Seyyar Sahne, öğrenciliklerinde İTÜ Sahnesi’nde çalışan amatör tiyatrocuların başlattığı İTÜ Mezunlar Tiyatrosu Girişimi’ne, Boğaziçi Üniversitesi yıllarında tiyatroyla ilgilenip, mezun olduktan sonra da tiyatroya devam etmenin yollarını arayan dört amatör tiyatrocunun katılmasıyla 2001 yılında kurulmuş.
Seyyar Sahne, genç elemanlardan oluşmasına karşın, en eskilerden DOT’un ancak 2005’de faaliyete geçtiği de hesaba katılırsa, 1995’te kurulan BGST Tiyatro Boğaziçi ve 1999’da kurulan Altıdan Sonra Tiyatro ile birlikte Genç İstanbul Tiyatrosu’nun en kıdemli üç topluluğundan biri.
Sitelerinde kendilerini anlatırken, “Bizi harekete geçiren esas dürtü, sürekli olarak ‘soyu tükenen sanat’ muamelesi gören, ‘eğlencelik’ olmakla ‘müzelik’ olmak seçenekleri arasında bırakılan tiyatro sanatının birçok zorluğa rağmen dinamik bir faaliyet olarak sürdürülebileceği düşüncesidir. Ve bizce böyle bir dinamizm, ‘tiyatro sanatını yaşatabilmek’ adına değil, bize kendini doğalmış gibi kabul ettirmeyi her seferinde başaran o meşhur ‘gündelik hayatın’ akışında ufak tefek de olsa sızıntılara yol açabilmek adına sağlanmalıdır” demiş olan Seyyar Sahne ekibi, yurtiçi ve yurtdışında birçok oyun sergilemiş, tiyatro kamplarının ve çeşitli kentlerde atölye çalışmalarının yürütücülüğünü yapmış.
Türkiye’de birkaç istisna dışında, ne doğası gereği sürekli oyun üretmek durumunda olan ödenekli tiyatrolarda, ne para kazanma telaşındaki özel tiyatrolarda ne de ikisine alternatif olmaya çalışan amatör ve alternatif tiyatrolarda araştırma faaliyetine yeterli önem verilmemekte. Bu durumun farkındalığı, Seyyar Sahne’cileri, 2012’de Kuşadası Şirince köyünde Türkiye’nin tek performans araştırmaları merkezi olarak açılan Tiyatro Medresesi’ni oluşturmaya yöneltmiş.
Köye 7-8 dakikalık yürüme mesafesinde, Matematik Köyüne komşu olan Medrese’yi önce dişlerinden tırnaklarından arttırdıklarıyla, proje şekillendikçe gelmeye başlayan desteklerle inşa etmeye başlamışlar. Medrese’deki projelerden gelebilecek her türlü maddi getiri yine Medrese projelerine harcanacağı için mekânın yıllara yayılacak oluşma süreci için hâlâ her türlü desteğe ihtiyaçları var.
2010’da kurulmuş, tiyatro ve gösteri sanatları alanında çalışan Performans Araştırmaları Merkezine de ev sahipliği yapacak olan Tiyatro Medresesi’nin yürütücü ekibi ağırlıklı olarak Seyyar Sahne’de tiyatro yapmış sanatçılarla akademisyenlerden oluşuyor. Medrese’nin amacı düzenlediği atölye çalışmaları, tiyatro kampları, paneller ve konferanslarla, ev sahipliği yapacağı araştırma takımıyla, hem amatör hem de profesyonel tiyatrocular için sınırlarını fark edebilecekleri, zorlayabilecekleri, aşabilecekleri bir merkez olmak.
Mekân ile imkânın iki akraba kelime olduğunun, bir mekân yaratırken bir imkânlar yelpazesinin de yaratıldığının bilinciyle, hem bir inziva hem de bir buluşma halini içeren ikili yapısıyla medrese mimarisini yeğleyerek Tiyatro Medresesi’nde sanatçıların ayrı çalışmalar yürütebileceği özel alanlar ve birbirleriyle karşılaşabilecekleri bir avlu oluşturmuşlar. İnziva halinde üretilenlerin, klasik medrese mimarisinin en önemli unsuru olan avluda, bu kendine özgü kamusal alanda, başkalarıyla paylaşılarak, Medrese’de bir yoğunlaşma ve yoğunlaşmaya derinlik katan bir ortak yaşam atmosferi yaratmışlar. Tiyatro Medresesi’nde, ustaların da çıraklarla birlikte öğrenmeye devam ettiği, böylece bir ekolün nesilden nesle yenilenerek aktarıldığı bir gelenek inşa etmek istiyorlar.
