Agada’nın tamamını okuyor musunuz, atlıyor musunuz, hızlı mı, yavaş mı soruları havada uçuşurken aslında hepimizin, Agada’nın okunması esnasında sabırla Agada’nın sonundaki “Yahalulu”, “Dayenu” ve “Matsa-Maror-Harozet Sandwich” üçlemesini beklediğimizi fark ediyoruz. Bunlar Agada’nın hem en eğlenceli kısımları hem de Agada’nın sona ermeye yakın olduğunu gösteren semboller… Bizim için değeri büyük… Biz tüm bunları konuşadururken, hepimiz aslında apartmanın içerisindeki o kokuyu ne kadar sevdiğimizi, bayramın tüm aileyi bir araya getirmesinin bizi nasıl sevindirdiğini ve geleneklerimizi çocuklarımıza aktarmak istediğimizi düşünüyoruz. Bunları tekrar dile getirmemize dahi gerek yok... Modern çağa ayak uydururken asimile olmamak için ancak bu gibi değerlere tutunarak ayakta kalabileceğimizi zaten biliyoruz… Kapı pervazında vedalaşırken bu sefer birbirimize bir de “Hag Sameah” diyoruz, çünkü yarın bayram, çünkü biz ailelerimizden bayram öncelerinde tüm arkadaşlarına “Hag Sameah” demeyi, bayram tebriği için ihtiyaçlılara bağış yapmayı, kocaman sofralarla yakınlarımızı misafir etmeyi öğrenmişiz. O minicik “Hag Sameah – İyi Bayramlar” cümlesi, hepimizin içini ısıtıyor ve bize kim olduğumuzu hatırlatıyor. RİKA KURİEL – www.avlaremoz.com
İzmir Kemeraltı’nda on yıllardır esnaflık yapan 80 yaşındaki Musevi bir beyefendi vefat etmiş. Müslüman arkadaşları, caminin ses sisteminden bunun çevreye duyurulması için müftülüğe başvurmuşlar. Ancak, buna izin verilmemiş. Başvuruyu yapan Müslüman esnaf komşu, 17 yıl önce başka bir Musevi vefat ettiğinde böyle bir duyurunun yapıldığını söylüyor. Kendimizle övünürken bahsetmekten zevk aldığımız hoşgörümüz anlaşılan giderek buharlaşmış (aslında neredeyse hiç yoktu!). Yalnız burada daha karmaşık bir durum var. Musevi beyefendinin kozmopolit İzmirli esnaf komşuları onu seviyor ve hatırasına son bir jestle selam vermek istiyorlar. Burada, hoşgörüsüz davranan, ülkenin dini anlayışını ve yaşantısını tekelleştirme, tek tipleştirme ve devletleştirme için kurulmuş olan Diyanet. Üstelik, 17 yıl evvel almadığı bu katı tavrı şimdi almak durumunda olması daha da üzücü.
Hiç kimsenin Musevi esnaf için sala okunsun diye bir talebi yok. Ki bana sorsanız, “Okunsun, ne mahzuru var?” derim. Sadece, ezan dışında kaybolan çocuktan, bulunan ineğe kadar farklı duyuruların yapıldığı ses sisteminden, ölen bir insan evladının, bir komşunun, bir babanın haberini verme talebi var. Ancak, anlaşılan o ki, ya 17 yıl önceki müftü, İslam’ı daha evrensel, şehirli (yani medeni) ve insani yorumlayan birisi idi ve şu an böyle bir müftü orada yok.
İhsan Yılmaz
http://www.meydangazetesi.com.tr/din-diyanet-vefa-vefat-eden-musevi-komsu-makale,3176.html
OKUYUNCA önce üzüldüm. Sonra hayret ettim. Sonra merak ettim.
