1936 Nisanı ile 1939 baharı arasındaki üç yıllık sürede Britanya’ya karşı Arap ayaklanması yalnız askeri değil sivil hedeflere de yönelir ve artarak işin içinden çıkılmaz bir hal alır. Önceki dönemde Filistin Manda İdaresi’nin prensiplerinin oluşturulması esnasında önemli roller üstlenen Winston Churchill, konunun ivedi biçimde ele alınmasını ve Yahudilere verilen sözleri de dikkate alacak çözümler üretilmesi gereği üzerinde durur. Ancak Churchill’in bu uyarıları kulak arkası edilir.
1936 Nisanı ile 1939 baharı arasındaki üç yıllık sürede Britanya’ya karşı Arap ayaklanması yalnız askeri değil sivil hedeflere de yönelir ve artarak işin içinden çıkılmaz bir hal alır. Londra’daki askeri kaynaklara göre, bu zaman zarfında 5.500 Arap öldürülür. Öte yandan 500 dolayında Arap da Yahudilerle iyi geçinme, onlarla ilişki kurma dolayısı ile bir casusluk faaliyeti içine girme, Yahudi göçünü destekleme suçlamaları çerçevesinde yine Araplar tarafından öldürülürler.
Önceki dönemde Filistin Manda İdaresi’nin prensiplerinin oluşturulması esnasında önemli roller üstlenen Winston Churchill, konunun ivedi biçimde ele alınmasını ve Yahudilere verilen sözleri de dikkate alacak çözümler üretilmesi gereği üzerinde durur. Dönemin Muhafazakar Başbakanı Nevil Chamberlain’in Almanya ve Hitler politikasını da ağır şekilde eleştiren, Nazizm’in Avrupa’yı etap etap savaşa yakınlaştırdığını, savaşın yalnız siyasi / askeri boyutları ile sınırlanmayacağını, ırk eksenli ihtirasların büyük yıkım getireceği yönünde görüş bildiren Churchill’in bu uyarıları kulak arkası edilir.
Londra hükümeti özellikle Suudi Arabistan’ın telkinlerini dikkate almaya başlar. Yeni bağımsızlığını ilan eden Irak ve Mısır da benzer baskıları ortaya koyar. Britanya hükümeti Arapların desteğini kaybetmekten çekinir duruma gelir. Balfur Deklarasyonu’nun askıya alınması ve Yahudi göçünün yasaklanması teması etrafında gelişen bir dizi talep vardır.
20 Nisan 1939’da Chamberlain, hükümetin Filistin ile ilgili komitesinde yaptığı konuşmada esas itibarı ile Londra’nın kısa gelecekte takınacağı politikayı şöyle özetler; “İslam dünyasının yanımızda olmasının çok büyük bir önemi var. Eğer birini karşımıza almamız gerekirse, tercihimiz Yahudilerden yana olmalı.”
Churchill hükümeti yerden yere vurur
Mayıs 1939’da yayınlanan White Paper – Beyaz Kitap içeriğinin Avam Kamarası’ndaki görüşmeleri sırasında Churchill yine hükümeti yerden yere vurur. Alınan kararları Balfur Deklarasyonu’nun ortaya koyduğu sürece ihanet olarak görmekte, hiçbir surette teslimiyetçi politikalar uygulanmaması gerektiğini düşünmektedir. 23 Mayıs’ta yaptığı karşı konuşmasında “Bunun melankolik bir durum olduğunu düşünüyorum” der ve devam eder:
“Bazıları sözüne bağlı olmanın getirdiği sorumluluğu omuzlarına yüklenmiş hissederler. Bazıları Arap yanlısı veya antisemit olabilirler. Balfur Deklarasyonu ile başlayan süreçteki politikaları destekleyen, yönlendiren ve bu konuda defalarca olumlu görüş bildiren biri olarak benim bunları neden göstererek Sayın Bakan’ın açıkladığı kararları desteklemem mümkün değil. Kenara çekilerek, Britanya’nın dünya önünde, imza altına aldığı angajmanlarına sırt çevirmesini ve bunları böylesi bir dönemde rahatlamak için yapmasına sessiz kalmam mümkün değil.”
Beyaz Kitap’ın yayınlanmasından beş yıl sonra Filistin’e Yahudi göçünün Arapların onayı altında gerçekleşmesi konusunda şöyle der: “Burada Balfur Deklarasyonu’nu terk etmekten söz ediyoruz. Bir anlaşmanın delinmesinden, anlaşmanın reddinden söz ediyoruz. Bu bir vizyonun, bir umudun, bir rüyanın sonudur.”
