Turistik harikalar
Her ne kadar Kübalı gibi gezmek, Küba’yı yaşamanın en harika yolu olsa da, turistik meydanları, müzeleri, tarihi eserleri görmeden dönmeyin! Gezecek çok yer var fakat not defterimde yıldız almış turistik aktiviteler şöyle…
Plaza Vieja: Havana’da görmeniz gereken birçok meydan var ama sizin için Plaza Vieja’yı seçtim. Plaza Vieja’nın restorasyonuna 2000 yılında başlanıyor. Sekiz yıl süren restorasyonun ardından tamamen yenileniyor. Bu meydanda açık havada oturabilir, keyifle etrafı seyredebilirsiniz.
Camara Oscura: Camara Oscura yani Türkçesi ile ‘Karanlık Oda’ turistler tarafından henüz keşfedilmemiş bir yer. Plaza Vieja Meydanında, Brasil ve Mercaredes sokaklarının köşesinde bulunan sarı binanın en üst katında yer alıyor. Camara Oscura sadece tepede bir noktadan ışık alıyor ve bir periskop yardımı ile dışarıdaki görüntüyü odadaki yuvarlak perdenin üzerine yansıtıyor. 360 derece dönerek tüm Havana’yı gerçek zamanlı olarak görebilmenizi sağlıyor.
Gran Teatro: 1936’da Havana’daki Galiçyalılar’ın Tacon Tiyatro Binası ve hemen bitişiğindeki araziyi alarak inşa ettikleri tiyatro binasının güzelliğini gündüz de görmemek mümkün değil fakat akşam tüm şehir karanlıkken ışıklandırıldığında bir başka olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Biz rastlamadık fakat bale gösterisi varsa bilet almanız tavsiye ediliyor, zira duran zaman, orijinal sahne ve koltukları ile birlikte 19. yüzyılın şatafatına gitmeniz mümkün.
Edificio Bacardi: Türkçesi ile Bacardi binası. Bana kalırsa 1932’de yapılmış bu binada da, üst katındaki terasında da bir numara yok fakat hikâyesinden dolayı görülmesi gerekir diye düşünüyorum.
Rom, şeker kamışından yapılan bir Küba içkisi. Küba’da neredeyse her şehrin kendine özgü bir romu var. En ünlü rom markalarından bir tanesi ise Bacardi. Eğer yaşınız yettiyse ve 1959 öncesi Bacardi’yi tatma fırsatınız olduysa gerçek Bacardi’yi içebilen şanslı kişilerdensiniz demektir. Bacardi aslında Santiago De Cuba’da kurulmuş bir aile şirketi. Devrimden sonra aile Puerto Rico’ya kaçıyor ve şirketlerini de buraya taşıyor. Bu aile bugün anti-Castro ve devrim karşıtı örgütlere en yüksek meblağda maddi yardım yapanların da başında geliyor. Havana’daki büyük Bacardi binası ise bugün küçük küçük birçok ofise ev sahipliği yapıyor.
Malecon: Malecon, 10-12 kilometre uzunluğunda, Türkler tarafından İzmir’in Kordon’una benzetilen bir sahil şeridi. Burası özellikle hafta sonları hem Kübalılar hem de turistler tarafından ziyaret ediliyor ve cıvıl cıvıl oluyor. Öpüşen çiftler, salsa ritimleri çalan müzisyenler, kitap okuyanlar dâhil çeşit çeşit insan görebilirsiniz. Malecon’un bir diğer özelliği Küba’nın, Havana’nın ve sosyalizmin kuzey sınırı olmasıdır. Miami, buradan sadece 90 mil uzaktadır. Bu yüzden Kübalılar Miami’ye, sanki yol tarifi gibi Malecon y 90 (Malecon ve 90) da diyorlar.
Plajda bir gün: Varadero’yu programınıza dâhil ederek bir gününüzü plajda geçirebilir, şanslıysanız tropik bir kuş ile birlikte yüzebilir, kışın ortasında güneşlenebilirsiniz. Otelinizde varsa masaj yaptırmayı da deneyebilirsiniz! Gezdiğinizde anlayacaksınız zaten, burası gerçek Küba değil, tatil keyfi mekânı!
Trinidad: Bu şehirde fotoğraf makinenizi (ya da telefonunuzu) elinize alıp, ara sokaklara dalarak muhteşem kareler yakalayabilir, küçük bir şehirde yaşayan Kübalıların hayatlarına konuk olabilirsiniz. Akşam ise meydandaki merdivenlerde, Casa de la Musica’da oturabilir, müziğin, dansın ve mojitonun tadını çıkarabilirsiniz. Bana kalırsa Küba’nın en iyi mojitosu burada!