Olay, ilgiyle izlediğim Zete internet sitesinde önceki gün yayınlanan bir yazı ile yayıldı. Yazıyı Sedat Kaya isimli bir İzmirli, çok akıcı, samimi ve sıcak bir üslupla yazmış. İzmir’in Konak ilçesinde, çevrede Basmacı Yusuf diye bilinen Yusuf Hobe isimli bir Yahudi vatandaş 14 Nisan gecesi hayatını kaybetmiş.
İzmir Hisar Camisi çevresinde bir dükkânı varmış ve çevre esnafı tarafından çok seviliyormuş. Çevredeki esnaf çok üzülmüş ve gece öldüğü için ilan erilemediğinden Hisar Camisi’nin imamına başvurup, bir ilan yapılmasını istemişler.
İmam reddetmiş. Bunun üzerine, aralarından biri Konak İlçe Müftülüğü’ne başvurmuş, o da reddetmiş. Sonunda işi Diyanet’e kadar götürmüşler, orası da reddetmiş. Çok üzüldüm ve işin aslını araştırdım.
HİSAR Camisi çevresi çok iyi bildiğim bir yerdir. Rahmetli babamın dükkânı oradaydı. Cuma namazına çoğunlukla o camiye giderdi. O nedenle merak edip Ege temsilcimiz Deniz Sipahi’ye sordum, o da araştırdı. Ayrıca DHA da konunun üzerine gidip ayrıntılı bir haber hazırlamış.
Cami imamı böyle bir başvurudan haberi olmadığını söylemiş. Çevredeki esnaftan bir kişi önce Konak İlçe Müftülüğü’ne, sonra da Diyanet İşleri Başkanlığı’na telefon ettiğini, her iki yerden de ret cevabı aldığını söylemiş.
Kısaca işin aslını öğrenemedim. Beykoz Konakları’ndaki evimde, haftada ikiüç defa, yakınımızdaki camiden yapılan ölüm ilanlarını işitiyorum.
Bana hayırlı bir hizmet olarak görünüyor. Düşündüm.
Bu ülkede 36 ay askerlik yapmış, vergilerini ödemiş, çevresine kendini sevdirmiş, cuma namazlarında Müslüman komşuları rahat namaz kılsın diye kartonları kendi eliyle dükkânının önüne sermiş bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının ölümü niye camiden ilan edilemez? Diyanet yetkilileri lütfen aydınlatın beni...
Nedir bu olay? Doğru mudur? Bir hemşerimizin ölümünü ilan edemeyecek kadar sekterleşti mi bizim inancımız? Cumhurbaşkanımız, Yahudilerin dini bayramlarını resmi açıklamalarla kutlarken, ramazan günlerinde Yahudi,
Ortodoks, Katolik, Protestan temsilcilerle aynı masada oruçlar açılırken, ülkemizin en özgürlükçü şehrinde böyle sekter bir tutum olabilir mi?
Ya yalanlayın, rahatlayayım... Ya da doğrulayın, gerekçesini öğreneyim.
Yoksa üzüntümden kahrolacağım…
Ertuğrul Özkök
http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ertugrul-ozkok_10/hisar-camisinde-ne-oldu_40091554#
Kemeraltı esnafından bir başka vatandaş vefat etti. Yusuf Hoba. Museviydi. 78 yaşındaydı. 50 senedir çarşıdaydı. Yarım asır… Basmacı Yusuf lakabıyla tanınırdı. Gençliğinde sırtında tablayla mahalle mahalle dolaşarak kumaş satardı. Çalışmış didinmiş, Hisarönü’nde kiracı olarak girdiği 25 metrekarelik dükkânı satın almıştı. Tabelasına gururla yazmıştı: Yusuf Tuhafiye.
(…) Doğma büyüme İzmir çocuğuydu. Ailesi 500 senedir İzmir’deydi. 36 ay askerlik yaptı. Sivas ve Erzurum’da. Şöyle çavuştum, böyle nöbet tuttum filan, hepimiz gibi ömrü boyunca askerlik hatıralarını anlattı. Bir kızı bir oğlu vardı, yedi torunu oldu, torunları için deliriyordu, torununun çocuğunu bile görebilme şansını yakaladı.
