Travmatik korku gelecekteki riskleri değerlendirişimizi bozabilir. Üretken, ustası olduğumuz faaliyetlere odaklanmak, yeni beceriler kazanmak, yeni bir şeyler öğrenmek bu durumu düzeltici olabilir. Duyguların kararlarımıza etkisinin farkına vardığımız ölçüde, yersiz iyimserlikle rahatlamaz ya da can havliyle riskleri arttırmayız.
İnsan mizacı ve duygusal/zihinsel özellikleri hayatın iş ya da özel, kişisel ya da toplumsal alanlarındaki en ‘nesnel’ kararları bile öznel (kişiye ve içinde olduğu bağlama özgü) şekilde etkiler. İnsan zihinleri ise ‘beyin yapıları’, ‘içinde yetiştikleri aile ortamı’, ‘toplumsal kültür’, ‘aldıkları eğitim’ ve ‘başlarına gelen değişik olaylar’ın arasında olduğu farklı etkenlerin etkileşimi ile şekil alır. İnsan beyninde karar mekanizmalarında etkisi olan bir çok alandan birkaç tanesi korku yaratan, tehlikeli durumlarda ana rolleri oynar: Risk belirleme işlevlerinde rolü olan (Anterior Cingulate Cortex, ACC, çelişkili veya ‘yamuk’ durumlarda aktifleşir), alışkanlıklarımız ve dürtülerimize dayalı düşünmeksizin, veya düşünmeye gerek kalmaksızın yaptığımız hareketlerin üretildiği alan (Bazal Ganglionlar, BG) ve yukarıda saydığımız iki bölüm arasındaki dengeyi sağlayan bir tür üst denetim bölgesi olan PreFrontal Cortex (PFC) alanı bulunur. Sahici ya da algılanan tehlike dönemlerinde amigdala bu ‘çok sesli koro’ya katılır.
Eğitimle, öğrenmeyle, deneyimi anlamlandırmakla beynimizin PFC alanı beslenip gelişir, diğer bölgeleri bir tür denetim ya da yönetim altında tutmak için aktifleşir. Tehlike ve risk saptayan bölge ACC ise genetik kodun etkisinin boyut ve işlev düzeyinde belirgin olduğu bir sistemdir. Kimimizde daha kolayca harekete geçer. Risk ACC’si az aktif olanlarda zayıf algılanırken, çok aktif olanlarda ise yanlış alarmlar verdirecek kadar hassastır. Davranışı doğrudan etkileyebilir. Eğitim ve çevresel koşullar bu yapının kendisini pek az değiştirir. Ancak, eğitim, bilgi ya da deneyimle kazandıklarımızla, ACC’den gelen ‘işler iyi değil’ sinyalinin yorumlayışımızı ve yönetiş tarzımızı etkiler ve değiştirebilir.
Çevresel koşullar riske ilişkin davranışımızı etkiler. Risk algısı zayıf olanlar, ya da korkutucu deneyimleri daha fazla olmuş olanlarımız (travmatize genellikle daha fazla risk alabilirler. Ama tehlikeye duyarlı, temkinli, risk almaz olanlarımız bile zaman zaman riske koşabilirler. Beynimizin ‘kaybedeceğin hiçbir şey yok, artık dibe vurdun’ dediği koşullarda, yukarıda saydığım beyin bölgelerinden oluşan alarm sistemini susturup, ortada ne kadar risk varsa alır, bir başka deyişle can havliyle hareket edebiliriz. ‘Piyasa’lardaki hareketliliklerde, toplumlardaki krizlerde ya da sağlığımıza ilişkin endişelerimiz başa çıkılamaz hale geldiğinde bu ‘her türlü risk alınır’ eğilimi geleceğe ilişkin karamsarlığın bir işareti olarak davranışlarımızı etkilemeye başlar. Korkutucu, yıldırıcı ve usandırıcı yaşantıların hayatımıza irademiz dışında yön vermesine karşı koyabilmek, risk yanılsamasını aşmak için beyinsel değişiklikleri anlamak yarar getirebilir.
Korkutucu travmatik yaşantılar başka insanlarla konuşma, akıl-fikir alışverişinde bulunma ve danışma ihtiyacını arttırır. Toplumsal ve kültürel alışkanlıklara bağlı olarak kimliği değişen ‘dışarıdan’ (bilge kişiler, hekimler, terapistler) veya ‘içeriden’ (aile, arkadaş, komşular vb ) yol göstericiler bu ihtiyacı bir biçimde karşılamıştır.
