Hitler bir yandan Yahudi mallarını sermaye birikiminin dayanaklarından biri haline getirirken diğer yandan da Almanlara “ırkı arındırma” vaadi eşliğinde Yahudilere karşı nefret empoze ederek milliyetçiği kışkırtmıştı. Naziler iktidara gelir gelmez uyguladıkları kısmi refah programıyla 1929 krizinin açlık ve sefalete mahkûm ettiği yoksullar ve işsizlerin ağzına bir parmak bal da çaldı. Bu gözden gelinemez bir faktördür. Lümpen proletaryanın, küçük burjuvazinin Nazi saflarına katılması hem maddi hem de manevi teşviklerle ödüllendirilmiştir. Hitler zamanındaki katliamları görmezlikten geldiği için suçlanan Alman halkının bir bölümü olan bitenden haberi olmadığını söyleyerek acı çekerken bir kısmı tıpkı bugünkü gibi, Hitler’in yaptığı otoyolların ve öteki kalkınma hamlelerinin nasıl büyüleyici bir etkisinin olduğundan söz edecekti. NURAY SANCAR - EVRENSEL
“Büyük toplumun elit kesimi, diğer insanlardan farklı olmadığımızı düşünüyor. Diğerleri ise, varlığımızdan dahi habersiz veya hor görüyorlar Yahudileri. Hiçbir farkı yoktur Yahudilerin aslında. Sadece Yahudilerin toplumu oluşturan diğer topluluklardan daha eski geçmişi vardır.
Yahudi olmayanlar, Yahudi olmayı İsrailli olmakla eş görüyorlar. Bir insanın hem Yahudi hem Türk olabileceğine inanmıyorlar. Benim için İsrail son sırada geliyor. İsrail’de sadece akrabalarım var, hiçbir bağım yok. Hiç de oraya gidesim yok. İsrail, bizim için son kaçış noktasıdır, eğer burada işler kötüye giderse… Çünkü İsrail’in bir özelliği var, bizi sorgusuz sualsiz kabul ediyor.
Ama ben kesinlikle öyle ayırdetmiyorum insanları. Biz de Türküz sonuna kadar Türküz ve insanlar bizi İsrailli zannediyor ama benim hiçbir alakam yok İsrail’le. İsrail öyle bayıldığım bir yer de değil, çok gitmek isteyeceğim bir yer de değil, Allah gitmek zorunda bırakmasın diyebileceğim bir yer sadece. Bizim için son kapı sadece yani.
Bizim toplumumuz, Türk toplumuna her zaman aşırı bağlı ve aşırı saygılıdır. Yazılı olmayan bir kuraldır bu. Bizde çok fazla ses yükseltmek hoş karşılanmaz aslında.
Yani sana şöyle söyleyeyim; aklı başında Yahudilerin hepsi çok laiktir, çok Atatürkçüdür ve vatanına çok bağlıdır. Yani belki yüzlerce, binlerce Yahudiyi zamanında yapılan Cumhuriyet Mitinglerinde veya 10 Kasımlarda yürüyüşlerde gördün. Yani gerek Atatürk’e gerek laik Türkiye Cumhuriyeti’ne çok bağlıdırlar. Ama belki biraz da korktuklarından çok bağlıdırlar. Ama bu bağlılığı da, sokağa çıkıp bağıramazlar çok fazla kendi başlarına.
Geçmişteki azınlık karşıtı olaylar, bugün Yahudilerin kimliğini çok fazla sokağa yansıtamamalarına yol açmış.”
(…) “Hayır, ben burada antisemitizm yaşamadım henüz. Ben nerede, nasıl davranmam gerektiğini bildiğim için kimseden baskı görmedim. Bu Mavi Marmara olayı nedeniyle yürüyüşler yapıldı, sinagoglara pankartlar asıldı. Polis daha çok güvenlik yaptı. Dolayısıyla baskı altına girdik tabii. Ama öte taraftan kimse bana sokakta ‘‘pis Yahudi’’ demedi. Bence, bizden önceki kuşaklardan daha şanssızız.
Çünkü eskiden daha dar bir alanda yaşanılıyordu ve dinler arası anlayış vardı, toplum birbirine karşı daha hoşgörülüydü. Gittikçe muhafazakârlaşan bir toplum var ve maddileşen.
