Geçtiğimiz pazar sabahı, denize bakan güzel balkonunda kahvaltı ettikten sonra İstanbul Modern’deki üç keyifli sergiyi gezdik: ‘Sanatçı ve Zamanı’, ‘Habitat’ ve ‘Yok Olmadan’…
Elda Sasun
İstanbul Modern, ‘Sanatçı ve Zamanı’ adlı koleksiyon sergisi ile sanatçıların zaman fikri etrafında birey olarak kendilerini ve çalışmalarını nasıl konumlandırdıklarını irdeliyor. Sergi, sanatçının zamanı ile toplumun, kültürün, tabiatın ve evrenin zamanı arasında kurulan bağa ve hesaplaşmaya dair bir düşünce alanı öneriyor. Geçmişten geleceğe farklı zamanları, belirli ortak temalar çerçevesinde bir araya getiriyor.
Sergi, sanatçıların kendi zamanlarını nasıl deneyimlediklerine, geleceğe akan, hızlanan hayata karşı duydukları endişe ve hayal kırıklıklarına, biraz değişik, sanatsal bir bakış açısı getirmeye çalışmış. Aynı zamanda sanat yapıtının, gelip geçicilik ve değişimi karşısında sorular sormuş. Sanat yapıtları hangi zamanların içinden geçerek şimdi, şu an izlediğimiz zamanın parçası olurlar? Başka yapıtlarla kurdukları zamansal ilişkinin anlamı nedir? Sanat yapıtları hangi koşullara direnerek veya parçası olarak gelecek zamana kalırlar?
‘Sanatçı ve Zamanı’, Türkiye’nin köklü düşünür ve edebiyatçılarından Ahmet Hamdi Tanpınar’ın (1901-1962) “ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” sözlerini de bir çıkış noktası olarak belirliyor. Tanpınar’ın zaman fikri etrafında, farklı coğrafyalardan sanatçıların geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki kendilerini sorgulamalarını sunuyor. Bugünün doğa algısına olan dönüşümü, kimlik arayışlarını, varoluş sorgulamalarını, feminist yaklaşımları, yeni kent kültürünün dayattığı sorunları, savaş, ölüm ve yıkım karşısında verilen mücadeleyi, su kültürü ve bir boğaz kenti olan İstanbul etrafında gelişen hayat hikâyelerini ve Anadolu insanını tanıma çabalarını ortak duygular etrafında yan yana getiriyor.
Sanatçıların zamanlar arası varoluş serüvenlerine dair bir yol haritası sunan sergide Ara Güler, Albert Bitran, Fahrelnissa Zeid, Aliye Berger, Semiha Berksoy, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Tony Cragg, Taner Ceylan, Bedri Baykam, Canan Tolon, Nil Yalter gibi taninmiş sanatçılar yer alıyor.
İç kısımlara ilerlediğimizde beni çok etkileyen bir bölüme geldik. Karanlık bir odaya giriyorsunuz, nostalji dolu bir melodi eşliğinde sunulan görüntü sizi karşılıyor. Beyaz duvarlı galeriye girişte, karşınıza, projeksiyonla yüzü hareketlendirilmiş, şarkı söyleyen bir kadın heykeli çıkıyor. Bu heykele kısa bir süre bakıp, kulağınıza gelen kadın sesini dinleyince, karşınızdakinin ünlü sanatçı Sertab Erener’in gerçek ölçülerde yapılmış heykeli olduğunu anlıyorsunuz.
“Sevda yaman bir çile / Çekenler düşer dile / Ayrılık ölüm gibi / Giden gelmiyor Leyla…”; ‘Üzgünüm Leyla’ şarkısının bu etkileyici sözleri, bir moda tasarımcısı olan Hüseyin Çağlayan’ın hazırladığı, Sertab Erener’in görüntüsü ve sesiyle canlandırdığı videoda yankılanmış. Görüntüyü birkaç kez seyretmek için projeksiyonun verildiği salondaki banka oturduk. İlk kez Londra’daki Galeri Lisson’da sergilendi. 2011 yılında ise Galerist’e konuk oldu. 2014’te İstanbul Modern’in ‘Çok Sesli’ adlı karma sergisinde sergilenen eser, şimdi de müzenin kalıcı yapıtları arasına katıldı. Sergi, 31 Aralık’a kadar açık.
HABİTAT
İstanbul Modern’in diğer bir sergisi olan, güncel fotoğraf sergisi ‘Habitat’, yaşam alanları üzerine farklı bakış açılarını bir araya getiriyor. Her geçen gün yeniden tanımlanan mekân kavramının izini süren sergi, İstanbul Modern Fotoğraf Danışma Kurulu tarafından seçilmiş 13 sanatçının üretimlerine ev sahipliği yapıyor.
