Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı yok

Henri ÇİPRUT Toplum
27 Haziran 2016 Pazartesi

Kurumsal literatüre birkaç yıl önce girmiş olan iki kavram var. Biri bilişim profesyonellerini, diğeri ise yöneticileri ilgilendiriyor. İlki, BYOD kısaltması ile anılan Bring your Own Device, (kendi cihazını getir) akımı. Kısaca özetlemek gerekirse çalışanların, kişisel mobil cihazlarını iş ağlarında kullanmak istemeleri ile ilgili. Bilişim yöneticileri bunu güvenli bir şekilde gerçekleştirmekten sorumlular. Dert gibi gözükse de çözümü, modellemesi çoktan yapılmış bir şey.

Diğeri ise kurumsal körlük kavramı. Bu da büyümekte olan işletmelerde işi hep aynı şekilde yapmaya alışagelmiş çalışan veya takımların iş yapış süreçlerini, tarzlarını iyileştirmek ilgili bir kavram. Çaresi bazen danışmanlık almak, bazen de bambaşka bir sektörden yönetici transfer etmek gibi cesur adımlar atmak.

Bu ikisini şimdilik bir kenara koyalım. Konumuz, toplumumuzda herhangi bir kurumun gönüllü çalışanların veya yöneticilerinin eleştirilere nasıl tepki verdikleri. Gözlemlerime göre bu durumlarda iki cevap çok sıklıkla kullanılıyor. İlki aşağı yukarı şöyle bir şey: “Bu işler tamamen gönüllü bir ekip tarafından yapılıyor…”  Ekip gönüllü diye eleştiremeyecek miyiz? Gönüllülük bir zırh mıdır? Ya değinmek istediğiniz hata veya yanlış ciddi ise? “Bu işi gerçekten iyi bilen hakkını verebilecek profesyonellerle çalışılsaydı keşke” demek istersiniz ama susarsınız. Belki de kalp kırmamak için yutarsınız. Bazen muhatabınız şunu da ekler: “Gel, sen de gönüllü ol, elini taşın altına koy, birlikte yapalım.” İlk cevap şevkinizi yeteri kadar kırmadıysa bu ikincisi işi halleder. Ya gönüllü olmaya ayırabilecek zamanınızı başka bir işe ayırdıysanız? Daha kötüsü, isteseniz de gönüllü olmaya zamanınız yoksa? Yardıma çağırıldığında buna koşamamak kadar kişiye kendini kötü hissettiren çok az şey olmalı.

Eleştiri ile karşılaşıldığında verilen ikinci cevap ise şuna benziyor: “O iş senin bildiğin gibi değil, anlatayım…”  Hayır, bana anlatma. Daha doğrusu bana şimdi anlatma. Beni endişelendiren, dert edindiğim bir şeyi fırsatını bulduğum için sana sorabiliyorum. Ya o fırsatı bulamayanlar ne yapsınlar? Kendi aralarında konuşsunlar, ama kimse onları ciddiye almasın mı?

Buraya kadar derdimi anlatabildiysem hayalimdeki dermanı da paylaşabilirim artık. Eğer cemaat içindeki çalışmanızı veya yöneticiliğinizi gönüllülüğünüz üzerine bina edenlerdenseniz, çok basitçe, “Gel bir kahve içelim, aklındakileri rahatça anlat da dinleyeyim” diyebilirsiniz. Ancak dikkat; bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı sadece atasözleri sözlüğünde vardır. Dinleme işini kendi tezinizin dillendirilmesine dönüştürüp, sonunda kendi bildiğinizde ısrar edecekseniz, hatır bir yana zaman kaybı da oluşur. 

Gelen eleştiri veya sorunun o konunun etraflıca bilinmemesinden kaynaklandığını düşünenlerdenseniz, çare iletişim. Toplumun bireylerine dönük etkin bir iç iletişim. Bunu yapmak için Türk Yahudi Cemaati’nin elinde internet siteleri, sosyal medya hesapları, toplu kısa mesaj ve e-posta gönderimi gibi teknolojik imkânlar var. Ne yazık ki bunların sadece bir kısmı, o da ağırlıklı olarak dış iletişim için kullanılıyor. Toplumumuz üyelerine de haftalık e-postalar gönderiliyor. Bunlarda eğer bir etkinliğe davet varsa, genellikle satır aralarında “mutlaka gelmelisin” diyor. Çünkü o etkinlikte kalabalık olmalıyız. Davet ediyor, çünkü  “katılımcı sayısı için orada sana ihtiyaç var.”  Ancak etkinliğe katılımı motive edecek unsurlar çoğu kez yok. “Kim uğraşacak şimdi bu trafikte oraya gitmeye, nasılsa birileri gider” diye düşünmek işten değil. Katılım sayısı az olunca da o etkinliğe gelen, gelmeyen, etkinliği düzenleyen, hepimiz birden “Toplumumuz maalesef biraz duyarsız” diyerek işin içinden çıkıyoruz. Katılımın azlığı kendimizi kötü hissettirdiyse bile, bir sonraki “davete” kadar bunu çoktan unutmuş oluyoruz.

İç iletişim derken düzenli ve etkin bir bilgilendirmeden de bahsediyorum. Cemaatimiz yöneticileri, belki de her gün birçok sorunla karşılaşıyor ve çözüyorlar. Hepsini herkese anlatmanın mümkün olmadığının da farkındayım. Dış iletişime harcadığımız çabanın hiç değilse bir kısmının iç iletişime ayrılması, birbirine daha sıkıca bağlı bireylerden oluşan bir toplum olmamızı sağlayacaktır. Orta vadede toplumumuz üyelerinin yöneticilerimiz hakkındaki düşüncelerini olumlu etkiler, daha da iyisi sorumluk almaya teşvik eder ve bayrak teslimini kolaylaştırır.

Başa dönecek olursak, iş dünyasının Kendi Cihazını Getir’i, bizim dünyamıza Kendi Fikrini Getir olarak uyarlanabilir. Kurumsal Körlük derdine de çare olur. İletişim konusunda ise bu işi iyi bilen profesyoneller toplumuzda var, onları takıma kazandırarak başlayabiliriz.

Kahve ikram edenleriniz, iletişim kuranlarınız çok olsun.

 

A LO TUERTO: Bana “Türk Yahudilerinin gazetesi olan Şalom, Trakya olaylarının yıldönümünü unuttu mu?”  diye soranlara “Bu sayıyı bekleyin göreceksiniz” dedim.

A LO DERECHO: İsrail ve Türkiye arasındaki anlaşma hakkındaki en doyurucu bilgiyi yine Şalom’da bulacaksınız biliyorsunuz değil mi?