Parque Central & Taksi Turu: Tiyatro binasının hemen karşısında yer alan Parque Central günün her saati hareketli. Meydanın tam ortasında Küba’nın ulusal kahramanı olan Jose Marti’nin heykeli yer alıyor. Ölümünün onuncu yılında, yani 1905’te yapılmış. Hemen meydanda, Hotel Parque Central’in önünde (Havana’yı gezdiğimiz her gün temiz tuvaletlerini kullandığımızı söylemem de faydalı bir gezi tüyosu olacak sanıyorum.) sokaklarda sık sık gördüğünüz, 1950’lerden kalmış üstü açık arabaları yan yana dizilmiş bir biçimde göreceksiniz. İster rotanızı kendiniz çizin, ister standart bir şehir turu alın ama Türkiye’de çok yüksek fiyatlarla kiralayabileceğiniz bu arabalarla şehri mutlaka gezin.
Enerjinizi geceye de saklayın!
Küba’da gündüz gezilecek çok yer var ama şehir geceleri de uyumuyor. Biraz yüksek ücretli olmasına karşın La Tropicana’yı izlemenizi tavsiye ederim. 40’lı yıllarda Amerika’da doğan Mambo, 1943 yılında Perez Prado tarafından Havana’nın ünlü gece kulübü La Tropicana’da konuklara tanıtılıyor. Nat King Cole gibi Amerika’da sahne alması yasak olan Afrikalı Amerikanları da Havanalılar ve Havana’ya tatile gelen zenginler ilk defa burada izliyor. La Tropicana’da girişte erkeklere puro dağıtılıyor ve şov boyunca içkiler hatta şampanya ücretsiz. Kostümler, müzikler, danslar 1950’lerden kalma. Bir gecenizi Buena Vista Social Club’a ayırabilir, bir gece de La Zorro y El Cuerva’da canlı müzik dinleyebilirsiniz. -Erkekler için konuşuyorum - gideceğiniz tüm bar ve gece kulüplerinde etrafınız tropik Kübalı kadınlar tarafından çevrilebilir, kimileri birkaç içki, kimileri ise bütün geceyi sizle geçirmek isteyebilir.
İnsanlarla konuşun!
Küba, sokaklarından yapılarına, arabalarından yemeklerine kadar çok farklı bir deneyim. Ancak bana kalırsa gezimizin en ilginç tarafı Kübalılar ile konuşmak, onların hayatlarını, fikirlerini öğrenmekti.
Örneğin yerel rehberlerimizden bir tanesi Amerika’daki çocuk yuvası basılması ve çocukların öldürülmesinden bahsederken şöyle dedi: “Benim için inanılmaz bir haber. Küba’da her yer son derece güvenli ve bu tarz olaylar bizim için çok garip. Küba bugün belki kusursuz değil ama var olan devletler içerisinde en iyisi!”
Başka bir Kübalı Küba’nın ne kadar özel olduğunu anlatmak için Jack Nicholson’la karşılaşmasından bahsetti. “Bir gün yolda yürürken Jack Nicholson’la karşılaştım. Ona Küba’nın en çok nesini sevdiğini sordum. ‘Normal bir insan gibi karşılanmayı sevdim’ dedi. Zira Küba’da ne kadar ünlü olursa olsun herkes aynı...”
Taksi turu yaptığımız şoförün oğluna herkesin bayıldığı Che Guevara ve Fidel Castro’dan hangisini daha fazla sevdiğini sorduğumuzda ise, “Che’yi de Fidel’i de çok sevmiyorum açıkçası. Çok kısa bir zamana kadar başka ülkeye çıkışımız yasaktı. Bu nasıl bir özgürlük anlayışı?! En iyisi Raul... Raul ile birlikte bu taksilere ticari yetki geldi ve değerleri yaklaşık 1000 Euro’dan 15000 Euro’ya çıktı. Ama okuduklarınıza bakıp şaşırmayın, Küba’da bu paraları verebilecek adamlar var...” dedi.
Demem o ki, halkla konuştuğunuzda bazı şeylerin tam okuduklarınız gibi olduğunu, bazı şeylerin ise çok farklı olduğunu görüyorsunuz. Ama ne olursa olsun neredeyse herkesin mutlu olduğunu fark ediyorsunuz. Bana kalırsa Küba’nın en güzel tarafı da bu.
Bunları yemeden içmeden dönmeyin!
Size tavsiyem; tropik bir adaya tatile gidiyor olduğunuz düşüncesinin sizi yemek konusunda heyecanlandırMAması. Zira yemek konusunda beklentilerinizi düşürmeniz tatilden daha memnun kalmanızı sağlayacak. Küba’yı anlatan bir ‘podcast’de yer alan espride; devrimin Küba’dan götürdüğü üç şey için sabah kahvaltısı, öğlen yemeği ve akşam yemeği deniliyordu. O derece vahim yani…
İspanyol mutfağına dayanan, Afrika ve Küba yerlilerinin de etkisini taşıyan Küba mutfağına Kreol Mutfağı deniliyor. 90’lı yıllarda açlık kapıyı çaldığında, Özel Dönem Tarifleri Kübalıların hayatına girmeye başlıyor. Greyfurt kabuğundan yapılmış şnitzel, patatesten yapılmış mayonez, patlıcan tatlısı gibi olmayacak yemekler yapılmak durumunda kalınıyor. Her ne kadar, şimdi durum biraz düzelmiş olsa da Kreol Mutfağının ‘zenginliği’ ile karşılaşmak mümkün değil.