Medrese’ciler, hem büyük bütçeli hem alternatif düşük bütçeli festivallerin, sanatçılar ve araştırmacılar için bir buluşma mekânı olmaktan giderek uzaklaştığını; festivaller oyunların sırayla sergilendiği etkinliklere dönüştükçe gerek seyircilerle oyuncular gerekse katılan topluluklar arasında gerçek bir karşılaşma yaşanması olasılığının azaldığını gözlemlemişler. Seyirciler ve sanatçıların beraberce konaklayacağı, avluda bir araya gelerek tanışma ve tartışma imkânı bulacağı gerçek bir karşılaşma mekânı olarak gördükleri Medrese’de geçen yıl, 25 - 30 Ağustos tarihleri arasında, Cezayir, Ermenistan, Polonya, Türkiye ve Yunanistan’dan tek kişilik performansların sergilendiği beş gün süren bir Monodrama Festivali düzenlemişler. Bu festivali her yıl ağustosun son haftası tekrarlayacakları geleneksel bir etkinliğe dönüştürüyorlar.
Başlı başına olay olan Tiyatro Medresesi bu gazetenin sayfalarına sığmayacak kadar büyük bir iş. İlgilenenler, bilgileri özetleyerek alıntıladığım siteleri tiyatromedresesi.org’da hem Medrese hem 2016 Monodrama Festivali hakkında her ayrıntıyı bulabilirler.
Monodrama Festivali’nin öncüsü, Seyyar Sahne’cilerin son yıllarda ‘tiyatro dışı’ metinlerin dramatik olanaklarını araştıran oyunları. Boş bir sahnede, tek bir oyuncu ve en aza indirgenmiş aksesuarla hikâye anlatıcılığını ve fiziksel tiyatroyu harmanlayarak dört dörtlük ‘tiyatro’ yapıyorlar. İzlediğim son iki çalışmaları da, benzer çizgide sahneledikleri iki oyun.
‘Yılın En İyi Kadın Oyuncusu’
Hepimiz beğenilmekten, onaylanmaktan çok hoşlanırız. Arkadaşlarımızı, sevgilimizi, yaptığımız işi bize seçtiren bu özelliğimizdir. Ya beğenilmeyi ve onaylanmayı biraz fazla arzularsak ne olur?
Yedi yılda küçük çapta kült bir tiyatro olayına dönüşen Tehlikeli Oyunlar’da Erdem Şenocak ve iki salıncağından, Trom’da bavulu, yırtık ceketi ve bonzaisiyle Hakan Emre Ünal’dan, Nesrin Uçarlar’la iki çarşafından sonra bu kez karşımızda, üç parça gece elbisesi ve dekolte ayakkabılarıyla oyuncuyu ve oyunculuğu tartışan İpek Türktan Kaynak var.
Yılın En İyi Kadın Oyuncusu, yönetmeni Celal Mordeniz’in oyuncusu İpek Türktan Kaynak’la birlikte yazdığı, tiyatrocu elinden çıkma, tiyatroya tiyatrocu gözünden bakan ilginç bir metin.
Ertesi geceki ödül törenine Lady Macbeth yorumuyla adaylığı olan bir oyuncu ile karşı karşıyayız. Konuşmasının ‘provasını’ yaparken, hem Yılın En İyi Kadın Oyuncusu ödülünü almak için yanıp tutuştuğu, hem de ödülü başkasına kaptırmaktan ölesiye korktuğu belli.
Bu kadın, doğası itibarıyla bütün oyuncular gibi biraz dışa dönük, biraz da teşhirci bir oyuncu. Konuşmasının değişik çeşitlemelerinin provasını yaparken, karşısındaki hayali seyirciye -yani bizlere- ‘oynuyor’. Seyircisini etkilemek için, şirinlik, alçakgönüllülük, az biraz saldırganlık, ağlamaklı heyecan, soğukkanlılık gibi birçok maskeyi deniyor.
Oynarken arada bir Pandora’nın kutusunun kapağını da aralıyor. Rakiplerle ikiyüzlü, yakınmış gibi arkadaşlıklar, okullu-alaylı takıntıları, tiyatronun ‘dinozor’larına göstermelik saygının altında yatan hırs ve kin vs. içten içe hissediliyor.
