Terör saldırısında yaralanan İsrailli turistler Türkiye´den vazgeçmedi
“İstanbul ikinci evimiz. Bir gün döneceğiz bu kesin, ancak zaman lazım...”
19 Mart’ta İstanbul bir terör saldırısına sahne oldu. Bu sefer kurbanlar misafirlerimiz, İstanbul’u gezen turistlerdi. ‘Gurme tur’ ile İstanbul’a özgü tatları tanımak için gelen İsrailli turistlerin neşe ile başlayan tatilleri çok acı sona erdi ancak onların İstanbul ve Türk insanı sevgisi bitmedi. Turu organize eden David Dudi Califa ve Naama Peled’i, Şalom adına Tel Aviv’deki evlerinde ziyaret ettik.
19 Mart 2016. Bir Cumartesi sabahı. O hafta sonu için tüm İstanbul halkı alarm halinde. Artarda yabancı misyonlardan vatandaşlarına uyarılar geliyor; kalabalık yerlere gitmeyin, gösterilere katılmayın. Bahsedilen tarihse bir bahar bayramı olan Nevruz. Henüz Ankara saldırısının şokunu üzerimizden atamamışken Cumartesi sabah 11’de İstiklal Caddesinde canlı bomba saldırısı ile sarsılıyoruz.
İlk tepkim, “Ne işiniz var orada onca uyarıya rağmen?” Sanki hayat durabilirmiş gibi. Turist olduklarını öğreniyoruz, sonra da çoğunun İsrailli. Bir, üç, beş derken “11 İsrailli yaralı, üç İsrailli ve bir İranlı öldü” haberini öğreniyoruz. Tesadüf olabilir mi? Tek kalabalık onlar mıydı sabahın nispeten erken saatlerinde? Terör saldırıları artık ayda bir duyduğumuz yeni bir Türkiye gerçeği mi olmuştu? Bundan sonra yaşam nasıl devam edecekti?
İstanbul’daki ilk tedavilerinin ardından yaralılar Tel Aviv’deki hastaneye nakledildiler, hayatını kaybedenler ise yaşadıkları topraklara gömüldüler. Tedavisi süren ve evde dinlenen yaralıları ziyaret etmek, hatırlarını sormak istedim. Tel Aviv’deki evlerinde bu gurme turu düzenleyen David Dudi Califa ve Naama Peled’i ziyaret ettim. Tek başıma da değildim. Sayfadaki güzel resimleri çeken arkadaşım Tania Azaryad bana eşlik etti. Üstelik kendi elleri ile yaptığı yufkalı pazı böreğiyle. Yemek tutkunlarına getirilecek en güzel hediye böyle olur diye düşündük; Türk böreği ve Türk kahvesi.
TÜM YARALILAR BİRBİRİNE DESTEK OLUYOR
Dudi ve Naama saldırı sırasında ayaklarından aynı şekilde yaralanmışlar. Şarapnel parçası ayaklarının bir yerinden girip diğer yerinden çıkarken aynı kemiği kırmış. Altı hafta boyunca yere basmaları yasak. Bu sürenin sonunda ameliyata ihtiyaç olup olmadığına karar verilecek.
Dudi gerçek anlamda bir lider. Tüm yaralılar ile kontak halinde, onları nerede otururlarsa otursunlar ziyarete gidiyor, hastanede tedavisi sürenleri takip ediyor. Dört kişi halen hastanede. Yudith’i halen uyutuyorlar, gücünü henüz toparlayamadı. Kocasını kaybeden İnbal travmada ama her geçen gün biraz daha iyi oluyor. Kocasını kaybeden Nitsa’nın on gün sonra hastaneden çıkması bekleniyor, Yudith’in kızı Rotem ise ağır yaralı ancak her gün daha iyiye gidiyor. Diğerleri ise evde. Birbirlerine destek oluyorlar. WhatsApp gruplarında sohbete devam ediyorlar. “Bu değişmiş dünyada birbirimize yardımcı ve destek olmalıyız” diyor Dudi ve her sabah “Bugün daha iyi bir gün olacak” diye güne başlıyor.
Naama ise o günü tekrar ve tekrar yaşıyor. Sabahları yataktan kalkmak istemiyor. Ona güç veren ve güne başlatan ise sevdikleri. “Geceler çok zor. Karanlıktan nefret ediyorum. Sevdiğim insanların, yeğenimin resimlerine bakıyorum ve bu bana devam etme gücü veriyor.” Naama canlı bombanın yüzünü unutmak istiyor, sadece sevdiklerinin ve ona yardım eden iyi insanların yüzlerini hatırlamak istiyor. “Onu fark ettim. O bana baktı ben de ona. Ancak o sırada küçük bir kız çocuğu gördüm pembe paltolu. Dikkatimi ona verince adamı takip etmedim, hemen arkamızda kendini patlattı.” Sordum, İstanbul’a yönelik yapılan terör uyarılarından haberleri yoktu.
