Oyunculukta başarılı performansıyla, sahneyi tek başına kolaylıkla dolduran İzzet’i izlerken yoğun duygu ve düşünce âlemine dalıyor insan… Bir yandan, çöplerden kağıt toplayarak geçimini sağlayan, çuval ‘limuzin’inde yaşayan genç, diğer yandan hayatından bezmiş ve intiharı düşünen zengin bir iş adamı arasında gidip geliyoruz… Hangisi daha şanslı acaba? Bir insan ne ister? Sadece sevilmek mi? Belki görünür olmak mı daha çok? Sahi, gerçek sevgi ne? Sahnede İzzet, aklımda deli sorular!
Bazen güldüren, bazen gözümden yaş akıtan, o büyülü 50 dakikalık oyunun hemen ardından, izleyiciye armağan edilmiş ek 45 dakikada, oyunda olan bitenle ilgili akla takılan soruları, kendisine yöneltme şansı veriyor İzzet Memi. Samimi ve net cevaplarını ilgiyle dinlerken, karşımda, cesur, yetenekli, dürüst ve bilgelik yolunda epey yol kat etmiş, genç ve olgun bir adam gördüm. Oyundan aklımda kalan önemli bir cümleyi de evime götürdüm: “Başkasının gözünden bakarak değil; başkasının gözünün içine baktığımızda görebiliriz ancak.”
Aslına bakarsanız, İzzet Memi sahneye çok yakışmış…
Kendini bulma yolunda, geride bıraktığın bir geçmiş var… Sohbetimize oradan başlayalım mı?
Tabii ki. Otuz yaşıma geldim ve bir baktım ki aslında ben çok da İzzet olarak yaşamıyormuşum. Meğer maskelerle yaşıyor, hep toplumun bana biçtiği rolü oynuyormuşum. O da ‘sıcak ve sempatik İzzet’. Halbuki, bugün görüyorum ki ‘ilgiyi çalan İzzet’mişim ben. Bunu fark ettiğimde, kendimle yüzleşmeye karar verdim. “Hayat böyle bir şey olmamalı” dedim; içinde hep yargılar, büyük değersizlik, yetersizlik, ilgisizlik ve bunların sebep olduğu mutsuz bir hayat. Dışarıdan çok güzel gözüküyordu belki ama içim, çok karışık ve mutsuzdu. 2012’nin sonunda yüzleşmelere başladım; o sıralar, aktif çalışmıyordum. Boşta duran adamın da düşünecek çok vakti olur tabii. Oturdum evde, düşündüm. Annemle, babamla, ailemle, arkadaşlarımla, kendi içimde beni üzen, öfkelendiren ne varsa hepsini düşündüm, neden bu böyle diye. 2013 yılının sonunda yeniden kurumsal bir şirkette çalışmaya başladım. Aynı zamanda yazı yazmaya da… Yazdıklarımı sosyal medyada paylaştıktan sonra, birkaç kişi bana, “Bunlardan kitap yapmayı düşünür müsün?” diye sordu. Liseden bir editör arkadaşımın yanına gittim; yazılarımı gösterdim ve 1,5 senelik bir çalışmanın ürünü olarak, 2015’in ocak ayında ‘Açık Ruh Ameliyatı’ adlı kitabım çıktı.
Geçen sene kitabını yazdın, şimdi ise sahnede tek kişilik bir oyun sergiliyorsun…
Evet. Kitabım çıktıktan sonra, seninle de dahil olmak üzere, birkaç röportajım oldu. Sonrasında, kitapla ilgili bir saat veya iki saat konuşma talepleri geldi. Önceleri, seminer yapmak için kendimi yeterli görmüyordum çünkü çok iyi seminerler almıştım ve örnekler en tepede olunca, ister istemez çekiniyor insan. Fakat kısa zamanda, bir merkezde konuşmalar yapmaya başladım. Bunları sosyal medyada paylaştığım gün, iki tanıdığım “Bizim ekibe bir günlük eğitim verir misin?” diye sordular. Biri, avukatlık bürosunda çalışanları için; diğeri ise bir hastanede ortopedi ekibi için istedi. Farkındalık, takım ruhu, iletişim gibi bir eğitim kurgulamamı istediler. Benim de zaten aklımda kendime özel kurgularım vardı. Onları hayata geçirmek için, fırsat doğdu. Bir günlük seminerler verdim. Akabinde, bunu genişletip fark katarak nasıl bir seminer çıkartırım diye düşündüm. Fark yaratacak iki ana alanım vardı. Bir, dışarıdan konuşmacılar getirip, semineri tek kişilik şovdan kurtarmaktı. Mesela ‘hayat bir illüzyon’ mesajını en iyi bir illüzyonist verebilirdi veya yumruğu yedikten sonra ayağa nasıl kalkılacağı konusunu da en güzel bir boksör anlatır diye onları seminerlerime davet ettim.