Ama bir yandan da değişti zamanla her şey. Çünkü biz Türk toplumuyla iç içe entegre yaşamaya başladık. Daha içe dönükten daha dışa dönük oldu. Bunun nedeni azalmak ve ticaret mecburiyeti.
Eğer biz Belçika’da yaşıyor olsaydık, bizim gençliğimizin %90’ı Yahudi olduğunu unuturdu. Şu anda üzerimizde biraz baskı olduğu için, biraz anti-semitik, anti-laik bir ortam olduğu için insanlar unutmuyor Yahudi olduklarını.
Artık bugün, bir Yahudinin, bu ülkede yaşarken Müslüman olmadığını söyleyeceği insan var, söyleyemeyeceği yer var. Kendi sosyal ortamımda da arkadaşlarımın çoğu Yahudi. Takıldığım yerlerdeki Yahudi olmayan insanlar da benim Yahudi olduğumu biliyorlar. Yani hani kimliğimi saklamak zorunda hissetmiyorum bu durumda. Yani, ama kimliğini saklamanın gerekli olduğu yerler olduğunu düşünüyorum İstanbul’da. Yani belli bir merkezin dışına çıktığın zaman, yani şehir merkezinin dışına çıktığın zaman Yahudi olduğunu çok fazla söylememen gerekiyor.
Bunu mesela Türkiye’ye gelen turistlere de söylüyorum. Hani buralarda dolaşıyorsanız sorun yok, Sultanahmet’te şurada burada Ortaköy’de, Etiler’de, Ulus’da… Ama ne zaman ki çıkarsanız biraz dışarı, biraz gizlilik iyidir. Çok fazla söylememek iyidir. Yani ben kendi hayatımda da bunu uygularım. Söylenecek yer var, söylenmeyecek yer var. Gizlenecek yer var, gizlenmeyecek yer var maalesef…”
SÜHEYLA YILDIZ
Auschwitz toplama kampında gardiyanlık yapmış olan Reinhold Hanning daha fazla dayanamadı ve 94 yaşında nihayet konuştu. Hanning, Auschwitz’te o dönem; çalışmaya ya da öldürülmeye götürülen mahkûmların seçimini gözetlemekle sorumluydu.
Hanning’in konuşmasına vesile olan kişi ise 95 yaşında ve hâlâ yaşayan bir Nazi kurbanıydı. Koluna nakşedilmiş kamp numarasını gösteren kurbanın adı Leon Schwarzbaum’du. Auschwitz’ten kurtulan ve davanın müştekileri arasında yer alan Schwarzbaum, Hanning’in özrünü kabul ettiğini ancak onu affedemeyeceğini söyledi. Zira sadece Schwarzbaum’un ailesinden 35 kişi Yahudi Soykırımı sırasında katledilmişti.
Peki, Hanning gibi gözetmenler, kamplara doldurulan insanların başına neden dikildiler? Bu sorunun cevabı Auschwitz’in kapısına asılan o meşhur yazıda saklıydı; “Çalışmak özgürleştirir...”
Nazi toplama kampları temel olarak iki işlev görüyordu; kitleleri kölece çalıştırmak ve toplu olarak yok etmek! Kıta Avrupası’nda faşizm, kapitalizmin genel bunalımını işte böylesi iğrenç metotlarla aşmaya çalışıyordu!
Spielberg’ün “Schindler’in Listesi” filmi 1993 yılında yayınlandığında adından çokça söz ettirdi. İzleyiciler Alman iş adamı Schindler’in Yahudi işçileri kendi maiyeti altına alarak kıyımdan nasıl kurtardığını gözyaşları içinde izliyordu. Schindler’in aryanlaştırma politikasına yaslanarak Yahudilerin fabrikalarına, mallarına nasıl el koyduğuna ise hiç değinilmiyordu. Aynı şekilde onun Nazi partisine üye olması ve Almanlar adına casusluk faaliyeti yürütmesi de ekrana gelmeyecekti.
Yazımızın gidişatı açısından bizi esas ilgilendiren nokta Schindler’e çalışan işçilerin nasıl bir değer ürettiği; başka bir ifadeyle fabrikasından çıkan tencerelerin Schindler’e nasıl bir zenginlik sağladığıdır.
