‘Pitoresk İstanbul’, 19. Yüzyıl oryantalist ressam ve seyyahlarının algıladıkları, yaşadıkları ve resmettikleri İstanbul’u bizlere sunuyor.
Sanatları birbirinden ayıran sınırların aşılması çağımızın başlıca özelliklerinden biri.
Artık sanatın dili, salt kendi öz anlatım disiplininde kalmayıp çoklu etkileşim ve yaratım aracı olarak kullanılmak isteniyor.
Resim, müzik, film, bale, tiyatro, edebiyat, şiir; hepsi iç içe veya bir kısmının bir arada sergilendiği sanat dalları günümüzde sıkça karşımıza çıkıyor.
Müzikle baleyi, şiirle resmi, heykelle ışığı ve renkleri, filmle müziği ayıramadığınız gibi birlikteliklerinden de farklı hazlar alacak sunumlarla karşılaşmaktayız.
Bugün bu sanatlar birbirleriyle doğrudan bağlantısı olsun ya da olmasın, iç içe giriyor ve birbirlerinin biçimlendirme ögelerini kendi biçim dilleri içinde eriterek bütünleştiriyorlar.
İşte böyle bir sunum da bu günlerde, eski İstanbul’a uzanan 200 yıllık bir yolculukla karşımıza çıkıyor.
19’uncu yüzyıl Avrupalı ressam ve seyyahların gözünden derlenmiş Osmanlı’nın İstanbul manzaraları, İstanbul’un geçmişine uzanan bir zaman yolculuğu gibi karşımıza dikiliveriyor.
Fotoğrafın henüz doğmadığı ve belgeleme çalışmalarının özellikle ‘gravür’ metoduyla yapılarak çoğaltılması geleneği yüzyıllardan beri karşımıza çıkar.
Osmanlı’nın ulaşılamaz ve gizemli coğrafyasına yolculuk, özellikle 19. yüzyıl oryantalist ressam ve seyyahlarının ilgisini çeker.
‘Pitoresk İstanbul’ bu ressamların İstanbul’u algıladıkları, yaşadıkları ve resmettikleri İstanbul’dur.
Fransızca bir kavram olan ‘pitoresk’, “Yüzyıllar öncesinin mimarisi ya da manzaralarından resmedilmeye değer cezbedici ve gizemli güzellikleri” anlamını taşıyor.
İstanbul gravürlerinin peşi sıra sunulduğu dev ekranlarda, sesler, ışık ve müziğin hatta, sözlerin de etkisiyle harmanlanan bir zaman yolculuğu ile karşı karşıyasınız adeta.
Sergi 1800’lü yıllarda İstanbul’a gelen Antoine Melling, Joseph Schranz, Thomas Allom, William Henry Bartlett, John Frederic Lewis ve İvan Ayvazovski’nin İstanbul’unu dev boyutlu perdelerde canlandırıyor.
Bu canlandırmanın sizle sahnelediği dünyanın içine bir seyyah konukmuşçasına karışıp müziğinde coşkulu ritimleriyle soluk alıp veriyorsunuz.
Sunumda izlediğimiz ve müzikler eşliğinde yüzyıllar öncesinin mimarisini ya da manzaralarını gizemli güzellikler olarak tanımlayan ‘Pitoresk’i dünyada en çok hak eden şehirlerin başında İstanbul geliyor.
