Son yıllarda İsrail’in Doğu Akdeniz havzasında bulduğu doğal gaz rezervleri, Türkiye ve İsrail’i enerji işbirliğine itiyor. Zira İsrail gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak boru hattı, iki ülkenin de cebini epey dolduracak potansiyelde. Tüm bunların ötesinde ise, Şii-Sünni çatışmasıyla iki cepheye ayrılmış bölgede, bu çatışmaya doğrudan taraf olmayan bölge güçleriyle ilişkilerimizi geliştirmemiz elzem. Bu kümede ise sadece 3 aktör kaldı: İsrail, Mısır ve Irak Kürdistanı. İşte bu resim de Türkiye ve İsrail’i bir orta yol bulmaya itmiş görünüyor. Shai Cohen’in mülakatımızda verdiği bilgilerden de bunu anlıyoruz: İki tarafın kırmızı çizgisi baki. Yani Hamas ve Gazze. Belli ki İsrail Gazze’nin yeniden inşası için Türkiye’ye özel bir rol verecek. VERDA ÖZER - HÜRRİYET ------------------------------------------------
“Türk toplumu içinde azınlık statüsündeki insanlar hep aynı kefeye konuluyor, “azınlık”, başka bir şey değil. Bence çoğu kişi azınlıkları kendi içinde ayırmaya bile çalışmıyor, ne olduklarını bilmeden konuşuyorlar. Hepimizi tek bir gruba sokarak… İçlerinde farklılıklar, mezhepler varken aynı görüyorlar. Tanımaya, görmeye, çalışmadan hüküm giydiriyorlar diyebilirim.
Yahudileri ve diğer gayrimüslim azınlık gruplarını topluma entegre olmuş görmüyorum. Kendilerinden kaynaklanan bir şey değil bence bu durum. İşte az önce bahsettiğim şey; bizleri tanımayıp, görmeyip, bilmek istemeyenler yüzünden… Bence bütün azınlıklar eşit şekilde dışlanıyorlar. Bugün, baskılar yüzünden bence Yahudiler toplumla iyi geçinmeye çalışıyorlar. Ve bence maalesef hâlâ saklanıyorlar, dikkat çekmemeye çalışıyorlar.
Ben İstanbul’da yaşadım hep, çok fazla dışlanma gibi bir şey görmedim belki bu nedenle. Ama eminim ki büyük şehirler dışındaki yerlerde çok farklı düşünceler vardır, oralarda olan Yahudiler dışlanıyorlardır.”
(…) “Şu anda yaşadığım şehir dolayısıyla bir dışlanma yaşamadım. Ama yaşamadığım için kendimi şanslı hissediyorum. Fakat her an bir haksızlık ya da dışlanma yaşayacağım korkusuyla yaşıyorum. Gönlüm çok ferah değil, hiçbir zaman yaşamam demiyorum. Başıma şu ana kadar bir şey gelmedi, zaten şivem de bozuk değildir, çok fazla dış görünüşümden de Yahudi olduğumu belli etmediğim için somut olarak başıma bir şey gelmedi.
Benden önceki kuşaklardan daha şanssız olduğumu düşünüyorum. Eskiden küçük yerleşim birimlerinde yaşanırmış ve daha bir birlik beraberlik, dostluk komşuluk varmış, şu anda büyük kent yaşamıyla beraber daha şanssızım bu konuda. İnsanlar daha kolay kibirlenebiliyorlar, daha kolay sinirlenebiliyorlar. Ve dolayısıyla daha çok dışlanma korkusu yaşanabiliyor.”
Süheyla Yıldız
İsrail’in siyasi deneyimi bizden hayli farklı. Bu ülkede siyaset irili ufaklı çok sayıda parti arasında bölünmüş durumda. O yüzden de, ülke çok uzun yıllardır koalisyonlarla yönetiliyor; küçük partiler bu koalisyonlardan orantısız biçimde kazançlı çıkıyorlar. İsrail parlamentosu, 1992-96 döneminde yönetimde istikrarı sağlamak için bir yasa değişikliğine gitti. (İsrail’in gerçek bir anayasası yok, onun yerine anayasa gibi kullanılan bazı kanunları var, dolayısıyla böyle değişiklikleri yapmak orada daha kolay.)