Bir organizmanın yaşadığı ve geliştiği yer anlamına gelen habitat, yaşamın ve çatışmalarının sahnesini tanımlayan kavramlardan biri. Hayatta kalabilmek ve soylarını devam ettirebilmek için tüm canlılar, bulundukları ortama uyum sağlamak ya da sürekli bir arayış içinde yer değiştirmek zorunda kalıyor. Biyolojik, kişisel veya siyasi alanları belirlemek için çekilen sınırlar, çoğu zaman çelişki ve çatışmalar doğuruyor.
Metropollerin bitki örtüsü ve kırsal alanlar üzerindeki iktidarı, değişen politikalar ve nüfus dengeleriyle sürekli geri dönüşüme maruz kalan şehir hafızası, barınma hakkı için verilen yaratıcı mücadele gibi konular, var olabilmek için gereken temel ihtiyaçlara dikkat çekiyor. İş bulabilmek veya sadece “kendini bulabilmek” için kat edilen yollar, duvarlar arasında çıkılan yolculuklar, çizdiğimiz fiziksel veya hayali sınırlar yaşam ve mekân algımızı çerçeveliyor. Kendimizi daha güvende hissetmek için savunma veya saldırı tercihlerimiz yaşam stratejilerini belirliyor. Nihayetinde yaşamlarımızın ortak sahnesi olan habitat üzerinde söz sahibi olma çabamız; çaresizlik ve iktidarın, hayaller ve gerçeklerin farklı temsillerini bir araya getiriyor. Sergi, 22 Mayıs’ta sona eriyor.
YOK OLMADAN
5 Haziran’a kadar sürecek sergi, müzenin alt katında yer alıyor. Doğa ve sürdürülebilirlik üzerine bir sergi olan ‘YOK OLMADAN’, İstanbul Modern’in 2016 yılındaki ilk ana sergisi. Sergi, doğayla ilgili araştırmalar yapan ve ekolojik meseleleri sanatsal temeline alan sanatçılardan bir yelpaze sunuyor. Farklı dönemlerden sanatçıların doğaya bakış açılarını, doğanın değerini, onu her gün biraz daha kaybederken, insanın farklı yorumlarını yansıtmış. Sergide, Türkiye ve farklı coğrafyalardan yirmi sanatçı ve sanat grubunun resim, heykel, yerleştirme, fotoğraf ve hareketli görüntülerine yer veriliyor.
Doğa ve sanat ilişkisini yorumlayan sanatçılar arasında Roger Ackling, Bas Jan Ader, Alper Aydın, Bingyi, Jasmin Blasco ve Pico Studio, Elmas Deniz, Mark Dion, Hamish Fulton, Rodney Graham, ikonoTV ‘Art Speaks Out’ (Sanat Sözünü Sakınmıyor) Maro Michalakakos, Joni Mitchell, Yoko Ono, Camila Rocha, Canan Tolon ve Pae White yer alıyor. Bir odanın kapısını aralıyorsunuz ve karşınıza tahta mezarlar içinde yer alan zeytin ağaçları çıkıyor. Bir an nefesiniz kesiliyor ve öyle kala kalıyorsunuz.
1997’den bu yana ahşap tabutlar ve bitkilerle bir dizi çalışma yapan Yoko Ono’nun ‘YOK OLMADAN’da sergilenen ‘Ex It’ adlı yerleştirmesi barışın, yeniden dirilişin, ölümsüzlüğün simgesi kabul edilen zeytin ağaçlarını ahşap tabutların içine yerleştirerek sunuyor. Yakından baktığınızda yüreğinize işleyen bir manzara. Sergi kapsamında bu eserin sergilendiği son gün olan 20 Mart’ta, ‘Zeytin Üzerine Konuşmalar’ adlı bir etkinlikle, Adatepe Zeytinyağı Müzesi ve TEMA Vakfı yönetiminden konuşmacılar, zeytin ve zeytin ağacının kültürel tarihi, doğadaki konumu ile ilgili bilgileri paylaştı. Etkinlik sonrasında sergide yer alan zeytin ağaçları TEMA tarafından toprağa ekildi. Ölümü sembol gösteren tabutlardan çıkan zeytin ağaçları hayatı, adeta tabiatın yaşam farkındalığını hatırlatmak istiyor bize. Acımasızca katledilen tabiatın direnişini “uyanın artık” demek istercesine sanat sembolleriyle sunuyor.
Bu suretle biz insanların neden olduğu, güzelim doğayı yıpratan eylemlerimizi, sarsıcı eserlerle ortaya koyuyor. Aynen Maro Michalakakos’un boynu bacağına sarılmış flamingosu gibi…