Yaklaşık iki hafta sürecek bir eğitim nedeniyle geçtiğimiz hafta sonundan beri New York’tayım. Alışkanlık ve saat farkının da yardımıyla Türkiye’de gün başladığı için günlük gazetelerin bir kısmını ve takip ettiğim siteleri okuyarak burada günü bitirme şansını yakalıyorum. Sizlere biraz teknolojik, çokça sosyolojik birkaç karşılaştırma yapmak istiyorum.
İstanbul’dan ayrılmadan önce gündemdeki konulardan biri geçtiğimiz hafta Orlando’da yaşanan korkunç saldırıda ölenlerin anısına yapılacak yürüyüş idi. Bu yürüyüşe karşı yapılan anlamsız tepki sonrasında özellikle sosyal medyada oluşan kamuoyu sayesinde atılan geri adım ve kıvırma tüm medyada oldukça büyük yankı bulmuştu. Sağ olsun, valilik konuya çok pragmatik bir çözüm bularak yürüyüşü güvenlik gerekçesiyle iptal etmiş…
Geçtiğimiz pazar günü Orlando’da saldırıda hayatını kaybeden insanlar için büyük anma törenleri vardı. Haberi izleyen önde gelen televizyon kanallarında ise çok ilginç bir haber vardı. Saldırı sonrasında binlerce kişi kan bağış merkezlerine akın etmiş ve saldırıda yaralanan kişilere yardımcı olabilmek adına kan bağışında bulunmak istemişler. Kan bağışı öncesinde doldurulan formun içindeki sorulardan birinde şu soruluyor: “(Erkekler için) Geçtiğimiz on iki ay içerisinde bir erkek ile cinsel ilişkide bulundunuz mu?”
Olağan bir dönemde gündem olmayacak bu soru, Orlando saldırısı sonrasında tartışmaların gündemine oturuyor. Zira kan bağışı yapmak isteyen insanların, diğer zamanların aksine, çoğunluğunu eşcinsel insanlar oluşturuyor ve yukarıdaki soru nedeniyle kan bağışı yapamadan merkezlerden ayrılıyorlar.
Geçtiğimiz seneye kadar ilgili soru, sadece son on iki ayı değil tüm geçmiş hayatı kapsıyordu. Yani hayatı boyunca bir kez bile eşcinsel bir ilişkiye girmiş birisi kan bağışına uygun kabul edilmiyordu. Tıbbi olarak, bu sürenin on iki ay ile sınırlı tutulmasının sebebi şu; bir şekilde CYB (Cinsel Yolla Bulaşan) bir hastalığa ki burada en çok korkulan virüs HIV-AIDS virüsü, yakalanan bir kişinin vücudunda virüsün varlığının tespiti için gereken antikorların oluşması için gereken süre üç ile altı ay arası.
Tahmin edebileceğiniz gibi, verilen tepkinin nedeni geçen sene tüm Amerika genelinde yasal duruma gelen eşcinsel evlilikler sonrasında bu tip uygulamaların ayrımcılık içerip içermediği konusu. Zira sağlıklı bir cinsel hayatı olan ve tek eşli yaşayan eşcinsel bir çiftin AIDS’e yakalanma olasılığı, benzer bir ilişki içinde olan bir karı kocanın AIDS’e yakalanma olasılığı ile neredeyse aynı. Ancak istatistiki olarak eşcinseller arasında çok eşli ve tek gecelik ilişkiler daha yaygın olduğundan henüz yasa koyucular bu tarafta bir adım daha atmaya istekli değiller. Amerika’da geçtiğimiz oldukça uzun dönemde kan bağışı yoluyla bulaşan hiçbir AIDS vakasına rastlanmamış olduğunu da bu bilgiye eklemek lazım.