Cuma günleri Hisar camisi dolar taşar, Cuma namazı sokaklarda kılınır. Gidin sorun, Hisarönü’nde herkes anlatır… Basmacı Yusuf, seccadelerin altına sersinler diye, karton biriktirirdi, özenle katlar, deposunda saklar, Cuma namazına gelenlere dağıtırdı, namazdan sonra toplar, özenle katlar, bir sonraki Cuma namazı için deposuna kaldırırdı. 50 sene… Komşularına güleryüzle “selamün aleyküm, hayırlı işler” demediği bir sabah bile olmadı. Esnafın ağabeyiydi.
Vefat etti.
(…) Bu ülkenin namuslu yurttaşı basmacı Yusuf, İzmir’de doğdu, İzmir’de yaşadı, İzmir’de toprağa verildi. Biz İzmirliler, onun hemşehrileri, komşuları, arkadaşları, kardeşleri… Utancımızdan yerin dibine girdik.
Yılmaz Özdil
http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/yilmaz-ozdil/cenazede-sopen-mi-calsak-itri-mi-1192428/
Diyanet insanlığa koşarken mevzuata takıldı. Bu nasıl bir açıklama? Neymiş, 'vatandaşın dini inancıyla ilgisi yokmuş' halk arasında buna ufak at da civcivlerde yesin diyorlar. Siz bu açıklamaya inandınız mı? Siz ikna oldunuz mu? Madem mevzuat engeldi, o zaman ne için, neden, hangi sebeple o kadar yerle konuşturdular da, niye bir tanesi de bu mevzuatın engel olduğunu söylemedi. Adeta halk arasında sıkça kullanılan dut yemiş bülbüle döndüler yani sustular?
Kaldı ki camide daha önceki yıllarda, kaybolan bir çocuk için anons yapılmıştı. Tamamen insani bir hareketti. Hoparlöre bir şey olmamıştı. İnanın Yusuf amcanın duyurusu da yapılsaydı hoparlörün abdesti bozulmazdı. Ama insanlık yücelirdi. Neymiş 'ç' bendine göreymiş. Breh breh breh… Mevzuat bu ya, ayet değil. Mevzuatta papazlarla, hahamlarla iftar yemeği yemek, üçleme açmak, papazlar tarafından kutsanmak, dinlerarası diyalog var mı? Allasen bunlar var mı o mevzuat hazretlerinde.
Diyanet İşleri Başkanlığı Yusuf Amcaya son görevimizi yapmamızı engellerken insanlara Cuma hizmeti yapan Yusuf Amcayı öbür tarafta güldürdün ve yaptığın bu açıklamayla güldürmeye devam ediyorsun. Belki sizin de sınavınız bu. Sonuçta her şey imtihansa… Bu da bir imtihan olsa gerek.
Vatikan'ın yoldaşı olurken, insanlık yolunda mevzuat hazretlerine takılanlar, ülkemizde alışık olmadığımız bir işe imza attılar. Üçleme kurdelesi kesenler de bu işe mevzuat diyecekler mi? Ortadoğu'nun en büyük fetva makamı denilen diyanet böyle bir konuda fetva veremiyor mu?
Ya arkadaş, bir yanlışlık oldu, telefona çıkan herkesin basireti bağlanmış, alışık olmadığımız bir durum, diye bir açıklama yapsaydınız daha iyi, daha insani olmaz mıydı? Türk Milleti sizi daha haklı görürdü, bu açıklamanızdan ötürü takdir ederdi. Mevzuatın değiştirilmesi gerekir diye ekleseydiniz… Millet size işte şimdi tam bir insani davranışta bulundunuz derdi. Lakin mevzuatın uygulamasıdır demek, Ortadoğu'nun en büyük fetva makamı olduğu iddia edilen bir kuruma yakışmadı.
