UEFA 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası vesilesiyle İstanbul Fransız Kültür Merkezi bütün yaz boyunca Magnum Photos Ajansı’nın sergisi ‘Planète Football’ sergisine ev sahipliği yapıyor.
Magnum Photos efsanesini fotoğraf sanatına merak saldığım yıllarda tanımıştım. Bulduğum tüm fotoğraflarını net ortamı yokken biriktirme, daha farklı gözle görüp anlamlandırma ve çıkış coğrafyalarının haber niteliğindeki derin analizlerini anlamaya çalışmıştım.
Fotoğrafçılarının olağanüstü sofistike bir biçimde fotoğraf tartıştıkları, bunun yanı sıra birbirleri ile adeta bir takım ruhu ile çalışmalarının paylaşıldığı, fotoğraf etiğine ve gerçekçilik kavramına üstün saygı duydukları bir ortam şeklinde canlanmıştı gözümde bu ünlü fotoğraf ajansı.
Russel Miller 1997 yılında yayımlanan ‘Magnum-Efsanevi Fotoğraf Ajansı’nın Hikayesi’ adlı kitabında bu tarikat benzeri organizasyonun iç yüzü gözler önüne serdi.
En çarpıcı olgu, kıta Avrupası geleneği ile Amerikan tarzı fotoğrafçılığın fotoğraf sanatına bakışı ile belirginleşir. Bu çatışma, sanat ve savaş fotoğrafçılığı alanında taraftarlarını aynı potada dövüştürür. Kimileri salt gerçeğin en net anlatılır ve algılanır dilini savunurken tüm fotoğraf sanatı kurallarını hiçe sayar. Kimileri bu dilin ardında sanatsal bir dokunuş ve ruha hitap eden bir görsellik arayışını sürdürür durur…
İşin içine bir de savaş ve ülkeler girince, politik görüşler, etik kurallar ve sanatsal kaygılar farklılık kazanır, başka değerler ön plana çıkar.
Magnum hakkında en ilgimi çeken ayrıntı, ajansın zorlu üye kabul prosedürü oldu. O kadar ki, fotoğrafçılar, üye olana kadar çekilen her türlü cefadan ötürü Magnum’a üye olmanın dini bir tarikata katılmakla pratikte aynı şey olduğu esprisini yaparlarmış.
Öncelikle port folyonuzu sunarsınız. Beğenilirseniz artık deneme sürümündesinizdir, ajansta hiçbir hakkınız yoktur ve üstüne üstlük kıdemli üyelerin agresif eleştirmelerine maruz kalırsınız eğitim başlığı altında. İki yıl sonra, tekrar bir port folyonuzu sunarsınız; tüm üyeler teker teker fikirlerini beyan etmek zorundadır hakkınızda. Seçilebildiğiniz gibi, daha çok denemeniz ve çalışmanız söylenebilir de.
Robert Capa, Henri Cartier-Bresson, David Seymour (Chim) ve George Rodger ajansı kurduklarında birbirlerinden farklı coğrafyalarda yaşayan ve farklı dünya görüşleri olan kişilerdi.
Böylesi bir fotoğraf ajansı kurma fikrini ilk kez Budapeşte doğumlu bir Yahudi olan Robert Capa ortaya attı. 17 yaşında siyasi mülteci olarak Berlin’e yerleşti. Bir fotoğraf ajansında getir-götür işlerine bakarken fotoğrafa öylesine derinden bağlandı ki yöneticileri eline bir Leica tutuşturdu.
Hitler’in yönetime gelmesinden sonra olacakları adeta sezen Capa Almanya’yı kısa sürede terk etti. O zamanlar sanatın yanı sıra entelektüellerin de merkezi olan Paris’e taşındı. Orada Polonyalı David Seymour, diğer adı ile Chim, ile tanıştı. Chim oldukça varlıklı ve kültürlü bir aileden gelmekteydi. Eğitime nesilleri boyunca önem vermiş bu aile, Chim’i Sorbonne’da okutmaya niyetlenirken, babasının işleri bozuldu. Chim Paris’te kendi parasını kazanmak mecburiyetinde kaldı ve şansını o dönemin en popüler sanatı fotoğrafta denedi.
Chim, farklı bir kişilikti; entelektüel yapısı, hayata karşı olgunluğu, hassasiyeti ile çevresinde saygı duyulan biriydi. Fotoğrafta hiç tecrübesi olmayan Chim, sokakta gördüğü her şeyi fotoğraflamaya başladı. Ajansların, gazetelerin dikkatini çekti; derken haber fotoğrafçısı olup çıkmıştı bile. Makinesini dönemin siyasal ve toplumsal olaylarına dikkat çekecek biçimde kullanmakta ustaydı. Derken, Chim ortaya çıkardığı işler sayesinde sosyalist yazarlar ve fotoğrafçılardan oluşan entelektüel bir gruba davet edildi ve burada Henri Cartier-Bresson’la tanıştı.