Pitoresk İstanbul dijital sergisi 200 yıl öncesine gizemli ve çok özel bir yolculuk sunuyor. Bu yolculuk, müzik direktörlüğünü Anjelika Akbar’ın, düzenlemelerini Emre Aracı’nın yaptığı özellikle Guatelli Paşa, Luiggi Arditti, Cemil Bey, Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülmecit’in besteleriyle ‘Osmanlı Sarayında Avrupa Müziği’ olarak derlediği müziklerle sunuluyor. Ayrıca düzenlemelerin Angelika Akbar’ın yaptığı J.S. Bach yapıtları ve kendi bestelerinden oluşan bir seçki de bu yolculuğumuzun eşlikçisi…
İstanbul’u en çok resmeden isim olarak bilinen, Ermeni asıllı Rus ressam, Ayvazovski ilk olarak 1845 yılında İstanbul’a geldi. Osmanlı Sultanları Abdülmecid, Abdülaziz, V. Murat ve II. Abdülhamit dönemlerinin saraya en yakın ressamlarından biri oldu. Marinist ressam olarak ünlendi. Deniz dalgalarının resimlerindeki gerçekçi tasvirleriyle ‘Deniz resimlerinin şairi’ olarak da anılır.
19. yüzyılın düşler kenti İstanbul, şehri gerçekte görmemiş ressamlara bile ilham kaynağı olmuştur. İstanbul’u görmeden çizen ressamların en ünlüsü John Frederick Lewis’dir.
İstanbul’u daha önce ziyaret eden Coke Smyth’in desenlerinden yararlanarak yaptığı İstanbul görünümleri kentin ‘pitoresk’ sıfatını ne kadar hak ettiğini gösterir niteliktedir.
Mimari yaklaşımların öncelik kazandığı Lewis’in İstanbul tablolarının ayrıntı zenginliği hayranlık uyandırır.
Pitoresk Doğu, Lewis’in tüm tablolarında hâkim bir anlayıştır. Nüfusu 500 binleri bulan payitaht İstanbul’un sakinliğini ve kayıkçıların kürek şıpırtılarını, martıların seslerini özellikle Guatelli Paşa’nın kasidesinde duyar gibi olursunuz.
Antoine Melling dönemin Almanya topraklarında doğdu. 1802’ye kadar geçen bir süre, 18 yıl İstanbul’da yaşadı. Mimarlık eğitiminin ve gravür yeteneğinin yapıtlarını gerçekçi bir belgesel boyuta taşımış olması şaşırtıcı özelliktedir.
Himayesinde yaşadığı Hatice Sultan ile yazışmalarında, birlikte geliştirdikleri, Latin harflerini kullanarak, Osmanlıca Türkçesinde yazı diliyle görüşmelerini ileri düzeyde olağanüstü bir dostlukla ve sevgiyle yürütebiliyordu.
Melling, resim sanatı ve mimari yetenekleriyle İstanbul’da saray, yalı ve çeşitli elçilik binaları inşa etti. Hayranı olarak yaşadığı İstanbul’un resimlerini yaptı. Saray mimarı olarak, Osmanlı Devleti’nin hizmetinde bulundu.
Müzikte mekansallık arayışının kökü çok gerilere, ta Ortaçağa kadar uzanır. Burada sözünü etmek istediğim mekansallık, tınısal bir mekan duygusu oluşturması değil, müziğin mekan içine yerleştirilmesi demektir. Seslendirilen yapıtın mekânın belli yerlerinden etrafa yayılması değil, tınıların mekânın değişik yerlerinden gelerek dinleyiciye ulaşmasıdır.
Bu olağanüstü sergide, “müziğin resim gibi bestelendiği ve mekân ile birleştiği” 19. yüzyıl İstanbul yapılarında adeta gerçek boyutlarında geziniyor, yapıların ve mekânın bir parçası olurken zaman tünelinde yolculuk ediyorsunuz. Hele avuçlarını sıkıca tuttuğunuz bir yolculuk arkadaşınızda yanınızdaysa yaşadıklarınızın kanıtını paylaşırken o yılların İstanbul’unun da bir parçası oluyorsunuz.
Bu, tarih, müzik araştırması ve enstalasyon çalışmaları, gravür ve tabloların büyütüldüğünde ortaya çıkardığı ilginç detayların yer aldığı sergi, İstanbul Deniz Müzesinde 22 Mayıs’a kadar sergileniyor, mutlaka gezmenizi salık veririm…