Ne mevzuatmış be. Bu olay bize gösterdi ki bu mevzuatın değişmesi gerekiyor diyemediniz? Ne yapacaktık kardeş, bir davulcu tellal tutup, çala çala güm, güme de güm güm deyip ardından adamı 'Yosef Hoba öldü.' güm güm 'Cenazesi saat 16.00'da Altındağ Musevi Mezarlığından kaldırılacaktır' güm güm 'Duyduk duymadık demeyin' diye bağırtsa mıydık? Bu sizleri daha mı mutlu ederdi?
Fikri Atılbaz
http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?id=21967
Yıl 1939. Nazi baskısı yüzünü göstermeye başladığında Anny Stern adlı genç kadın, Çekoslovakya’dan ayrılmaya karar verir. Bunun için annesine de ısrar ettiğinde, o dönemde 70’inde olan Mina Pachter “Siz gidin, yaşlılara bir şey yapmazlar” der.
Stern, eşi George ve oğlu David’le birlikte Filistin’e göç eder.
1969’da, yaşadığı Manhattan’da bir telefon alır. Karşıdaki ses önce “Anny Stern siz misiniz?” diye sorar, olumlu yanıt alınca da “Size annenizden bir paket var…” der.Annesi 25 yıl önce toplama kampında ‘açlık’ ve hastalıktan ölen Anny için tüyler ürpertici bir andır.
Gelen pakette, elle birbirine dikilmiş, dökülmekte olan kağıtlarda annesinin el yazısı vardır. Minik mektup ve şiirler; ama daha çok tarifler.
Kimi Mina Pachter’in kızı Anny ya da torunu David’e ithaf ettiği yemekler, kimi de kendi adını verdiği ‘Pachter turta’ gibi çikolatalı kekler, kimi kamptaki diğer insanların anlattığı tarifler… Sonuçta erikli strudel’dan ördekle doldurulmuş minik hamurlara, turtalardan kuşkonmaz salatalarına 70 tarif.
Arpa, çok sulu çorba, patates kabuğu, küflü ekmek gibi bir diyetle açlıktan ölme seviyesinde beslenen birinin, birilerinin yazdığına inanılmayacak şeyler.
Düzenli, iştah açıcı, duygusal, sevgi dolu tarifler. Ve kimi zaman, “Yumurtayı dilimledikten sonrası ise sizin fantezinize kalmış” gibi cümleler içeren…
Toparlarsam; aslen tarihçi olan Mina Pachter, 1942 yılında girdiği kampta 1944 yılında ölmek üzereyken en yakın arkadaşına, içine “Bu tarifleri koruyun” yazdığı kağıtları verir, son isteği onların Filistin’deki kızına ulaştırılmasıdır.
Nilay Örnek
http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/nilay-ornek/dunyanin-en-cesur-tarifleri-1201991/
Belçika’nın Anvers şehrinde 1934’de doğan Betty, varsıl bir aileden gelmektedir. Babasının nakış makineleri üreten bir fabrikası vardır. Belçika’ya saldırılar başladıktan sonra Betty ve ailesinin kaderi adım adım değişir. Babası Güney Amerika’da bir Hollanda kolonisi olan Surinam’a gitmek için planlar yapar fakat vizeyi Marsilya’dan almak zorundadırlar. Marsilya’ya doğru yola çıkan aile bir çok badire atlatır ve şans eseri birçok felaketten kurtulur. Aynen Reims’de durakladıkları bir gece mülteci kampına dönen kilisede saklanırken, gün doğmadan Betty’nin babasının hemen ordan ayrılmaları gerektiğini hissedip oradan ayrılmalarından beş dakika sonra kilisenin bombalanıp 500 kişinin can vermesi gibi.