Bu üçlü yolları kesiştikten sonra, düzenli olarak buluşmaya başladılar, daha çok siyaset konuştular. O sırada dünya çalkalanıyordu, Avrupa’nın her yerinde olaylar vardı ve bir şekilde haber fotoğrafçılığı doğmuş oluyordu. 1930’lu yılların sonları, 1940’ların başıydı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, 1943 yılında, Robert Capa İtalya’da Napoli Körfezinde savaşı takip ederken, alanında oldukça tecrübeli bir Life fotoğrafçısı ile tanıştı. Bu kişi, adının George Rodger olduğunu söyleyen bir İngiliz’di.
Tüm bu olaylar sonucu dört kişilik kurucu ekip tamamlanmıştı. Chim ve Capa 1947 yılı baharında, uzun zamandır düşlediği ve bağımsız fotoğrafçıları bir araya getirebilecek bir oluşum üzerinde çalışmaya başladılar. Özgür bir ruha sahip olan Capa, kurulacak ajansa katılacak her fotografçının yapacağı işler hakkında söz sahibi olmasını ve kendi işlerini seçme hakkının bulunmasını istedi. Capa dergi editörlerinin değil, kendisinin ilgisini çeken olaylar ve projeler üzerinde çalışmaktan hoşlanıyordu ve daha da önemlisi yeni kurulacak ajansla fotoğrafçıların fotoğraflarının negatiflerini ve telif haklarını ellerinde tutmaları gerektiğine inanıyordu. Böylelikle, Magnum fikri hayata geçti.
Ve bu fikir günümüze dek varlığını sürdüren efsanevi bir olgunun çekirdeğini oluşturdu.
Bu ekibe katılanlar gerçek fotoğraf aşkını yaşayanlardı. Korkusuzdular, dünyanın haber kaynağı olabilecek herhangi bir yerinde bulunabiliyorlardı. Dünyayı yıkıma sürükleyen savaşların trajik olgusunu insanlara gösterip onları barışa yöneltmek gibi semavi bir görevleri vardı. Çok yönlüydüler; James Dean’in Times Square’da yağmur altında yürürken çekilmiş efsanevi fotoğrafı da bir Magnum işi idi, Che Guevara’nın uzaklara bakarken çekilmiş kült fotoğrafı da… Magnum arşivine daldığınızda hem son derece sanatsal ve sürreal fotoğraflara, hem de son derece gerçekçi, hayatla ilgili farkındalığınızı bir anda artırabilecek çarpıcı fotoğraflara rastlarsınız.
Kısacası kuruldukları andan itibaren tarihe tanıklık ettiler ve bizlerin de tarihle bir olmamızı sağladılar.
Bu yıl Fransa’da yapılan UEFA 2016 Avrupa Kupası vesilesiyle İstanbul Fransız Kültür Merkezi bütün yaz boyunca Magnum Photos Ajansı’nın sergisi ‘Planète Football’ sergisine ev sahipliği yapıyor.
Fotoğraf sanatına ve futbola meraklı olan herkese hararetle tavsiye ederim.
Dünyada futbol, rasyonel düşüncenin çok ötesinde hırsların, tutkuların, fanatizmin yoğunlaştığı, insanları birleştirirken aynı zamanda kutuplaştıran ve ayıran, evrensel bir dile sahip olan tek spor dalı. Bazı ülkelerde futbol kültürü, bir karşılaşmanın iyi veya kötü sonucuna göre hükümetlerin düşmesine ya da birleşmesine bile neden olabilirken bazen da savaşlara bile aracılık edebiliyor. El Salvador ve Honduras maçı sonrasında iki komşu ülke arasında patlak veren savaş, futbolun gücünün sadece bir örneği.
Bu sergide bu çok özel dünyayı Magnum Photos Ajansı’nın fotoğrafçıların kendilerine özgü anlatımlarını objektiflerinden göreceksiniz.
Japonya’dan Türkiye’ye, Güney Amerika’ya, Brezilya, Salvador, Şili’den kıta Avrupa’sına, İtalya’dan İngiltere’ye kadar Magnum Photos fotoğrafçıları futbol denen bu sihirli oyunun çok özel ruhunu gerçek Magnum tadında ölümsüzleştirdiler.
Fotoğraflar, futbolun estetik, sürat ve hırs dolu güzelliğiyle fotoğrafçılarının kendilerine özgü bakış özelliklerini birleştirerek dünyada her sosyal kesimden insanların bu meşin yuvarlağa ilgisini gösterecek belgeler oluşturdu.