İsrail, yapılan bu değişiklikle seçimlerde başbakanı ayrı, parlamentosunu ayrı seçmeye, yani başbakanlarını doğrudan halkoyuyla seçmeye başladı. Böyle ilk seçim 1996’da yapıldı, bugünkü başbakan Benyamin Netanyahu o yıl sürpriz biçimde başbakan seçildi. Seçildi ama bir türlü yaşayabilir, parlamento çoğunluğuna dayalı hükümet kuramadı, kurduğu hükümetler kolayca dağıldı vs.
Bunun üzerine 1999’da İsrail erken seçime gitti, hem parlamentosunu hem başbakanını yeniledi. Bu kez Ehud Barak seçildi ama onun koalisyonu da Gazze’deki ikinci intifada ile yakıldı. Yeniden erken seçime gitti İsrail 2001’de bu kez Ariel Şaron geldi. Şaron’un zaferinden sonra parlamento eski sisteme dönülmesine karar verdi.
İsrail tecrübesi çöktü; çünkü ülkedeki siyasi bölünmüşlük parlamentodan ortak kararlar çıkarılmasını çok zorlaştırıyordu ve zaten var olan bu zorluğun üzerine doğrudan halkoyuyla seçilmiş bir başbakanı (Şaron mesela yüzde 60’ı aşkın oyla gelmişti ama partisi yüzde 30 bile alamadı) ekleyince zorluk ve çatışma kaçınılmaz oluyordu.
İsmet Berkan
Gelecek hafta yapılacak AKP 2. Olağanüstü Kongresi’ne davet edilmeyecek üç-beş ülke arasında İsrail’in de bulunduğunu anımsatan Aytürk, AKP tarafınca bunun hemen açıklandığını hatırlattı. Aytürk, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da, Başbakan Davutoğlu’nun da böyle bir antlaşmayı çok istemedikleri kanaatindeyim. Geçtiğimiz yıllarda pek çok defa ikili ilişkilerdeki bu problemi gidermeye yönelik çok fırsat vardı, hiçbiri kullanılmadı, Şartlar bu kadar zorlamasa bu olmazdı. Tayyip Bey’in cebindeki son kart diye düşünüyorum. Eğer biraz mecbur kalırsa bu yakınlaşmaya izin verecektir diye düşünüyorum. O yüzden antlaşmadan şüpheliyim. AKP’nin bir parti olarak ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da fiilen ülkedeki tek lider olarak İsrail ile yakınlaşma görüntüsü vermek isteyeceklerini düşünmüyorum” dedi.
Sözlerini “Hiç kimse aslında ilişkilerde 1990’lı yıllardaki seviyesine dönülmesini de beklemiyor, ummuyor. İsrailliler de bunu beklemiyor” diye devam ettiren Aytürk, belki istihbarat paylaşımı noktasında anlaşmaya varılabileceğini söyledi. Karşılıklı olarak buna çok ihtiyaçları olduğunu kaydeden Aytürk, ancak Cohen’in gündeme taşıdığı üzere bir ortak askeri operasyon gibi bir ihtimali çok zor gördüğünü vurgulayarak, şunları ifade etti:
“İsrail, İran üzerinden gelecek istihbaratı almak istiyor. Türkiye ise Rusya olabilir, ABD olabilir, Kürtler olabilir, Suriye içerisinden olabilir, özellikle insan kaynaklı istihbarata çok muhtaç. Ama ortak operasyon söz konusu olduğunda gazetelerdeki başlıkları görebiliyorum. ‘Türkiye ile İsrail IŞİD hedeflerine ortak bombardıman yaptı’ gibi bir başlık AKP tabanında bunun nasıl karşılanacağını düşünün. Başkonsolosun o dedikleri bana çok iyimser geliyor. Büyükelçi gönderilmesi yapılabilecek en kolay adım. İki ülke hasım konumunda neredeyse düşmanlığı sonlandırmanın işareti olur. Büyük bir işbirliği başlangıcı olur mu, bilmiyorum.”
