Şair, çevirmen, yazar ve Şalom eski yazarı Onur Behramoğlu, İsrail modern şiirinin en büyük isimlerinden Yehuda Amihay’ı Türkçeye kazandırdı.
Behramoğlu ile Türkçeye kazandırdığı, modern İsrail şiirinin en büyük isimlerinden Yehuda Amihay’ın kitabını, yaşamını, iki ülke ve iki şairin ortak tutkularını, özlemlerini konuştuk.
Birbirini tanımadan, sözcüklerin doğallığına, yaşanmışlığına, gücüne inanarak, bir ülkeden diğerine, bir yürekten ötekine kurulan köprüler vardır. Şairlerin yürekleri o köprüde atar. Biri yaşamıştır, diğeri yeniden yaşayarak yazar.
Yehuda Amihay’ın dizelerini Türkçeye kazandırmanızın serüveni nasıl olmuştu? O ilk tohum nasıl filiz verdi?
On yıl kadar önce bir kitapçıda, Roni Margulies-Hulusi Özoklav çevirisi seçme şiirlerine rastlamıştım Amihay’ın. Elimde hazine tuttuğumu ilk şiirle anlamış, ürpermiştim. Orada öyle yapayalnız duruyordu ki, ya kimse almayacak ya da biri oradan kurtaracak gibiydi kitabı. İçinde az sayıda şiir bulunan kitap, beni yıllar boyunca etkiledi. Sonradan bir arkadaşım, çok sevdiğimi bildiği için Londra’dan bana bir Amihay kitabı getirdi. Yurt dışından başka bir arkadaşım da Amihay’ın kitabını gönderince, elimde geniş bir Amihay seçkisi birikti. İngiltere’nin büyük şairlerinden Ted Hughes onu “Kitaplarını en sık elime aldığım, yolculuklarda en sık bavuluma koyduğum ve doğal, gerçek ve doyurucu bir şey yazmanın imkânsız göründüğü anlarda en sık yeniden okuduğum şair” olarak selamlar. O duyguyu o kadar iyi biliyorum ki, yıllarca seyahatlere giderken, o ilk seçkiyi -henüz diğerleri elimde yokken- o incecik kitabı yanımda taşıdım.
Hep aynı şiirleri mi okudunuz sıkılmadan, şiirin gücü müdür bu, ya da şairin?
Hayatta yeni şeylerle karşılaşıyorsunuz, şiir de yenileniyor. Ben şiiri edebiyat saymıyorum. Eski çağlarda şaman ne ise; topluma şifa dağıtan, bir derde çare bulan, güzel söz söyleyen, büyüleyen… Biraz öyle görüyorum şairi. Zaman zaman bir perde aralanıyor ve evrenle bir olma duygusu beliriyor. Bu hal vardır şairlerde ve onlar birbirlerini bilirler. Kâinatla bir olabilen bir adamdır şair.
Yehuda Amihay İsrail’de çok sevilen bir şair; yaşamı, yani şiirleri, çocukluğu ile aranızda ne gibi benzerlikler buldunuz? Amihay’ın babasına olan düşkünlüğünü şiirlerinden sezdim.
Amihay Almanya’da doğdu, Kudüs İbrani Üniversitesinde Kutsal Kitap ve İbrani Edebiyatı eğitimi gördü. İsrail’in kuruluş sürecinde ve sonrasında, Arap-İsrail savaşlarında gönüllü savaştı. Ölü bir dil haline gelmiş İbraniceyi yeniden yaratanlardan oldu. Yalın bir dili, tanımlanması güç olanı birkaç sözcükle ifade etme ustalığı, yerelle evrenseli doğallıkla buluşturan bir edası var. Evet, yurdunda çok seviliyor. Bizde Nâzım Hikmet nasılsa, orada Amihay öyle…
Şiirlerinde çocukluğa özlem hep var. Çocukluğun o saf dünyasına özlem…
Bir şiirinde, “yaşıtlarıyla bile değil, sadece anneleriyle aynı hizadadır çocuklar” diyor. Baba iştedir, uzakta. Ötelerde, aşılması gereken bir dağ olarak. “Çocukluğumuzun annesiyse gözlerini yummaz.’’