Nazilerin kamplarda öncelikle hasta, yaşlı ve çocukları öldürdüğünü biliyoruz. Çünkü onlar “özgürleşecek çalışma gücüne” sahip değillerdi. Ama Schindler, çocukları fırınlarda yakılmaktan kurtarmanın bir yolunu bulmuştu! Çünkü onların küçük parmakları kadar mermilere seri barut dolduracak başkaca bir emek gücü yoktu! Hanningler’in gözetlediği kamplarda Schindler’ler, emaye-eşya üretiminden silah sanayisine işte böyle geçmişti. Varın Schindler’lerin tencerelerinin yanına siz Tysenn ve Crupp firmalarının savaş makinelerini ekleyin...
ERCÜMENT AKDENİZ
http://www.evrensel.net/haber/279547/fasizm-yenilmez-degildir
Toplama kamplarında yapılanlar o denli havsalaya sığmaz ki, faşizmi bir histerinin; iktidarı hasbelkader ele geçiren bir delinin cinnetinin sonucu olarak tarif etmeye yatkın tarih yazımları ortaya çıkmıştır. Bir cinnetten söz edilecekse eğer, o zaman, bu cinnet halini Alman devlet siyasetinin bütün kast ve fraksiyonlarının, ihtiyaç duydukları birliği, Hitler’in cisminde gerçekleştirmeye teşne olmalarında aramak gerekir. Sadece yoğun bir baskı ortamında yaşamaya başladıkları için değil, Hitler’in kendilerine vadettiği refah ve ulusal onurun kurtuluşu adına plesibitte oylarının yüzde 90’ını Nazilere evet diyerek kullanan seçmenlerin de paylaştığı bir cinnet halidir bu.
O ulusal onur ki, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan Versay Anlaşmasında ayaklar altına alınmıştı. Almanya’yı borçlandıran (ilk büyük savaştan kalan bu borçlar 2010 yılında bitti), askeri varlığını sınırlayan, madenlerine el koyan, sanayisini denetleyen ve son derece başka aşağılayıcı maddelerle dolu anlaşma, 1. Dünya Savaşı’nı bitiren değil, yeni bir dünya savaşını başlatan anlaşma olarak görülür çoğu kez.
Hitler bir yandan Yahudi mallarını sermaye birikiminin dayanaklarından biri haline getirirken diğer yandan da Almanlara “ırkı arındırma” vaadi eşliğinde Yahudilere karşı nefret empoze ederek milliyetçiği kışkırtmıştı. Naziler iktidara gelir gelmez uyguladıkları kısmi refah programıyla 1929 krizinin açlık ve sefalete mahkûm ettiği yoksullar ve işsizlerin ağzına bir parmak bal da çaldı. Bu gözden gelinemez bir faktördür. Lümpen proletaryanın, küçük burjuvazinin Nazi saflarına katılması hem maddi hem de manevi teşviklerle ödüllendirilmiştir.
Hitler zamanındaki katliamları görmezlikten geldiği için suçlanan Alman halkının bir bölümü olan bitenden haberi olmadığını söyleyerek acı çekerken bir kısmı tıpkı bugünkü gibi, Hitler’in yaptığı otoyolların ve öteki kalkınma hamlelerinin nasıl büyüleyici bir etkisinin olduğundan söz edecekti.
Faşizm yükselişini, Almanya’nın bu türden iç ve dış politik koşullarına borçludur.
NURAY SANCAR
http://www.evrensel.net/haber/279544/fasizmin-karanligi-9-mayisin-safagi
Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta İsrail’e yönelik “one minute” çıkışı “realiteye” fena çarptı. Türkiye, 2010 yılında yaşanan Mavi Marmara saldırısının ardından İsrail 'in Akdeniz'deki NATO tatbikatlarına katılmasını veto etmiş ancak 2012'de bu vetosunu kısmen geri çekmişti. Türkiye, İsrail'in OECD'ye (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) girişinde de veto hakkını kullanmamıştı.
İç politika malzemesi haline getirdiği Mavi Marmara saldırısı nedeniyle İsrail’e “uluslararası baskı” uyguladığını söyleyen Türkiye, İsrail’in OECD’de yer almaması için imza kampanyası başlatmış, diplomatik girişimlerde bulunmuştu. Ancak, OECD Konseyi’nin İsrail’in organizasyona katılımı için 2010’da yaptığı ve 31 üye ülkenin tamamının onayını gerektiren çağrısını veto etmeyerek İsrail’in OECD üyesi olmasına engel olmamıştı.