Mevcut bölgesel tabloyu değerlendirdiğinde ise Türkiye’nin Ortadoğu politikası dahil büyük bir politika değişikliğine gitmesi gerektiğini belirten Aytürk, “Umut verici makro bakışım yok. Tam tersine Türkiye, 2008’e değin biriktirdiği umutlu bakışını, bölgeye güven verici duruşunu tamamen harcamış durumda. İlişkilerimizi öncelikle normalleştirmekle başlamamız gerekiyor. Ama bu aktörlerle de bu mümkün mü? Zor. Kurumsal işlemiyor ilişkiler, günlük ilişkileri yürüten Dışişleri değil. Çok yukarıdan müdahaleler gerçekleşiyor. O yüzden ben iyi görmüyorum. Şu anki durumun devam edeceği hissi içerisindeyim” yorumunu paylaştı.
İlker Aytürk
http://www.amerikaninsesi.com/a/iside-karsi-turk-israil-isbirligi-mumkun-mu/3331984.html
Adaların yeniden Suudi Arabistan’a teslim edilmesi için de iki ülke altı yıldır görüşüyordu. Ancak İsrail karşı çıkıyordu. “Adalar Suudlara geçerse Kızıldeniz’e açılamam” endişesiyle. Dolayısıyla bu son anlaşma Mısır ve Suudi Arabistan’dan ziyade, aslında İsrail ve Suudi Arabistan’ın uzlaşması.
Zaten İsrail Savunma Bakanı Moshe Yaalon da daha sonra Suudi Arabistan, Mısır, İsrail ve ABD’nin bu konuda anlaştığını açıkladı. Mısır ve Suudi Arabistan arasındaki dostluk ise zaten Suudların Sisi’nin darbesine verdikleri destekle zirve yapmıştı.
İşte bu da İsrail-Suudi Arabistan-Mısır arasında bir ittifakın oluştuğuna işaret ediyor. Bu denklem de Türkiye ve Mısır’ın çıkarlarını da büyük oranda örtüştürüyor. Bu da iki ülke arasındaki buzların da yavaş yavaş çözüleceğine işaret ediyor.
Tüm bunların yanında, işin bir de “duygusal” tarafı var. Son yıllarda İsrail’in Doğu Akdeniz havzasında bulduğu doğal gaz rezervleri, Türkiye ve İsrail’i enerji işbirliğine itiyor. Zira İsrail gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak boru hattı, iki ülkenin de cebini epey dolduracak potansiyelde.
Tüm bunların ötesinde ise, Şii-Sünni çatışmasıyla iki cepheye ayrılmış bölgede, bu çatışmaya doğrudan taraf olmayan bölge güçleriyle ilişkilerimizi geliştirmemiz elzem. Bu kümede ise sadece 3 aktör kaldı: İsrail, Mısır ve Irak Kürdistanı.
İşte bu resim de Türkiye ve İsrail’i bir orta yol bulmaya itmiş görünüyor. Shai Cohen’in mülakatımızda verdiği bilgilerden de bunu anlıyoruz: İki tarafın kırmızı çizgisi baki. Yani Hamas ve Gazze. Belli ki İsrail Gazze’nin yeniden inşası için Türkiye’ye özel bir rol verecek.
İsrail’in bu konuda sağlayacağı kolaylıklara karşı da, Türkiye de Hamas konusunda belli ki daha hassas davranacak. Yani iki tarafın hassasiyeti de karşılıklı olarak büyük ölçüde giderilecek. Kaldı ki Hamas için ambargonun kalkması, Türkiye’de faaliyetlerini sürdürmesinden çok daha hayati önemde.
İşte bu envanterin kontrolü bittiğinde de, Ankara normalleşmeyle kaybettiğinden çok daha fazlasını kazanacak gibi görünüyor.