Churchill özellikle dünya kamuoyunun bu karara vereceği tepkiden de rahatsızdır. Nazizm ve Faşizm ile mücadele etmekte olan tehdit altındaki demokratik çevreler ne düşüneceklerdi Britanya için? “Dostlarımız ne diyecekler? ABD’nin tepkisi ne olacak? ABD’nin bize artarak devam eden sempatisini geri çevirmek, (Filistin’deki) güvenliğimizden daha mı ucuzdur? Potansiyel düşmanlarımız ne düşünecekler? Burada bize karşı Arap isyanını teşvik edenler bundan kazançlı çıkmayacaklar mı? Arap isyancılar böylesi bir geri adımdan kendilerine pay çıkarmayacaklar mı? ‘Yeniden kaçıyorlar, bu yeni bir Münih’tir’ diye düşünmeyecekler mi?
Hitler Prag’a girer
Mart 1939’da Hitler muzaffer bir fatih edasıyla Prag’a girer. Alman olmayan bir devlet üzerinde ilk kez hak iddia etmiştir. Britanya ile Fransa Münih’teki toplantıda sessiz kalarak buna katkıda bulunmuşlardır. Çekoslovakya artık yoktur. Bunun hemen ertesinde Chamberlain Polonya, Romanya ve Türkiye ile hatta Sovyetler Birliği ile Almanlara karşı bazı destek anlaşmaları imzalamak için görüşmeler yürütmek için diplomatik adımlar atar. Churchill buradan giriş yaparak “Filistin’de (bir devlet tarafından) alınan kararların devamlılığına gölge düşürecek bir şekilde oluşturulan Beyaz Kitap, ittifak arayışı içinde olduğumuz ülkeler tarafından nasıl değerlendirilir? Bize ileride nasıl güvenebilirler?” diye sorar.
Esasında Muhafazakâr hükümetin yapmak istediği Filistin Mandasında beş yıllık bir soluk almak ve Avrupa’daki gidişi takip etmektir. Ancak Churchill bunun çok ters tepeceğini, Londra’nın bu şekilde ne Araplara ne de Yahudilere yaranamayacağını ifade ediyordu. Kendisine göre, böylesi bir adımın, özellikle Almanya’daki Yahudi karşıtı ırkçı hareketlenmeler de göz önünde tutulursa, Yahudiler tarafından büyük tepki ile karşılaşacağını öngörmemek zafiyettir…
Konuşmasının son bölümünde Sömürgeler Bakanı Mac Donald’ın söylediklerine atıfta bulunur: “Dün yetkili bakan yaptığı konuşmada Yahudilerin bölgede yaptıkları birçok güzelliği parlak sözlerle silip attı. Onlar çölü yeşerttiler. Ticareti ve endüstrileşmeyi başlattılar. Yeni bir kent kurdular. Ürdün Nehrinden elektrik sağlayarak bunu bütün ülkeye götürdüler. Araplar ise, şikâyet etmedikleri süreyi çoğalmakla geçirdiler. Şimdi bütün bunların hata olduğunu ifade ediyoruz ve durdurulması gerektiğini söylüyoruz. Esas canımı sıkan ise bu kararları, Naziler ve Faşistler tarafından finanse edilen ve alevlendirilen bir ortama çare olsun diye alıyoruz.”
Churchill Chamberlain’i eleştirir
Churchill, Alman ve İtalyan radyo yayınlarının Arapları ne kadar etkilediğini ve Arap toplumu arasındaki İngiliz ve Yahudi düşmanlığını nasıl arttırdığını takip etmektedir. Son olarak, eleştirilerini Başbakan Chamberlain’e yöneltir. “Yirmi sene önce, Chamberlain’in kendisi Balfur Deklarasyonu’nun görüşülmesi esnasında şu sözleri söylemişti… ‘Yahudilerin üzerine büyük sorumluluk düşmektedir. Kalplerinde sevinçle atalarının ülkesini zenginleştirecekler. Uzun asırlar boyunca unutulmuş ve değer verilmemiş eski Filistin’de yeni bir uygarlık kuracaklar buralara refahı getirecekler.’ Balfur Deklarasyonu’nun parlamentodaki tartışmalarında bunları söylemişti o zaman Sayın Başbakan. Yahudiler bu isteklerini yerine getirdiler, çağrısına cevap verdiler. Şimdi, bugün, onlara böylesi ölümcül bir darbeyi indirmeyi vicdanı nasıl elveriyor?”