Betty’nin babası tutuklanır ve ailece babasından habersiz kalırlar. Betty’nin annesi Fransa’daki direniş hareketine katılır ve direnişten Eugénie Brunel’in teklifi üzerine Betty’i Eugénie’ye verir. Betty’nin yeni kimliği artık Berta Lambert olmuştur. 1944’de savaşın bitmesiyle Betty annesine geri döner, Fakat annesi ruhsal bozukluklar yaşadığı için Betty ve kardeşi çocuk kampına gönderilir. Kamp ve annesi arasında mekik dokuyan Betty bir sure sonra annesinin bir başkası ile evlendiğini ve ayrıca babasının da bir kampta öldürülmesini öğrenerek yıkım yaşar. Yıllar sonra Betty babasının Auschwitz’de, kurtuluştan bir gün önce bir SS subayı tarafından öldürüldüğünü öğrenir. Savaştan önce New York’a göçen dayısı, savaştan sonra Anvers’e geri gelir ve Betty’i alıp New York’a götürür ve Betty hayatına ABD’de devam eder.
Trajedinin içinde yer alan, anne-kız ilişkisinin bir daha asla onarılmaması gibi ömürlük dramları büyük bir içtenlikle anlatıyor Betty. Ama beni her seferinde kalbimden vuran, konuşmasında ‘ama ben şanslıydım’ cümlesini defalarca yinelemesi oldu. Yeni nesillerden ne hakikati ne de umudu esirgemeyen Betty’nin dili, samimiyeti ve hikâyesini açması benim için 10 müze gücünde oldu.
Nayat Karaköse
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/15112/holokost-magdurlarinin-sesi
Kişisel bir temenni olarak, Türkiye'nin uluslararası ilişkiler alanında İsrail'e hiçbir şekilde muhtaç olmamasını dilerdim. Ancak ülkemizin kapasitesi, bölgemizdeki dengeler ve İslam ülkeleri arasındaki bitmez-tükenmez ihtilaflar, Türkiye'yi İsrail'le ortaklaşa iş yapmaya zorluyor. ABD gibi ortak bir müttefikimizin bulunmasının bizi içine soktuğu mecburiyetlerle birlikte, “İsrail'le arayı düzeltmiş olmak” birçok meselede zımnî bir şart olarak karşımıza çıkıyor. Gelinen noktayı böyle değerlendirmenin daha uygun olacağı kanaatindeyim.
İsrail'le yapılacak herhangi bir barışın, İsrail'i Filistinlilere zulmetmekten alıkoyacağı yanılgısına da kapılmamak gerekiyor. İsrail, yine eski İsrail olarak kalacaktır. Bu noktada, Türkiye'nin diplomasi kanallarıyla İsrail üzerinde bir baskı unsuru oluşturabileceği şeklinde bir ümitten belki söz edilebilir. Ancak bunu yapmak için de en az İsrail kadar pervasız ve gözü kara bir diplomasi işletmek icap ediyor. “Aman ilişkiler bozulmasın” düşüncesiyle zulümler karşısında susacak pozisyona gelmek, bizi yeni zilletlere düşürür.
Olası bir barışın Gazze'ye nefes aldıracağı düşüncesi, İsrail'le kurulacak diplomatik münasebetleri izah sadedinde güzel bir temenni. Ama burada da, başta Mısır ve Ürdün olmak üzere, bazı bölge ülkelerinin Türkiye aleyhine ellerinden gelen herşeyi yapacaklarını da unutmamak gerekiyor.
