Son 100 senede ne çok travmalar yaşandı bu ülkede. 600 sene hüküm süren bir imparatorluğun çöküşünden iki dünya savaşına, cumhuriyet devrimlerinden sağ sol kavgasına, kurtuluş savaşından Kürt Türk çatışmasına, üç askeri darbeden parti kapatmalarına, Avrupa’nın hasta adamından model ortaklığa, 70 sent’e muhtaç olmaktan IFC kredilerini geri ödemeye, yabancı yatırımcıların gözdesi olmaktan turistin uğramadığı bir ülke olmaya ve sıfır problemden de sıfır ilişkiye savrulan halkın kolektif hafızasına bir travma daha kazınmış oldu.
Son 100 senede ne çok travmalar yaşandı bu ülkede. 600 sene hüküm süren bir imparatorluğun çöküşünden iki dünya savaşına, cumhuriyet devrimlerinden sağ sol kavgasına, kurtuluş savaşından Kürt Türk çatışmasına, üç askeri darbeden parti kapatmalarına, Avrupa’nın hasta adamından model ortaklığa, 70 sent’e muhtaç olmaktan IFC kredilerini geri ödemeye, yabancı yatırımcıların gözdesi olmaktan turistin uğramadığı bir ülke olmaya ve sıfır problemden de sıfır ilişkiye savrulan halkın kolektif hafızasına bir travma daha kazınmış oldu.
Her travmadan sonra olduğu gibi, aslolanın “önce vatan” olduğu bir kez daha anlaşıldı; şehitler toprağa verildi, bayraklar asıldı, selalar okundu, birlik ve beraberlik mesajları verildi, gazeteler de tam sayfa ilanlarla kasalarını bir güzel doldurmuş oldu. Konu vatan olunca iktidar ve muhalefetin birlikte hareket edebildiği dahi görüldü.
İnsan tabiatı icabı, ağır psikolojik travmalardan kurtulmanın en iyi yolunun hayatı tekrar normal akışında yaşamak olduğuna inanılır. Böylece, yaşanan travmanın bilinçaltına iteklenerek tesirini kaybetmesi sağlanır ve pozitif yaşam enerjisinin olağanüstü tedavi edici gücüne alan açılır.
Ben de öyle yapacağım. Hayatıma eskisi gibi devam edeceğim. Herkes bunu yaparsa, zaten hayat eskisi gibi devam edecek. Öldürmezse güçlendirir misali, yaşlılığımızda “biz neler gördük ama dimdik ayaktayız” bilgeliğinden nasipleneceğiz belki de...
İyi de… Bütün bu olan bitene anlam veremeyen gençlere bir cevap borcumuz yok mu? Biz de ana babalarımız gibi, “Bu memleket böyle, sen önce kendini kolla” diyerek henüz yeni yeni yeşertmeye başladıkları ideallerinin köküne kezzap suyu mu dökeceğiz? Kafayı kuma gömmekten başka yol yok mu diyeceğiz? Yoksa, neden bunların olup bittiğine anlam kazandıracak açıklamalarımız olabilecek mi?
“Neden bizde siyaset otobüsün üzerinden meydanlardaki kalabalıklara bağırarak yapılıyor da, David Cameron’un Avam Kamarası’ndaki son konuşmasında gördüğümüz gibi, seçilmişlerin arasında cereyan eden tatlı bir atışma gibi gerçekleşmiyor” sorusuna, nasıl cevap vereceğiz?
Bir ay önce liseden yeni mezun olmuş gençlerimize seslenirken, “Sorgulayan, meraklı, sağduyulu yetişkinler olarak hayata atılmanızı istiyoruz...” diye tavsiyelerde bulunan ben değil miydim? Aha! Sorguluyorlar şimdi: Türkiye nereye gidiyor? Kalalım mı gidelim mi? Bizi nasıl bir gelecek bekliyor? Bu sorulara nasıl cevap vereceğiz?
Bilemiyorum. Bu yazımı aslında Pew Araştırma kuruluşunun Y Kuşağı ile ilgili son araştırmalarına ayırmak istiyordum. Enteresan gözlemleri var. Mesela, özellikle gelişmiş ülkelerde, Millenials diye tabir edilen 1980-1994 seneleri arasında doğmuş gençlerin ilk defa ana babalarından daha düşük bir gelir seviyesi ile hayatlarını sürdüreceklerini öne süren bir araştırma var. Gerçekten de dünya düzeni böyle. Erken gelen oturur düzeni kurar, torbayı doldurur. İş kapısı ve aş kapısı onların elinde, han hamam ve sermaye onların elinde. Yeni gelene her şey daha pahalı fırsatlar az. Üstelik globalizasyon diye bir şey var, çok talepkar olursan seni Uzakdoğulular ya da robotlar ikame etmek için aportta bekliyorlar.
Tevekkeli değil, aynı kuruluşun bir diğer araştırmasında da gençlerin çok daha geç evlendikleri ve artan bir oranda ana-baba evinde yaşamaya devam ettikleri bulgusu paylaşılıyor. Gerçekten de aile kurmanın ekonomik koşulları çok zorlaştı artık. Bütün bu olan bitenden sonra iyi eğitimli, çok ama çok çalışkan, sorgulayan, idealleri olan gençler soruyorlar: “Kalalım mı gidelim mi?”
Ben de diyorum ki, bakın etrafınıza. Toplum olarak özeleştiride bulunabiliyorsak, nerede hataya düşüldüğünü açık yüreklilikle görebiliyorsak, taraf değil birlik olabiliyorsak, yaptıklarımızla muasır medeniyetler seviyesine her gün biraz daha yaklaşabiliyorsak, önce vatan diyebiliyorsak, birbirimizle bağırmadan, öfkelenmeden sorunlarımızı konuşabiliyorsak, hoşgörüye ihtiyaç duymadan bir arada yaşayabiliyorsak, dükkan sizin.
Yok, bunları yapamıyorsak, atalarımızın dediği gibi, “Ya bu deveyi güdeceksin, ya bu diyardan gideceksin.”
*****************************