O cumartesi günü oldukça güzel başlamıştı. Önce ara sokakta kahvaltı etmiş sonra İstiklal’e çıkmışlardı. Çok sevdikleri bir köftecinin eski yerinin tam karşısında yeniden açıldığını birkaç gün önce keşfeden Dudi heyecanla İstanbul’un en iyi köftecisinin hikâyesini anlatıyordu. O sırada Pnina “resim çekelim” dedi. Resimden bir-iki dakika sonra ise saldırı gerçekleşti. Naama yerde yaralı yatarken hissettiklerini şöyle anlatıyor: “Yerde yatarken fark ettim ki benim bildiğim dünya yok artık. Birinin Gaziantep’ten başka birini öldürmek, birinin hayatını almak üzere yola çıkmasını anlayamıyorum. Sabah bu düşünceyle uyanmasını veya yola çıkmasını kavrayamıyorum. Her zaman bir çözüm olduğunu düşündüm. Bazı şeyleri doğru yapmanın yolu olduğunu düşünürdüm. İsrail konusunda da Filistinlilerin de bir devleti olsun istedim. Ama yerde yatarken ve arkadaşlarımı orada yerde görünce... Birkaç dakika önce birlikte gülüyor, kahvaltı ediyorduk. İşte o zaman anlamadığını anlıyorsun. Olayın ‘Ya sen, ya ben’ olduğunu anlıyorsun. Dindar değildim, Şabat’a bakmazdım ama orada yerde yatarken kendimi Yahudi hissettim. Halkıma, İsrail’e, Tanrı’ya bağımı hissettim. Bunu bu şekilde, yaralı yerde yatarken keşfetmek oldukça üzücü.”
“İSTANBUL’U ÖZLÜYORUZ”
Dudi, hepsinin o gün çok mutlu olduğunu söylüyor. “Hayatını kaybedenlerin son günlerinde çok mutlu olduklarını biliyorum. Bazıları eşlerinin ısrarıyla İstanbul’a gelmeyi kabul etmişti. Mesela Simha, Avi’nin eşi, İstanbul’da birkaç gün geçirdikten sonra “İyi ki gelmişiz her ay gelelim” demişti. Torunlarına hediyeler alıyordu her gittiğimiz yerden. Bir önceki geceki yemeğimiz ise çok güzeldi. Hepimiz masa başında gülüyorduk, sohbet ediyorduk. Sanki [Pesah bayramındaki] seder masasıydı, çok güzeldi, çok özeldi.”
Dudi saldırının ardından ailesine ve tanıdıklarına mesaj atarak durumu haber verdi telaşlanmamaları için. Bunlardan biri de kaldıkları oteldeki görevli hanımdı. Saldırı sonrası hastaneye vardıklarında onları ambülansta karşılayanlardan biri de otel görevlileriydi. Türk Yahudi Cemaati mensuplarının özverili, sıcak desteğini ve yardımlarını unutamıyorlar ve hepsinden melek diye bahsediyorlar. “Hiç tanımadığım biri geldi İsrail’e bizi götürecek uçak gelene kadar yanımda oturdu, benimle sohbet etti. Hafta sonu yapacak çok daha iyi planları olabilirdi ama onlar bizlerle kalmak istediler. İzzet benimle yabancı ülkelerden, gittiğimiz ülkelerden konuştu. Sanki tüm bunlar yaşanmamış gibi beni zihnimde bir seyahate çıkardı. Onunla Tayland’ı konuşmak, sohbet etmek o kadar iyi geldi ki. Yaşadığım gerçeklikten uzaklaştırdı beni. O artık benim kardeşim. Pesah’ta söz verdi, beni ziyarete gelecek” diye anlatıyor Naama. Oysa kapıdaki polis korumasına rağmen çok korktuğunu hatırlıyor. “Herkes bize çok iyi davrandı. Hastanede en iyi odayı verdiler, ellerinden geleni yaptılar bizi iyi hissettirmek için. Önümden geçen başörtülü bir hanım vardı. Bana üzüntüyle başını öne eğerek selam verdi. Oysa o Müslüman ben Yahudiydim. Ancak bunların bu durumda hiç bir önemi yoktu ki. Çok kişi ziyarete geldi. İbranice duymak, hissettiğim dili duymak beni çok rahatlattı.”