Taha Kılınç
http://www.timeturk.com/ortadogu-nun-dengeleri-turkiye-yi-israil-le-barisa-zorluyor/haber-140735
Agada’nın tamamını okuyor musunuz, atlıyor musunuz, hızlı mı, yavaş mı soruları havada uçuşurken aslında hepimizin, Agada’nın okunması esnasında sabırla Agada’nın sonundaki “Yahalulu”, “Dayenu” ve “Matsa-Maror-Harozet Sandwich” üçlemesini beklediğimizi fark ediyoruz. Bunlar Agada’nın hem en eğlenceli kısımları hem de Agada’nın sona ermeye yakın olduğunu gösteren semboller… Bizim için değeri büyük…
Biz tüm bunları konuşadururken, hepimiz aslında apartmanın içerisindeki o kokuyu ne kadar sevdiğimizi, bayramın tüm aileyi bir araya getirmesinin bizi nasıl sevindirdiğini ve geleneklerimizi çocuklarımıza aktarmak istediğimizi düşünüyoruz. Bunları tekrar dile getirmemize dahi gerek yok.. Modern çağa ayak uydururken asimile olmamak için ancak bu gibi değerlere tutunarak ayakta kalabileceğimizi zaten biliyoruz…
Kapı pervazında vedalaşırken bu sefer birbirimize bir de “Hag Sameah” diyoruz, çünkü yarın bayram, çünkü biz ailelerimizden bayram öncelerinde tüm arkadaşlarına “Hag Sameah” demeyi, bayram tebriği için ihtiyaçlılara bağış yapmayı, kocaman sofralarla yakınlarımızı misafir etmeyi öğrenmişiz. O minicik “Hag Sameah – İyi Bayramlar” cümlesi, hepimizin içini ısıtıyor ve bize kim olduğumuzu hatırlatıyor.
Arabaya binip camdan sokağa baktığımda, bir zamanlar tüm bu evlerin Yahudi ailelerle dolu olduklarını, camlarından Şabat mumları göründüğünü, tüm mahallenin yumurta koktuğunu, babamın kuzenleriyle sokakta futbol oynadığını hayal ettim; aynı mahallenin 45 sene evvelki halini gördüm, bir de önümüzdeki gecelerde bu caddede Mısır’dan çıkışı canlandırırken “seyyah” rolünü üstlenecek evin en küçüklerini…
Kutlayan, kutlamayan, Agada’yı 15 dakikada bitirmeyi başaran, Agada’yı üç dilde okuyan, pilav yiyen-yemeyen, Pesah kurallarını sadece 1 gün uygulayabilen, diasporada olup 8 gün kutlayan herkese Hag Sameah dileklerimle…
Rika Kuriel
http://www.avlaremoz.com/2016/04/22/pesah-kokan-siracevizler-rika-kuriel/
“Hayatım boyunca en çok etkilendiğim de anneannem olduğu için, onu yazmaya karar verdim. Onun hayat öğretisi, insan sevgisiyle büyüdüm. Anneannem 1938'de ilk kez İzmir'de mezarlık başındaki Yahudi dilenciler, evsizler için çalışmalara başlıyor. Tek başına yapamayacağını bildiği için hemen bir kadın heyeti oluşturuyor. Bu heyetle birlikte toplanan parayla bir yer kiralanıyor ve süreç başlatılıyor. Anneannem her gün orayla ilgileniyor ve oranın ihtiyaçlarının karşılanması için çalışıyor. 1955 yılında ve 5 yaşındayken anneannemle birlikte o tablonun içinde büyümeye başladım. O insanların içinde yaşarken o yaşantının, fakirliğin, mahallelerin içinde birlikte büyüdüğüm insanların durumunu daha iyi anlamaya başladım. O dönemde anneannemin tanımadığı insan yoktu. Herkesin derdine ve yardımına koşan bir insanın yanında büyüyünce, örnek alabileceğiniz başkası kalmıyor. O zamanlarda çocuk gözümle o yaşadıklarım, anneannemin verdiği mücadele beni çok etkilemişti. Hümanist düşünceyi o ortamda edinmiştim. İster istemez de anneannemin değişmem ve şekillenmem de etkisi oldu. Hayata bakışımı tamamen değiştirdiği için rol model olarak onu seçtiğimi anladım. O yüzden onun hayatını yazıya dökmek istedim. İnsanlar için o kadar çalışan anneannemin sonrasında hiç hatırlanmadığını görünce, unutulmaması için o kitapla onu ölümsüzleştirmek istedim. Bu işte o isyandı. Onun davranışlarını topluma aktarmak istedim ve kitap böylelikle ortaya çıkmış oldu.”