Katıldığım eğitimde yaklaşık 50 kişilik bir katılımcı grubu var. 20’yi aşkın ülkeden gelen bu kişilerin yaş ortalaması da 40 civarında. Eğitim düzeyi oldukça yüksek olan grupta hemen hemen herkes Türkiye’deki eğitim politikaları, eğitim, iş yaşamı ve günlük yaşamda kadının yeri konusunda son 5-6 yılda türlü nedenlerle fikir ve bilgi sahibi olmuşlar. Uygulamaları karşılaştırdığınız zaman karamsar olmamak elde değil; bir tarafta yılda en çok mühendislik mezunu öğrenciyi mezun ettiği için övünen Rusya, diğer tarafta bilgisayar kodlama derslerini kademeli olarak ilkokul ve sonrasında yuva seviyesine indirmeye çalışan ABD, eğitim sistemini yalnızca bireyin mutluluğu seviyesine indirerek kişiye özel eğitimler planlama noktasına gelmeye çalışan İngiltere, yıllardır sağlıklı bir cinsel yaşam eğitiminin aile içinde sağlıklı verilemeyebileceğini düşündüğü için sistematik olarak müfredatının içine yerleştirmiş olan Hollanda ve daha birçoğu. Kimsenin gündeminde okula giderken giyilmesi veya giyilmemesi gerekenler, devlet tarafından empoze edilen toplum görevleri vs yok. Gündemleri oldukça özgür, oldukça umutlu ve ileriye bakıyor…
Newsweek’in özel sayısı; Silikon Vadisinin kurucu babaları
Son değinmek istediğim konu da uçakta okuduğum bir dergi ile ilgili. Newsweek dergisi, ‘Silikon Vadisinin Kurucu Babaları’ adını verdiği özel bir sayı çıkarmış. Yaklaşık 60. yılını kutlayan Silikon Vadisi adı verilen San Francisco ve civarındaki körfez bölgesinde, Stanford Üniversitesi’nin girişimiyle sekiz fizikçi tarafından 1960’larda başlayan ve transistörün icadıyla bugüne gelen buluşlar ve yenilikçilikle ilgili geçtiğimiz dönemde Newsweek dergisinde yayınlanan röportaj ve makalelerden oluşan güzel bir yazı dergi hazırlanmış. Intel’in kurucuları Robert Noyce ve Gordon Moore, HP’nin kurucuları Bill Hewlett ve David Packard, Steve Jobs, Bill Gates, Amazon’un kurucusu Jeff Bezos, Google kurucuları Larry Page ve Sergey Brin, Mark Zuckerberg, Elon Musk ve Über’in kurucularından Travis Kalanick, dergide yer alan girişimcilerden birkaç. Okuduğunuz zaman görüyorsunuz ki, önemli derecede eğitim, araştırma isteği, girişimci ruh, özgür çalışma ortamı, işbirliği olanakları ve önemli miktarda üniversite-özel sektör ortaklı girişimler Silikon Vadisini bugünkü haline getirmekte büyük rol oynamış. Bu büyük şirketlerin neredeyse tamamı ucuz olsun diye evlerin garajlarında veya üniversite yurtlarında kurulmuş. Bu da büyük bir girişimci ekosistemi oluşmasını ve ortak çalışma kültürünü geliştirmiş. Detaylara girdiğinizde türlü komplolar, fikir hırsızlıkları ve trajedileri de görüyorsunuz, ancak bu denli büyük bir makinayı oluşturmak için ödenmesi gereken oldukça küçük bir bedel, değil mi?
Yapılan tartışmaların önemli bir bölümü, bu tip bir uygulamanın neden dünyanın her ülkesinde olamadığı ile ilgili. Hiçbir dönemde devlet müdahil olup koca koca binalar dikerek göstermelik teknokentler kurmaya girişmemiş, sadece üniversitelerin özgürce araştırma yapmalarını destekleyerek birer kuluçka gibi çalışmalarına olanak sağlamışlar. Önceki yazılarımda bahsetmiştim, İTÜ’deki kuluçka merkezinde ben de mentorluk yaparak girişimcilere destek olmaya çalışıyorum. Görüyorum ki aslında heyecan ve girişimci ruh tarafında Türkiye’nin aslında fazlası var, ancak işbirliği, paylaşım ekonomisi ve vizyoner düşünme ile uzun vadeli planlar yapma tarafında ne yazık ki ülkenin içinden geçtiği belirsiz dönem nedeniyle daha gidecek oldukça uzun yolu var…