımı otomobillerini bilgisayar marifetleri ile güçlendirerek daha akıllı hale getirmeye çalışmak. Yazılım firmalarının yaklaşımı ise tam tersi; ‘Bu kadar marifetli bilgisayarlarımız varsa, bu bilgisayarlara kusursuz şekilde araba kullanmayı öğretebilir miyiz?’
Diğer sektörlerde kazandıkları engin tecrübe ve biriktirdikleri milyarlarca dolar ile Google yaklaşık yedi yıldır bu girişimi destekliyor. Resimlerden görüleceği gibi 20-30 yıl öncesinde sadece çok gelişkin askeri yapıların kullandığı görüntüleme ve radar teknolojilerini barındıran akıllı sistemler ve bunların ‘gördüğü’ ortamın gerçek zamanlı olarak analiz edilerek senaryolara göre hareket etmesi sağlanan araçlar ile trafik kazalarının tamamen önlenmesi ve trafik sorununun ortadan kaldırılması amaçlanıyor. Apple’ın da bu konuda çalışmaları olduğu biliniyor ama birçok konuda olduğu gibi bu konuda da çalışmalar gizlilikle yürütülüyor.
Amerika’nın otomobil endüstrisindeki en yenilikçi firması kabul edilen TESLA firması, geçtiğimiz yıl içinde araçlarına oto pilot özelliğini ekledi. Henüz tamamen sürücüsüz kullanmayı desteklemeyen TESLA, ilerleyen dönemde bu özelliğin tüm araçlarında standart olmasını hedefliyor. TESLA’nın bu tarafta kullandığı teknoloji ise İsrailli Mobileye firması tarafından sağlanıyor. Mobileye, Google ve Apple gibi sürücüsüz araç girişiminin dünyadaki en yenilikçi oyuncularından kabul ediliyor ve önde gelen birçok araç üreticisinin yukarıda bahsettiğimiz teknolojilerini üretiyor.
Ne dersiniz? Amerika’da California, Florida gibi eyaletlerde yasal hale gelmek üzere olan sürücüsüz araçlar, İstanbul gibi bir trafik keşmekeşinin hayat tarzı olduğu bir şehirde kendine yer bulur mu? Bulursa bu kadar uzun süre kaza yapmadan gidebilir mi, yoksa mühendislere ezberleri bozduracak bir performans mı sergiler?