“Çok kişi bize mesaj gönderdi, aradı” diye ekliyor Dudi. “Şefler, lokanta sahipleri, gazeteciler, blogerlar, dostlarımız. Tel Aviv’de hastanedeyken ağlamaklı bir ses beni aradı. Köfteciden sonra gideceğimiz Lakerdacı Ahmet. “Beş gündür ağlıyorum” dedi. Başka birinin yaptıkları için özür diliyordu. Bir arkadaşımdan öğrendim Ahmet, olanlar nedeniyle pazar günü dükkânını kapatmış, günlerdir ağlıyormuş. Birçok kişi bizlerden özür diledi. Vali yardımcısı da bunlardan biri. “Elimden ne gelirse sizi rahat ettirmek için yapacağım” dedi hastane odasında. Ona Türk insanını yaşananlara rağmen çok sevdiğimi söyledim. Bunu söylemek benim için önemliydi. Türk halkı yapmadı bize bunu. Türkiye’ye karşı suç işleyen biri yaptı.”
“Bizim dost olmamız çok kolay” diyor Dudi. “Mantığımız aynı. Hepimiz Yakın Doğu’da yaşıyoruz. Ortadoğulu değiliz, İskandinavlar gibi hiç değiliz. Hem yemek herkesi eşitliyor. Bir masa başında oturup bir iki lokma yiyip, bir iki damla içmeye başlayınca karşındakinin milliyeti veya kim olduğunun hiç bir önemi kalmıyor. Sohbet etmeye başlıyorsun. Bunun işe yaradığını biliyorum. Halklar arasında kültürel bir köprü kurulabilir. Bunu yapmaya çalışıyoruz. Amacım sadece insanlara İstanbul’u gezdirmek, Türk yemeğini tattırmak değil.”
Türkiye ile İsrail arasında siyasi ilişkilerin bozulması halklar arasında da bir soğukluğu, düşmanlığı beraberinde getirdi. Söz Dudi’de: “Politikacılar bize sürekli ‘düşmansınız, dost değilsiniz’ diyor. Politik seviyede bir etkimiz olamaz, bunu değiştiremeyiz. Ama kişisel seviyede ufak ufak bir değişim yapabiliriz. Çünkü her turda İstanbul’a getirdiğim 12 kişi Türkiye’nin küçük çapta elçileri olabilir. İstanbul’u ziyaret eden herkesin çok olumlu deneyimleri olduğunu biliyoruz. Bir daha bir daha gelmek istiyorlar. ‘Böyle bir misafirperverlik beklemiyorduk’ diyorlar. İnsanlar bize karşı çok nazik. İsrailli olduğumuzu saklamıyoruz. Her bizi gördüklerinde sevindiklerini hissediyoruz. Dostum diyor, kardeşim diyor bizi karşısında görünce. Bunlar başarılı lokantalar, dükkanlar bize ihtiyaçları yok. Ama bizim tekrar ve tekrar gitmemiz onlara yapılabilecek en güzel iltifat. Yemeğiniz çok lezzetli demenin en güzel yolu. Nereden geldiğinizin önemi yok. Türkler İsrail’e gelirlerse aynı şekilde sıcak karşılanacaklarına eminim. İstanbul’u özlüyorum. Ne zaman hazır olacağımı bilmiyorum, ama mutlaka tekrar İstanbul’a gideceğim. Grubumuzdakiler de İstanbul’a dönmek istiyor. ‘Bize borcun var şu lokantada yiyecektik’ diyorlar. Hesaplar benden ne zaman hazır olursanız diyorum.”
Naama için de İstanbul çok özel. “Mutlu olduğum, annemlerin evinden çok ziyaret ettiğim bir yer İstanbul. 2,5 senede 30 defa ziyaret ettik. Benim şehrim, tıpkı Tel Aviv gibi. Tüm alışverişimi oradan yapıyorum. Hatta iki ülke ilişkileri de düzelirse İstanbul’a talep artar, biz ayda iki tur götürürüz diyorduk. Hayalimiz vardı, bir ev kiralayalım, yılın 3-4 ayını İstanbul’da geçirelim diyorduk. Saldırıdan sonra sürekli bunu tekrarlamışım, “hayal bitti, hayal bitti” diye. Ne zaman tekrar İstiklal’e gidebileceğimi bilmiyorum. Oysa herkesi, her şeyi özledim. Son iki yıldır doğum günümü İstanbul’da kutluyorum. Bu sene İstanbul’da kutlayamayacağım...”
PS: 6 Nisan Naama’nın doğum günü. Şu an arzuladığı gibi İstanbul’da değil ama ona bizlerden, İstanbul’dan ‘lezzetli’ bir doğum günü mesajı yolluyoruz: Happy Birthday Naama! Get well soon. Istanbul is waiting for you!