İpek Türktan Kaynak, olayın traji-komik boyutunu, dramatik yoğunluğunu göz ardı etmeden, ancak gülünç ayrıntıların da altını çizerek yorumluyor. Sonuçta Yılın En İyi Kadın Oyuncusu, “güleriz ağlanacak halimize” diyerek hem güldüren hem düşündüren gerçek bir komedyaya dönüşüyor. Mutlaka izlenmeli.
‘Ben Pierre Rivière’
1835’te Fransa’da yaşanmış gerçek bir olaydan esinlenen Ben Pierre Rivière, Seyyar Sahne’nin ilk tek kişilik çalışmalarından.
19. yüzyılda Normandiya’nın Calvados eyaletinde küçük bir köyde yaşayan 20 yaşındaki Pierre Rivière, çocukluğundan beri garip davranışlarıyla tanınmaktadır. İnsanlardan, bilhassa kadınlardan kaçmakta, karamsar ve dengesiz kişilik özellikleri sergilemektedir. Oldum olası kafasını meşgul eden yücelik fikirleri, ailesinde yaşanan, çoğunlukla annesinin yarattığı sorunlarla birleşince, babasını mutsuzluklarından kurtarmak gibi, ulvi olduğunu düşündüğü bir misyon üstlenerek, annesini ve iki kardeşini öldürür. Hücresinde, cinayetleri nasıl ve neden işlediğini anlatan bir hatırat yazar.
Fransız düşünür, sosyal teorisyen, tarihçi, edebiyat eleştirmeni, antropolog Michel Foucault (1926-1984) psikiyatri ve suça yönelik adalet arasındaki ilişkilerin tarihi üzerine bir çalışma yapma amacıyla yola çıktığında Rivière olayıyla karşılaşır. Foucault ve birlikte çalıştığı arkadaşları, adliye arşivinden çıkardıkları, mahkeme kayıtlarını, doktor raporlarını, tanık ifadelerini ve en önemlisi de katilin kendisini ve işlediği suçun nedenlerini anlattığı hatıratını inceleyerek tartışırlar. Sonunda, Foucault, zayıfların ve kaybedenlerin, akıl hastalarının ve sapkınların hayatlarını anlamaya doğru çıktığı düşünsel yolculuğunun en önemli uğraklarından biri olan ‘Annemi Kız Kardeşimi Erkek Kardeşimi Katleden Ben Pierre Riviere’ adlı kitabını yayınlar.
Foucault’un kitabından yola çıkarak konsepti ve yönetmenliği Celal Mordeniz’in, metin düzenleme ve reji danışmanlığını Oğuz Arıcı’nın yaptığı, Erdem Şenocak’ın yorumladığı Ben Pierre Rivière, ilk kez 2006’da sahnelenmiş. Sahneledikleri bütün metinler zamanla olgunlaşarak evrilmeye devam ediyorlar. İlk kez on yıl önce çalıştıkları oyunun yeniden ele alınışındaki farklı kazanımları, eskisini izlememiş olduğumdan bilemem ama geçen hafta izlediğim 45 dakikalık performans gerçekten de çok etkileyiciydi. 130 dakikalık Tehlikeli Oyunlar’ı su gibi bir tempoyla izletmiş olan Şenocak’ın bu 45 dakikaya sığdırdığı yoğunluk olağan dışı.
Sahneleme, minimalizmin maksimumunda. Erdem’in tek aksesuarı bir tebeşir. Önce yere Pierre’in hücresini çiziyor, sonra da başlıyor hücrenin zeminine hatıratını yazmaya. Cinayeti anlatıp, bir dereceye kadar arınana kadar içinden çıkmayacağı hücre, tamamen yazıyla dolana dek, yazdıkça anlatıyor, anlattıkça yazıyor… Kaçırılmamalı.
Seyyar Sahne’nin beş monodramasını kısa aralarla izledikten sonra, bu birbirinden çok farklı öykünün ve sahnelemenin o kadar da farklı olmadığını, bir yapbozun parçaları gibi birbirini etkileyici şekilde tamamladığını fark ettim. Her biri birbirinden bağımsız, müthiş teatral tatlar içeren birer metin ama topluca düşünüldüğünde, oyuncu, oyunculuk, tiyatro, tiyatronun özü üzerine ayrıntılı ve çok heyecan verici çalışmalar.
İyi seyirler dilerim.