Ropa Vieja dedikleri ilmek ilmek et, siyah kuru fasulye, beyaz pilav, kızarmış muz, kızarmış tatlı patates ve krem karamel Küba klasikleri arasında. Yerseniz... Bence, hazır yemekler çok da süper değilken tercihinizi tavuktan yana kullanın. Zira buradaki tüm tavuklar koşan tavuk.
Havana’da gidebileceğiniz üç tip restoran var. Devlete ait ve Küba pesosu ile hizmet veren restoranlar, devlete ait ve servisi çok daha iyi olan, turistlere özel para birimi CUC ile hizmet veren restoranlar ve halk arasında ‘paladar’ olarak adlandırılan ev restoranları. Eskiden paladarlarda sadece evde yaşayan kişiler çalışabiliyor ve maksimumda 14-16 turiste aynı anda hizmet verilebiliyormuş. Fakat biz gittiğimizde -2016 Ocak- paladarlar, ev lokantası olmaktan çoktan çıkmış, küçük işletme haline gelmişti.
İster Kreol mutfağı tercih edin, ister İtalyan veya farklı bir mutfak; illa doyacak bir şeyler buluyorsunuz. Ancak ümitle gittiğimiz tüm restoranlardan hayal kırıklığı ile çıktık. Yine de birkaç restoran tavsiyesi duymak isteyenler için;
La Guarida, ünlü Çilek ve Çikolata filminin çekildiği paladarın ambiyansı görülmeye değer. Yemekler Küba standartlarına göre gayet iyi. Öğlen yemeği için bile gidecek olsanız birkaç gün evvelden rezervasyon yaptırmayı unutmayın.
Miramar’da balık ve deniz mahsulleri yiyebileceğiniz La Fontana oldukça havalı ambiyansa sahip bir diğer restoran.
Plaza de la Catedral’deki El Patio da en çok tavsiye edilen paladarlardan biri. Canlı müzik çok hoş fakat yemekler tabii ki vasat…
Plaza Vieja’daki Cafe Bohemia’da yediğim İtalyan usulü sandviç epey iyiydi fakat içerisinde Kübalı bir esinti yoktu.
Bizim gidemediğimiz Decameron ve Cafe De’l Oriente de sık tavsiye edilen diğer restoranlar.
Bunların yanı sıra; tropik bir ülkede olmanın avantajı ile Türkiye’de kolay kolay bulamayacağınız, bulsanız da o kadar lezzetli olmayan meyvelere saldırın… Her fırsatta; muz, ananas, Hindistan cevizi, guava ve papaya yiyin! - Sonra, sokakta bulduğunuz her şeyi deneyin. Mısır, sokak cipsleri, beze, churros... Gördüğüm her şeyi tattım, hiç de pişman olmadım!
Yemekten belki yeteri kadar verim alamayabilirsiniz ama konu içmeye gelince aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Ülkenin büyük gelir kaynaklarından bir tanesi şekerkamışı! Ve şekerkamışından rom üretiliyor. Neredeyse her şehre özgü bir rom markası var ve rom bazlı kokteyller harika! Küba’da Mojito ve Daiquiri içmeden dönmeyin! Tavsiyem mümkün mertebe frozen olanları tercih etmeniz. Neredeyse her cafe’de bulabileceğiniz bu içkiler için uzun yıllar burada yaşamış Hemingway’in tercihleri Floridita ve Bodegia del Medio Barları. Biraz turistik hale geldikleri için kalabalıklar. Ama denemeye değer.
Yolunuz Trinidad’a düşerse -ki düşmeli bence- La Canchanchara’ya mutlaka uğrayın. Malikânenin yaklaşık 300 yıl önce sedir ağacından yapılmış çatısının altında, canlı müzik eşliğinde, limon suyu, bal ve Santero marka rom ile yapılan, seramik bir çanakta ikram edilen ve bu bara ismini veren Canchanchara’yı deneyin.
Ingenos Vadisi yakınlarındaki şeker kamışı tarlalarını gezerseniz, şeker kamışı suyundan tadabilirsiniz. Tatmak diyorum çünkü bütün bir bardak içmek için çok şekerli. İçine biraz rom ekletirseniz daha lezzetli oluyor.
Ha, bir de devrim öncesi zamandan kalma Coca Cola fabrikasında üretilen Tu Cola var. Hâlâ 1950’lerin Coca Cola formülü ile üretiliyormuş. Tadı kolalı jelibonu andıran bu meşrubatı da deneyebilirsiniz.