Oyun + Seminer fikri nasıl gelişti?
Bir hayalim daha vardı, kitabı tiyatrolaştırmak. Bunu da seminerin içine koyayım ve henüz hiç örneği olmayan bir hal alsın diyerek yola çıktık. Cemaatimizdeki diğer birçok oyuna yönetmenlik yapan yakın arkadaşım Ferit Koen’le çalışmaya başladık, seminer ile tiyatroyu ayırarak kendi içinde iki ürün yarattık.
Broşürünüzde, 2013’te kaleme aldığın bir yazını okudum. Oyunun başlangıç noktası, gerçek hayatta yaşamış olduğun bir sahneden esin almış…
Sosyal medyada paylaşıp büyük bir ilgi ile karşılaştığım ilk yazıydı. Metrodan çıkmıştım, eve doğru ağzımda sigarayla yürürken, sokaktaki bir kağıt toplayıcısı benden sigara istedi. Verdim. Sonra, “Abi, ateşim de yok” dedi. Ben de çakmağı çıkarttım. Sigarayı tam yakarken, rüzgardan ateş söndü. Rüzgarı kapamak için elimi oynattım, ellerimiz birbirine değdi... Adam elini çekerek “Özür dilerim abi” dedi. Bir saniye göz göze kaldık ve orada adamın kendini konumlandırdığı yer bana çok ağır geldi galiba. O yazıda da söyledim: “Benden özür diledi. Ama ne için? Eli elime değdi diye. Ama o, o eliyle hayata tutunuyor. Kendini geçindiriyor. Neden özür diledi?” Eve gidene kadar, içimde çok karmaşık duygular yaşadım ve oturup bunları kaleme almak istedim. Şimdi de bunları, oyun senaryosu için kullandık.
Kağıt toplayıcı “Can kafesinde mutlu değilsen, kaç yazar?” diyor… İzzet Memi’ye göre mutluluğun tarifi nedir?
İnsanlık tarihinden beri aranan bir tanım bu. Bence, kişi kendi içinde bazı şeyleri tatmin edebildiyse, bu mutluluğa giden bir yol olabilir. Burada ego devrede, çünkü onun en temel görevi bizi var edebilmek, yani yaşadığımız yerin güvenirliliğini sağlamak. Eğer kişi şimdiki ruhuna, bedenine ve yaşadığı hayata ait hissedebiliyorsa; işte bu aidiyette mutluluk vardır.
Kağıt toplayıcısı, zengin iş adamına “Sen sevmeyi dert ediyorsun arkadaşım; ama beni kimse sevmedi biliyor musun?” demeyi çok istedi. Neden diyemedi?
İşte hayat biraz böyle bir şey... Zengin adamın derdi, kağıt toplayıcısı için genel geçer bir dertti; ama kağıt toplayıcısının derdi de, zengin adam için gelir geçer bir dert. Bu karşılaşmada, zengin olan adam öyle bir hale büründü ki, kağıt toplayıcısı bu sözü ona söylemeye değer bulmadı. “Boş ver ya... Ne söylicem!” diye düşünüp vazgeçti.
Oyuncu bir ara, “Dinletenleri hep kıskandım” diyor… Peki, İzzet Memi kendini dinletmeyi nasıl başarıyor?
Hâlâ başarıyor mu, emin değilim. En azından kendimi kendime nasıl dinlettiğimi paylaşabilirim. Dürüstlüğü seçiyorum. Çünkü iletişimin en kritik yanının, karşındakini gerçekten dinlemek olduğuna inanırım. Ne cevap vereceğini düşünmeden dinlemek. Kendime kulak verdiğimde, suçlamadan, yargılamadan, “sen zaten böylesin” demeden dinlemeye çalışıyorum. Bunu başka bir kişiyle olan iletişimimde kullandığım zaman, karşı taraf hem kendini bana açıyor, hem de dinliyor. Teoride bu böyle. Tabii, insan formatı buna pek uygun değil ama uygulayabilen için, bence formül bu.
Oyunun ardından, izleyici soru sormaya davet edilerek, performansın interaktif bir şekle dönüşüyor. En çok hangi sorularla karşılaşıyorsun ve nasıl hissediyorsun?
En çok karşılaştığım soru “Neden kağıt toplayıcısı?” Evet, bir anım var ama özellikle provalarda, aramızdaki bağla ilgili olarak, daha farklı şeyler de keşfettim. Sürekli arabamın arkasında, çalışma eldiveni, atkı ve bere bulundururdum. Bunlar, en çok ihtiyaç duyulanlardır. Sokakta onlardan birini gördüğüm zaman, durup verirdim. Bağlardan biri: mücadele ediyorlar, pes etmiyorlar. En azından bana yansıttıkları bu. “Nasılsın?” diye sorduğum her defasında “İyiyim, çok şükür” diyorlar. Bir başka bağ da: “Baksa da görmüyor” diye bir replik var. Bu adamlara hepimiz bakıyoruz ama birçoğumuz görmüyoruz. İşte, ben de geçmişte bunu hissetmiştim; bakılıp da görülmeyen İzzet.