Türkiye’nin İsrail’in NATO tatbikatlarına katılması konusunda vetosunu kaldırmasını İsrail basını “Türkiye’nin patriotlara muhtaç olmasına” bağlamıştı. Yani işin gerçeğini en iyi bilen ülke İsrail’di.
(…) Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Ronald Lauder birkaç yıl önce İsrail’in NATO’ya girmesi gerektiği konusunda bir makale yazmıştı. NATO’ya girilmesi halinde İsrail’in barış ve güvenlik içinde olacağını kaydeden Lauder, bunun “diğer ülkelerin” (Arap ülkeleri kastediliyor) İsrail’le uğraşmaması için mesaj olacağını da vurgulamıştı.
İsrail’in NATO’ya girebilmesinin imkansızlığı “İsrail’in tüm komşuları NATO’ya katılırsa ya da NATO tam anlamıyla Arap karşıtı bir kurum haline gelirse mümkündür” cümleleriyle ifade edilirdi. Şimdi bu “imkansız”ın aslında gerçeğe dönüşebileceğinin işaretleri görünüyor.
Çünkü NATO, “İslamcı teröre karşı” pozisyon almış durumda. Bu onu hızla dolaylı da olsa Arap karşıtı bir konuma da getiriyor. Arap ülkeleri arasında “İslamcı teröre” karşıtlık konusundaki görüş ayrılıkları bu ülekelerle NATO’nun arasını daha da açıyor. Yeni “terör” konsepti, İsrail’in bu “terör”e karşı deneyimini NATO’nun gözünde değerli kılıyor. İran konusunda var olan endişenin de İsrail’i İran karşısında desteklenmesi gereken bir konuma ittiği de sır değil.
Ortadoğu'da itibarı yerlerde sürülen Türkiye yakında İsrail'le "NATO kardeşliği"nde buluşabilir. Celallanmek iç politikada işe yarayabilir ama dış politikada adım atarken insan "one minute"lığına da olsa bir düşünür.
MUSTAFA K. ERDEMOL
http://www.birgun.net/haber-detay/israil-uyesi-olmadigi-nato-da-artik-ev-sahibi-111234.html
Netten okumalar
http://www.egemeclisi.com/haber/42978/kemeralti-bikur-holim-havrasi.html
http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/yerlesimci-darbesi-ve-israilin-gelecegi/565503
http://www.izmirport.com.tr/yazarlar/bir-boyoz-hikayesi.html
http://eleganscadisi.com/pletzlyani-le-marais-pariste-bir-yahudi-mahallesi-i/
http://www.noktadergisi.info/dergi/sayi-51-9-15-mayis/israil-ne-istedi-ne-vermedik-h13184.html
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/15277/kudusun-guzeli-istanbulda
http://www.avlaremoz.com/2016/05/06/bir-vakit-yehudiler-esir-olup-cikarken-serdar-korucu/
http://www.avlaremoz.com/2016/05/05/hitler-aski-ve-sinsi-sahtekar-yahudiler-ozan-ekin-goksin/
http://www.avlaremoz.com/2016/05/06/anne-frank-arka-ev-ve-vicdan-melike-karaosmanoglu/
Netten seyredin
http://www.reuters.com/video/2016/05/02/american-slackliner-walks-between-jerusa?videoId=368326516
Takılan tweetler
Sedat Laçiner @sedatlaciner 3 May
Eğer Kilis, İsrail'de bir şehir olsaydı IŞİD'in uyduruk roketleri şehrin tepesine yağar mıydı, yoksa havada vurulur muydu? Sorular, sorular
Uçağa binerken @AGOSgazetesi bulmak ne kadar güzelse @SALOMgazetesi bulamamak o kadar hayalkırıklığı @TK_HelpDesk
Karel Valansi @karelvalansi 6 May
Hitler'in Kavgam'ı e-kitap demolarından çıkarılsın dedik, @DRdunyasi 'dan olumlu yanıt geldi. Teşekkürler
Avramachi de Hasköy @MusyuAvramachi 7 May
Bakın bunu yazan "uluslararası ilişkilerci". Dramımız budur :(
Maraş'ı karıştırmışız haber vermiyosunuz.. "Yahudi Taktiği…"
http://m.marasnews.com/yazarlar/serdar-erdoganyilmaz/yahudi-taktigi/1070/