Churchill’in yaptığı konuşma ve itirazları İngiliz gazetelerinde ve İngilizce yayınlanan Palestine Post’ta sütunlara taşınır. Yahudiler umutlanmışlardır ancak bunlar ne 1939 Beyaz Kitap’ında değişikliklere neden olur ne de yürürlüğe girmesine mani olur. Hükümet Avam Kamarası’ndan tasarıyı 268’e karşı 179 oyla geçirir. Ne kadar doğru ve yerinde olursa olsun hiçbir argüman hükümet çevrelerinde oluşan kanıyı yıkamaz. Almanya’da yaşananlar da kararın mimarlarından Chamberlain’in görüşlerini etkilemez. Nazilerin Yahudilere karşı olan tutumları hakkında kız kardeşine yazdığı mektupta şöyle bir not düşer: “Yahudilerin maruz kaldıklarının iki nedeni olduğunu düşünüyorum: Zenginlikleri ve mal varlıklarının ellerinden alınmak istenmesi ve üstün zekâları.” Mektup şöyle devam eder: “Şüphe yok ki Yahudiler sevilesi bir halk değil. Benim çok da umurumda değiller. Ancak bu yapılan pogromu (9 Kasım 1938, Kristallnacht) haklı çıkarmaz.”
Avrupa’dan gelen çatlak sesler
8 Ağustos’ta Churchill ABD’de katıldığı bir radyo yayınında Avrupa’dan çatlak sesler geldiğini ifade eder: “Bu korkunun sesi mi, gerilimin sesi mi? Derinden, uzaklardan trampetlerin sesi duyuluyor. Alman ve İtalyan ordularının sesi bu. Sonuçta diktatörler savaşa hazırlık yapmak zorunda. Bunu gitgide aleni bir şekilde yapacaklar. Danimarkalılar, Hollandalılar, İsviçreliler, Arnavutlar ve elbette ki Yahudiler onların yaşam alanlarını kısıtlarken başka türlüsü düşünülemez…”
Hitler uzun süredir Almanca konuşan halklar için ‘yaşam alanı’ talep etmektedir. Avusturya’yı , Südet bölgesini ve bunu takiben Çekoslovakya’yı ilhak ederken hedefi Alman halkı için, Alman ırkı için daha fazla yaşam sahası edinmektir. Geçmiş savaşın galiplerinin çekingen siyasetleri sayesinde, Nazizm’in varoluş amaçlarından biri haline gelecek bu talep bir yandan ‘self servis’ bir şekilde karşılanacak öte yandan düşmana tehditkâr bir tavır olacaktır.
Daha fazla yaşam sahası ve Nazi egemenliğinin daha geniş topraklara uzanması fikri 25 Ağustos’ta Molotof – Ribbentrop anlaşması ile yeni bir kimlik kazanacaktır. Hitler’in yakınındakilere ‘Şeytanla Anlaşma’ olarak ifade ettiği Sovyet – Alman Saldırmazlık Paktı, savaş halinde Polonya’nın bu iki güç tarafından paylaşılması ve buna karşılık tarafların birbirlerinin yaptıklarına saygı göstermeleri temeline dayanır.
Polonya, 3 milyon Yahudi’si ile Avrupa’daki Yahudi yaşantısının kalbidir.
1 Eylül 1939’da Almanya Polonya’ya girer. Büyük Savaş başlamıştır.
Nazi Almanya’sı teslim olana dek savaş içinde savaş yürütür: Bir yandan işgal ettiği bölgelerdeki devlet yapılanmalarını sökerek, öte yandan Avrupa’yı Yahudi’den temizlenmiş bir coğrafya haline getirme çabası ile…
Buna rağmen Britanya’nın Mayıs 1939 Beyaz Kitap’ı savaş sonuna dek, hatta daha sonrasına dek yürürlükte kalır. Chamberlain’in Fransa’nın Hitler ordularına tesliminden sonra istifası ile Churchill’in Savaş Kabinesinde Başbakanlığa getirilmesi de bu durumu değiştirmeyecektir.
(*) Kaynak: Churchill And the Jews – Martin Gilbert