Onun dışında, zengin adamın, ben olup olmadığı da soruluyor. Dürüstçe yanıtlıyorum tabii. Nasıl hissediyorum sorusuna gelince, hoşuma gidiyor; orası benim oyun alanım… Saklanmadan cevapladığım, hatta kendimi sobelediğim.
Yüzleşmelerinin devamı da diyebilir miyiz?
Evet tabii, benim açımdan, sahnede kendimi rahatlıkla ifade edebilmek hoşuma gidiyor. Duygusal ilişkilerde bazen, ifadede zorluk çeken bir adama dönüşebiliyorum ve kendime şaşırıyorum. Sahnedeki dürüstlüğüm, benden ötürü üzülmüş insanlara bir nev’i özür gibi sanki.
Sahne performansın, bence, çok başarılı.. Peki, oyunculukla ilgili herhangi bir eğitim aldın mı?
Hayır almadım. Bu projeyle yola çıkarken, tiyatro + seminer bir paket yapalım dedik ve fakat ilk aşamada İzzet bir oyuncu değil, asıl işi seminer yapmak olarak başladık. Sonradan işler değişti. Senaristimiz Murat İpek, aynı zamanda bana oyun koçluğu da yaptı ve biz 6 ay boyunca her hafta üçer saatten çalıştık. Bir de baktık ki, iş profesyonele doğru gidiyor ve böyle bir şey çıktı.
Bu sıra dışı oyun + seminer projeni hayata geçirmene yardımcı olan isimleri, bizlerin de alkışlaması için, paylaşmak ister misin?
Tabii ki. Bu süreçte hep yanımda olan, oyunun yönetmeni Ferit Koen oldu. Cemaatimizde hemen herkesin tanıdığı başarılı bir yönetmen kendisi. Onun dışında, Murat İpek, hayatımı sadece dört saat dinleyerek, hepimizi çok etkileyen bir senaryo yazdı. Murat, cemaatimizde sahne alan birçok oyunu da yazan kişidir. Müzikleri, kitabımın da müziğini yapan Jingledak ekibi yaptı. Besteleri ise Serpil Günseli yaptı. Okudu, hissetti ve o müzikleri çıkarttı. Düzenlemeyi Uğur Cümbüşel yaptı. Onun dışında, oyun çıktıktan sonra çok şanslıydım. İki kişiyle daha çalıştım oyunculuk anlamında. Bunlardan biri, annemin çok yakın arkadaşı olan Tiraje Başaran’dı. Bir diğeri de, cast direktörü olan Harika Uygur Ülkü. O da çok yakın arkadaşım. Duyguyu daha çok ortaya çıkartma yolunda, ileri aşamalarda, bana eşlik ettiler.
Bir sonraki projeni sorsam…
Eylül veya ekimde, bir sonraki kitabımı çıkartmak istiyorum. Şu anda, kurgusu içeriği, belki ismi, hepsi kafamda belirmiş durumda. Oturup yazmam gerekiyor. Onun için de çok heyecanlıyım, çünkü hep inandığım şey, yazar kitabı kendine yazar. Her yazmaya başladığımda, kendimle ilgili yeni yeni şeyler de keşfetmeye başlıyorum. O yüzden, yazma dönemi benim kendi yolculuğuma katkıda bulunuyor. Haziran ayının ortasında, ‘Karşı Yaka Işıkları’nı kesiyoruz ama yeni sezonda senenin sonuna kadar bu oyun semineri devam ediyor olacak.
Seni daha çok merak edenler için çağrışım oyunu yapalım mı biraz da? Aklına ilk gelen sözcük lütfen:
Maske: Samimiyetsizlik
Anne: Şefkat
Aşk: (kahkaha) (çok zor çünkü ben halen aşk kelimesini zihinde yaşıyorum) Gelişim alanım
Ego: Var eden
Yalnızlık: Keyifli
Evlilik: Kocaman BOLD bir soru işareti
Baba: İçimdeki çocuk
Strateji: Gereksiz
Sevgili: Gülümseten
Vicdan: Her şey
Hayat: Keyifli
Kötü: İyi
Sır: Yok ki!
Karşı Yaka Işıkları’nı izlemek için daha birçok fırsatınız olacak:
16-23-28 Mayıs ve 4 ile 15 Haziran tarihlerinde saat 20.30’da
BO Sahne – Cihangir (Ağa Hamamı Sok. No:18 D:1 Tel: (0212) 251 37 42)
http://www.biletix.com/etkinlik-grup/114206981/TURKIYE/tr