Bir gecede yok oluyorlar. Yürekler yangın yeri! Bir gecede boşaltılıyor civar köyler. 30-35 bin kişi tek hamlede evlerinden çıkartılmalı. Çoğu yaşlı, yollar tepelik. Birçoğu gündelik hayatlarını sürerken bile komşu gençlere muhtaç. Evlerinde kendi işlerini kendileri yapıyorlar ama dik yokuşları aşmalarını gerektiren işlerini onların sorumluluğunu üstlenen o gençler yapıyor. O yüzdendir gündüzleri kapılarının açık olması. O yüzdendir geceleri, yatarken, evlerinin anahtarını evin dışında bırakmaları. Şimdi ormanlık alan çatır çatır alev içindeyken ve evlerini duman basmışken kucaklarda, güvenli yerlere taşınıyorlar. Yürekler yangın yeri!
Yalnız yürekler mi? Yıllarını verdikleri, gece gündüz demeden üzerinde çalıştıkları; ellerinin yarası, bedenlerinin cefası, yüreklerinin aşkı, gözlerinin yaşı sakızlar… Yanıyor!
Dünya tüketiminin tamamını sağladıkları sakız üretiminin yüzde 60’ı sağlık sektörünce, yüzde 30’u kozmetik sektörünce ve kalan yüzde 10’u da gıda sektörünce tüketilmekte. Onlar gece gündüz demeden, yaz kış demeden çalışıyorlar… Sakız sadece Ege’de Sakız Adasında yetişiyor. Sadece adanın güney kısmında. Kuzeyde yetişmiyor çünkü kuzey rüzgarını yerse, akıttığı sakız donmaz ve mantarlaşır. Güneyin ise altı komple su. Alttan su çekmeyi seven sakız da, köklerini 25 metre kadar aşağı salıyor. Ancak orada da Çeşme meltemini tatmazsa, sakız yine donmuyor ve sıvı halde toprağa karışıyor. Çeşme melteminin denizden taşıdığı iyot sakızı donduran önemli bir etken.
Set set dikiyorlar sakızı. Bir set duvar, bir set ağaç... Çimento kullanılmıyor. Yasak! Çünkü ürün çimentoyu emer! Her depremde yıkılıyor set duvarlar. Her seferinde herkes dağa çıkıyor, sakız keçisi misali. Her çocuk üniversite eğitimi için yöreyi terk edene dek aileye yardım ediyor, uzmanlaşıyor.
Dişisi ve erkeği var sakızın. Dişi çok az sakız veriyor. Adada 2.800.000 erkeğe karşılık 400 dişi var. Erkek yedinci senede ilk defa hasat veriyor. Sakızı çizince yüzde 30 kireçli toprağa damlamalı. Zaten en sert kayalık yeri seviyor sakız ağacı. Toprak yumuşaksa kurumuyor. Hasat mevsimi uzun. 1 Temmuz - 15 Ekim arası. Hasat da meşakkatli iş. 35 bin insan çalışıyor. İşini bitiren yan komşuya yardıma gidiyor. Gözyaşı gibi toplanıyor sakız. 7 yaşındaki bir ağaç ancak 10 gram sakız veriyor o da 0,70 Euro kazanç demek. Sonrasında her sene 3-4 gram artıyor verimi. 40 yaşından sonra 350-400 gram veriyor. 250 yaşına kadar. İyi bir toprağa denk gelmişse, 1000 yıla yakın yaşayabiliyor.
İlmek ilmek topluyorlar sakızı. Üstelik olası yangınlardan herkesi ekonomik anlamda maksimumda korumak amacıyla dağlık bölgede bölüm bölüm verilmiş köylüye sakız. 1000 ağacın varsa, her 100’ü başka noktada. Öylesine meşakkatli… Ve...
Yanıyorlar!
Orman deyince aklınıza ağaçlar mı geliyor sadece?
Ormanla şehir arasında, şehirden uzakta, yayanın pek olmadığı, zaten yaya kaldırımının da bulunmadığı, toplu taşımanın da durmadığı bir otoban... Yol kenarında bir karaltı… Kara kuru bir kız çocuğu korkuyla, kucağındaki bebekse tosun tosun bakıyor gelip geçene… Yanında siyah pardösüsünün içinde bir kadın. Elinde de kim bilir nereden kopartılmış bir karton parçası… Üzeri acemice yazılmış: AÇIZ
Telefonuma bir mesaj düşüyor. “Tedirginiz. Çocuğumuzun okulu için yurt dışı düşünüyorduk. Bunu öne çektik. Gönlümüz sizlerle, ama artık pek buralarda olmayacağız. Sizi seviyoruz.” Bu ve daha birçokları. Giderek daha çok benzer mesaj düşüyor telefonuma. Mesajı atanın dini, ekonomik düzeyi, toplumdaki yeri fark etmiyor. Üniversite eğitimi için zaten birçok genç yurt dışına gidiyordu da ilkokul öncesi yaşlardaki çocuklar ve aileleri dikkate alındığında bu denli çok gidiş duymuyorduk etrafımızda. Giderek artıyorlar. Batan gemiyi en son kaptan terk eder derler. Burada kim kaptan, kim değil belli değil…
Ama biz ormana dönelim yine de. Orman deyince ağaçlar mı geliyor sadece aklınıza?
Suzanne Simard 30 yılı aşkın süredir Kanada ormanlarında araştırmalar yapıyor. Çalışmaları ormanların gördüğümüzün çok ötesinde yaşayan dev bir organizma olduğunu gösteriyor. Ağaçlar toprak altında birbirleri ile sürekli iletişim halindeler. Göreceli olarak daha fazla olandan göreceli olarak daha az olana doğru bir akış var. Ve bu akış asla tek yönlü değil. Öte yandan ormanda ağaç aileleri de var. Bir internet sistemi düşünün: “hub”lar (faaliyet merkezleri) ve iletişim ağları. Sadece kimyasal ihtiyaçlar değil, ama bilgi aktarımı da var. “Kompleks bir sistem olarak ormanın en özel yanı, inanılmaz bir öz-sağaltım sistemine sahip olmasıdır” diyor Suzanne Simard: “Son araştırmalarımıza göre, ağaçları keserken hub noktalarına, genlerle genotiplere zarar vermediğimiz ve çeşitliliği koruduğumuz sürece sistem kendini çok çabuk yeniliyor. Ana ağaçlar gerektiğinde tüm bilgisini bilgeliğini de ailesine aktarıyor. Ailede, ana ağaç - kendi cinsine biraz daha fazla iltimas geçse de- farklı cins ağaçlar da var… Ancak, bir hastalık ya da aşırı kesim sonucu sistemin kaldırabileceğinden daha fazla ana ağaç ve/veya iletişim ağı zarar görmüşse, sistem çöküyor.”
Ormanda toplumları, toplumda ormanları görmeye başlıyorum. Yoksa siz, ormana bakınca sadece ağaçları mı görüyorsunuz hâlâ?