Batılı müttefikler, 15 Temmuz’daki başarısız darbe teşebbüsünü takiben Ankara ile aralarında derinleşen güven bunalımını kontrol altına almaya yönelik birtakım adımlar atıyor.
Bu çerçevede ilk olarak 22 Temmuz’da İngiltere Dışişleri Bakanlığında görevli, ABD ve Avrupa’dan sorumlu Devlet Bakanı Alan Duncan incelemelerde bulunmak üzere Türkiye’ye gelmişti.
Bu hafta ise ABD Genelkurmay Başkanı General Joseph F. Dunford, önce İncirlik Üssü, ardından Ankara’yı ziyaret etti. Darbe gecesi bombalanan TBMM’ye de giden Dunford buradan darbe girişimini kınadı ve Türk-Amerikan ilişkilerine dair mesajlar verdi.
Kuşkusuz, Dunford’un ilk durağının İncirlik Hava Üssü olması her ne kadar Bağdat üzerinden geliyor olsa da rastgele bir seçim değildi. Türk-Amerikan ilişkilerinin taşıyıcı kolonu sayılan askeri ittifak ilişkilerine de bir gönderme vardı. Türkiye’nin 15 Temmuz ertesinde İncirlik Üssünü geçici olarak kapatıp daha sonra açması, darbe girişimin arkasında ABD olduğu iddialarından hareketle, İncirlik Üssünü siyasi bir koz olarak kullanabileceği şeklinde yorumlandı.
Bu bağlamda, ABD Savunma Bakanlığı’ndan Dunford ziyaretine ilişkin yapılan açıklama, iki ülke arasında tansiyonu düşürerek, bir taraftan IŞİD’le mücadele eden koalisyon güçlerinin operasyonlarının sekteye uğramasından duyulan endişeleri gidermek, bir taraftan da NATO ittifakına yönelik güven tazelemek amacını net bir şekilde ortaya koyuyor.
Şu bir gerçek ki, Batılı liderlerin darbe girişimi karşısında seçilmiş hükümete sahip çıkmak konusundaki tereddüdü Türkiye’de müttefikleri tarafından yalnız bırakıldığı algısı yarattı. Her ne kadar dile getirilen endişeler yersiz olmasa da, ülke içinde güvenlik tehdidi halen sürerken Avrupa ve ABD’nin demokrasi ve insan hakları ihlallerine odaklanmaları darbe gecesi tankların önüne kendini siper etmiş kesimlerce en hafifinden ikiyüzlü olarak değerlendiriliyor. Dahası ekonomik derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin kredi notunu olumsuza çevirmesi de darbeyle indiremedikleri hükümeti ekonomik yöntemlerle alaşağı etmek isteyen çevreler olduğunu iddia eden komplo teorilerine geçit veriyor.
Hal böyleyken, Türkiye’nin NATO ile ittifak ilişkilerini gözden geçirmesi üzerine tartışmaların alevlenmesine pek de şaşırmamak gerek. Özellikle darbe girişiminin başından itibaren hükümete koşulsuz desteğini ifade eden Rusya ile yakınlaşma sürecine giren Türkiye’nin, ABD ve NATO’ya alternatif bir müttefik arayışına girebileceği endişesi, Batılı ülkelerin gecikmeli de olsa giriştikleri diplomatik atağı bir nebze açıklıyor. Yine bu hafta Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland’ın Türkiye’ye gelmesi bekleniyor.
Benzer şekilde Türkiye’nin de darbe girişimini tek taraflı ele alan batı kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla bir diplomasi kampanyası başlattığının altını çizelim. Bu çerçevede Kanada, Fransa, Belçika, İngiltere ve ABD’ye heyetler gönderildi. Özellikle ABD’ye darbe girişiminin planlayıcısı kabul edilen Fethullah Gülen’in iadesine yönelik daha önce verilmiş dosyalara ek olarak -iade sürecine dek tutuklanmasını sağlayacak- birtakım deliller sunulduğu söyleniyor.
Ancak gerek ABD gerekse AB ile ilişkilerin rayına oturması biraz da batıdaki Türkiye algısının olumlu yönde değişmesine bağlı.
Örneğin, darbe girişimi sonrası devlet içindeki paralel örgüt yapılanmasının tasfiye edilme sürecinin bir cadı avına dönüşmeyeceği, gözaltına alınanların insan haklarından mahrum bırakılmayacağı ve en önemlisi de hukuk devleti çerçevesinde adil bir yargılama sürecinden geçirilecekleri konusunda güvence verilmesi gerekli.
Başbakan Binali Yıldırım’ın CHP genel başkanlığına ilk kez yaptığı ziyarette dikkat çektiği üzere batıdaki Erdoğan karşıtlığının giderilmesi, ancak Türkiye’nin üzerine yapışan otoriter ülke imajının düzeltilmesiyle mümkün olabilir.
Darbe girişimi ertesinde yakalanan birlik ve beraberlik ruhunun meclisteki tüm partileri kapsayacak şekilde genişletilmesi ve ülke içindeki tansiyonun düşürülmesi yönünde atılan adımların devamı, siyasi iradenin bu konudaki samimiyetini test etmiş olacak.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kereye mahsus olmak kaydıyla hakaret davalarını düşürme kararı, AK Parti ile Fethullah Gülen Cemaati arasındaki geçmişteki ilişkilere dair pişmanlıkların dile getirilmesi, meclisteki anayasa çalışmalarına HDP’nin de dahil edilebileceği ve ‘Demokrasi Şöleni’nin son ayağı olarak bu pazar düzenlenecek Yenikapı Mitingine muhalefet partilerinin de (HDP de olsa çok iyi olurdu) davet edilmesi umut verici. Bir anlamda Türkiye’nin bir kez daha “Yetmez ama Evet” anını yaşadığı söylenebilir.
Yalnızca içeride değil, dışarıda da güçlü bir ülke olabilmenin anahtarı ise, iktidarın, 15 Temmuz girişiminden alınan dersler ışığında, darbe karşıtı siyasi uzlaşı tabanının sağladığı itici gücü, Türkiye’nin laik, demokratik, hukuk devleti olması yönünde atılacak adımlar için kullanıp kullanmayacağına bağlı.