Can havliyle hareket etmeyen, dostça duruşu olan bir ‘yol gösterici’nin belli bir mesafede durarak, tehlike algısına bağlı akıl kamaşmasından muaf kalabilir. Beyin terimleri ile düşünmeye çalışırsak, sistemin PFC’i aklıselim ile düşünmeye fırsat verecek şekilde aktifleşir. ACC ve ilişkili yapıların aşırı aktivitesini ‘yatıştırır’, Baskılamaz, daha ziyade alternatif, rakip düşünce kanallarını hareketlendirebilir. Örneğin, risk algısındaki aşırı artış, olası ama henüz gerçek olmayan bir duruma ilişkin ise bu duruma bağlı olarak ortaya çıkan düşünce ve duyguyu tanımlayarak etiketlemek bile zihnimizdeki yersiz aktiviteyi azaltabilir. Örneğin, herşey daha da kötü gidecek, diye düşünmeye başladığımızda, şu andaki korkumuz nedeniyle iyiye gidiş olasılığına ilişkin işaretleri göremediğimizi akla getirmek, ya da kötü sinyal saydığımız durumun sahiden öyle olup olmadığını incelemek gibi… Etiketleme anında PFC aktivitesini bilinçli bir şekilde arttırarak ACC/amigdala aktivitesini dengelerken, ‘düşünmeye gerek kalmaksızın uyguladığımız iyi alışkanlıklarımız’ (örneğin, değerlerimize uygun hareketlerimiz) depolandıkları beyin sistemlerinden (BG gibi) çıkagelerek düşünmeden davrandığımız anlardaki yanlışları azaltırlar.
Korkunun kaynağına ulaşıp yok etmek, iyimser bakmaya çalışmak gibi klasik tavsiyeler pek etkili olmayabilirler. Başka neler yapılabilir? Basitçe öneriler gibi gözüken iyi uyku, bedensel egzersiz, üretici bir faaliyette bulunma ve ustası olduğumuz bir işi yapmak beklenmedik yararlar sağlar. ACC ve PFC dengesini doğrudan bozucu etkileri olan (travmatik streste rol oynayan) amigdala’daki korku üretici çekirdeği devredışı bırakan başka bağlantıları aktive eden bu aktivitelerle gelen üretkenlik/etkinlik/yetkinlik hissi, travmanın yaratmış olduğu korkunun tekrar tekrar sahneye çıkmasını engelleyici olabilir. Korkunun nörobiyolojisine ilişkin öncü çalışmaları olan Joseph Le Doux’nun bu biyolojik temelli hipotezini travmatik, korkutucu durumlara uygulayabiliriz: Risk algımızı çarpıtıcı, dolayısıyla can havliyle hareketimizi arttırıcı durumlarda ustası olduğumuz bir işi yaptığımızda, bir iş (ya da aktivitede) ustalaşmaya çalıştığımızda korkunun kaynağını bulamasak bile davranışımıza etkisini savuşturabiliriz. Değerlerimizle uyumlu alışkanlıklarımıza sarılmak, ustalaşmak ya da ustası olduğumuz spor, müzik, edebiyat gibi ‘aktivite’lere ya da işimize gücümüze, hobimize ağırlık vermek kendimizi korkuya tutsak etmeden, riskleri doğru değerlendirerek karar verebilmek için gereken akıl zihin açıklığını sağlayacaktır.
1 Kısaca konudan sapsam da bir açıklama şart. Beyin aktiviteleri ile davranışlar arasında birebir ilişki varmış izlenimi vermek istemem. Davranışların ortaya çıkması için beyin bir gerekliliktir, beyin olmadan olmaz. Ancak beyindeki aktivitelerin (iskambil kartlarının değişik ‘el’ler şeklinde gelmesine benzer) bir aradalıkları belli işlevlerin yerine getirilmesine bir zemin oluşturur. Bu bir aradalıkların çeşitliliği beyinde X ya da Y işlevinin merkezi gibi noktalardan ziyade şebekelerin rolünü düşündürür. Tek tek beyinlere bakıp şunu düşündü bunu hissetti gibi yorumlar bir çok nedenden dolayı yetersiz kalır. Görüntüleme tekniklerine ya da yazılımlara ilişkin eksikler bulgu ve yorumları daha da ihtiyatla ele almak doğru olur.