Raşel Rakella Asal (Ali Budak)
http://www.haberekspres.com.tr/kahramanim-anneannemdi-unutulmasini-istemiyorum-roportaj,183.html
Netten okumalar
http://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/hitlere-dogum-gunu-armagani--i,14375
http://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/hitlere-dogum-gunu-armagani--ii,14387
http://www.avlaremoz.com/2016/04/23/nelly-sachsin-yildizlari-melike-karaosmanoglu/
http://www.diken.com.tr/ama-bizde-irkcilik-yok-ki/
Arşivden
Yahudi komşularımızın Pesah bayramını da hamursuz yüzünden onlar kadar heyecanla beklerdim. İlk kez bir mahalle arkadaşımın oyun oynarken “bizim bayram ekmeğimiz bu” diye paylaştığı günkü tadını hiç unutamam. Sonra benimle uzun süre Yahudi olsun olmasın bu sevgimi bilen herkes dalga geçti “bu tatsız tuzsuz şeyin neyini seviyorsun?” diyerek.
Olsun, ben ona sevgimi hiç kaybetmedim, yurt içinde ya da dışında nisan ayında raflara çıkmaya başlayınca hemen alır, hatta son kullanma tarihine bakıp depolarım. Hafta içinde yine raflarda hamursuz ekmek ‘matza’yı görünce elim uzandı ve o an düşündüm.
Aslında geçmişten bugüne Türkiye kültürünün çok önemli bir parçası olan Yahudi toplumu, adetleri gelenekleri görenekleri konusunda artık ne kadar az şey biliyoruz. Hamursuz bayramı Pesah, nisanın ilk haftasında başlıyor ve bir hafta sürüyor.
Pesah, İsrailoğullarının kölelik ve esaretten kurtulmak için Mısır’dan kaçışı anısına kutlanan bir bayram. O kadar aceleyle evlerini terk ederler ki ekmekleri mayalayacak vakitleri bile olmaz. Bu yüzden de bayram süresince yedi gün mayalı hiç bir şey yenmez.
Pesah bayramı dini inancı güçlü olsun ya da olmasın tüm Yahudiler tarafından kutlanıyor. Aileler mutlaka bayramın ilk akşamı ‘seder’ adı verilen yemekte bir araya geliyor.
Müge Akgün
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/muge-akgun/tatsiz-tuzsuz-su-hamursuzu-niye-seviyorum-1333278/
Takılan tweetler
Haliç Postası @HalicPostasi 21 Nis
80 yıl namusuyla yaşamış,çalışmış,çevresinde hep yardımseverliğiyle tanınmış bir insan.. 'Ama' Musevi!! 'Ama' antisemitizm yok bu ülkede (!)
Haliç Postası @HalicPostasi 21 Nis
Anadolu şehirlerinde eski bir gelenektir bu;bulunulan yerle ilgili duyurular camilerden yapılır.Bir Musevi ölmüş,sela değil,duyuru isteniyor
ishak ibrahimzadeh @ishak5723 20 Nis
İzmir Kitap Fuarında çocuk kitapları...! @myeneroglu @selinsayekboke
DurumBundanİbaret @bundan_ibaret 22 Nis
Azınlık itirafı: Bayramların en güzel tarafı, bayramımı kutlayan genis toplum insanları :) çok teşekkürler :)
Bir Türk Yahudisi @TurkiyeYahudisi 21 Nis
Ben ailemin Pesah masasında sürekli söylediği ladino deyimi sizlerle paylaşmak istedim. "Pujadoz y no amungados" Çoğalalım, hiç azalmayalım.
İlham Gencer:'Yahudiler,'Memleketim' şarkısıyla Türklerin hissiyatını köreltti'..Sen neymişsin be ey Yahudi!..
http://m.turkiyegazetesi.com.tr/magazin/363065.aspx
ishak ibrahimzadeh @ishak5723 20 Nis
Ne kadar iyi bir insandı ki, "Hak" Yusuf beyi tüm Türkiye'nin tanımasını & örnek almasını istedi. Baruh dayan haEmet