Verda Özer
http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/verda-ozer_511/peki-de-neden-israille-normallesme_40103619#
Holokost bu toprakların antisemitizm kodlarından bir tanesi olmadı belki ama değil mağduru ya da hedefi; şahidi olmanın dahi yarattığı, nesilden nesile aktarılan ve aktarılacak olan travmalar elbette Türkiye Yahudilerine de kodlandı. Şahsi fikrim, Türkiye’deki antisemitizm konusunda değil ama antisemitizmin nasıl yaşantılandığı, algılandığı, karşılandığı ve cevaplandığı konusunda Holokost’un çok belirleyici olduğu yönündedir.
Fikirlerimi bu yöne sokan ise, vefatına kadar bizim evin Yahudilikten sorumlu devlet bakanı olarak görevini sürdürmüş anneannemdir. Birinci Dünya Savaşı sırasında doğup İkinci Dünya Savaşı sırasında hayatını kurmaya çalışan bir nesilden gelen anneannem için Türkiye hep şükredilen yerdi. Bir kere İspanya’dan kovulan Yahudileri dünyada kimse almazken bir tek burası almıştı. Ya almasaydı? Üstüne İkinci Dünya Savaşı’nda ikili bir siyasetle savaşın uzağında kalmayı başarmıştı. Ya başarmasaydı? Tamam, geçmişte bazı acı olaylar yaşanmış olabilirdi ama zaten Yahudi her yerde acı olaylar yaşayabilirdi. Bunun tersini düşünen Avrupa’ya baksındı. Trenlere doldurup gaz odalarında boğmuşlardı Yahudileri orada. Ne olmuştu ikinci defa askere almışlarsa burada seni beni? Yaparız biterdi. Türkçe öğrenmezsen hırpalarız mı demişlerdi bize? Öğreniriz olurdu. Paramıza el mi koymuşlardı? Çok çalışır yine kazanırdık kon el nombre del Dio*. Ama seni fırınlarda yakacakları bir kurgunun sinyallerini almadığın sürece çıkıntılık etmenin ne alemi vardı?
Biraz karikatürize ederek ve tamamen bireysel gözlem üzerine resmettiğim bu zihinsel filtrelemede vurgu hep hayatta kalmaktaydı. Anneannem çok zeki ve çok güçlü bir kadındı, yaşanan küçük büyük her olayın vahametinin, ağırlığının ve olası sonuçlarının tamamen farkındaydı ama onun derdi başkaydı. Nazizmin cehenneme tren yolu döşediğini görmüştü ve o tren yollarında Yahudilerin yalnızlığını izlemişti. Yardım gelmemişti, yardım hiç gelmeyecekti. Bu, kimsenin yardım etmeye gönüllü olmamasıyla ilgili değildi. İşin acı tarafı oydu, Yahudi olmadığı halde yardım etmek isteyen birçok insan vardı ve olacaktı elbette; ancak onlar da Yahudi’ye yardım etmek istediklerinde kendi canları ile tehdit edileceklerdi. O yüzden yalnızdık ve hayatta kalmalıydık.
Bu pencereden bakınca bence, Holokost’un uğramadığı Yahudi ya da Yahudi cemaati yoktur. Holokost, antisemitizmi gayri resmi olarak derecelendirmiş; dehşet vericiliğini yeniden tanımlamıştır. Aktif olarak yaşansın ya da yaşanmasın Holokost’un yerel sonuçlarının konu edilmediği bir antisemitizm tartışması da aksak kalacaktır.
Sinyora Öjeni
Netten okumalar
http://www.ekspresgazete.com/?%2Fyazi%2Foku%2F14465
http://eleganscadisi.com/pletzlyani-le-marais-pariste-bir-yahudi-mahallesi-ii/
http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/verda-ozer_511/ancak-birlikte-basarabiliriz_40102156
http://www.gazetevatan.com/reha-muhtar-944829-yazar-yazisi-ladino-ve-muhtesem-yasmin-levy-/
Netten seyredin
https://www.youtube.com/watch?v=5J_Mwtqc8EE
Takılan tweetler
ishak ibrahimzadeh @ishak5723 15 May
Edirne eski Yahudi mahallesi evleri ... biri 5672 (1912) den diğeri Doktor'umun z'l