‘’Yağmur fısıltılarla konuşuyor, uyuyabilirsin artık’’ dizesi bir şiir yazdırmış; Amihay, hayatımın birçok anında gülümsemiştir bana. Okula başladığı gün kederli bir sevinçle izlediğim oğlumun yanındadır: “Çekip ilk kez okula götüreceklerken beni/ Tutup bırakmadığım ahşap tırabzan/ uzun yıllar oldu yanıp kül olalı’’./ Zor günlerimde omuz vermiştir yüküme: Çocukluğunu herkesten iyi anımsayan kimse, / odur kazanacak olan. / Kazanılacak olan neyse.’’ der. Belki de kazanılacak bir şey yoktur gerçekten. Ama verilebilecek şeyler vardır insanlara, dünyaya, hayata.
İsrail’e iki kez konuk olmuşsunuz, neler yaşadınız orada?
Kendi şiirimle iki kez konuk oldum İsrail’e. Tel Aviv-Hayfa-Kudüs sokaklarında dolaştım, çeviri atölyeleri yaptım, sosyalist bir kibbutzda kaldım. Sahnede şiirler okudum, Yehuda Amihay Ödülünü alan Yonatan Berg ile günlerce aynı odayı paylaştım. “Kitap yazacağın zaman İstanbul’daki evinde rahat edemezsen evim senindir, gel burada çalış’’ diyen dostlarım oldu.
Bizler, İstanbul’da, Ankara’da bombalar patlayınca ölüm duygusunu daha yoğun hissederken oradaki insanlar gündelik yaşamın bir parçası olarak yıllardır yaşıyorlar ölümü. Ölüm burnunuzun bu kadar dibinde olunca, hayata tutkuyla bağlanıyorsunuz. Tel Aviv’in bu kadar canlı oluşu ondan. Ölüm her an orda bir yerlerde olduğu için hayat da dolu dolu yaşanıyor. Şiir, aşk, sevda, şiddetin doğurduğu tutku, hepsi var orada.
Kitabınızın ismi ‘Tanrı Belki Esirger Aşkı’...
Bir şiirinin dizesinde “hislerim hep ikircikli” diyor Amihay. Kitap isminde Tanrı mutlaka olmalıydı, çünkü şiirlerinde ‘O’ hep var. Bir de hep bir şeyleri kollama duygusu, esirgeme duygusu taşıyor. “Düşmanım olacak bir adamın terini silen bir havlu’’ diyor, ben de aynı havluda terimi kurutabilirim. Çok dürüst ve iyicil duyguları olan bir adam Yehuda Amihay. Onun şair yüreği savaşlar, ayrılıklar, acılar yaşayıp her şeyi, ölümü de kabullenmişken, incecik sitemi, zarif bir karşı koyuşu da taşıyan bir yürek. Her an kırılıp onarılmakta, yaralanıp deva bulmakta, yıkılıp yapılmakta olan…
Şairlik genetik midir, sizin aileye bakacak olursak?
İki şair kardeşin, Ataol Behramoğlu ile Nihat Behram’ın yeğeniyim. Fiziksel görünümümüzün, mizacımızın, huyumuzun suyumuzun yakınlarımıza benzeyişi gibi, bir yatkınlık, duyarlılık, yetenek olarak aktarılan özellikler de mutlaka vardır, aksi düşünülemez. Çalışmanın, çok ama çok çalışmanın ve varoluşunuzu bütünüyle şiire adamanın önemini yadsımamak koşuluyla!
Bugünün edebiyatını nasıl görüyorsunuz Türkiye’de? Nasıl cesaretlendiririz gençleri edebiyata-şiire yönelmeleri için? Ya şiir nasıl dirilir yeniden?
Umut asla, aşk asla, direniş-başkaldırı-meydan okuma ruhu asla ölmez. İnsanın anlam arayışı, haksızlığa karşı koyuş duygusu, adalet bilinci yok edilemez. Demek ki, şiir hiçbir zaman ölmez, ölemez. En sessiz, en etkisiz kaldığı düşünüldüğü anda dip akıntısıdır, hayatın kılcal damarlarında dolaşır. Hiç umulmadık anda da zuhur eder, patlar yanardağ gibi.
Bugünün teknolojik olanaklarıyla herkese ulaşmak çok kolaylaştığı için belki artık şairin eski büyüsü kalmadı. Bu da olumlu sayılmalıdır zira şair değil şiirdir aslolan. Şair, kâinatın şiirini aktaracak donanıma sahip olmak, şiire yaraşmak, onu hak etmek için her an kendiyle ve her şeyle sevişip dövüşen kişidir.
Türkiye’nin kültür hayatı çöle döndüğü için işimiz zor, lakin bin ömrüm olsa, binini de şiire veririm.