Bir süredir, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, biraz da batıyla gerilen ilişkilere meydan okuma şeklinde gelişen, Türkiye-Rusya-İran yakınlaşmasının Ankara’nın Suriye politikasına ne şekilde yansıyacağı tartışılıyor.
Rusya, Suriye’deki askeri-stratejik varlığını muhafaza etmek, İran ise hem bölgedeki Şii etkinliğini korumak hem de Lübnan’da Hizbullah’a giden lojistik hattını kaybetmemek adına Beşar Esad iktidarını destekliyor. Türkiye’nin ise Suriye politikasını Esad’ın iktidardan kısa sürede ineceği varsayımı üzerine kurduğu malum.
Suriye’de iç savaşın başladığı 2011’den bu yana özellikle Esad’ın iktidarda kalma direnci, IŞİD’in yükselişi, Suriyeli Kürtlerinin nufüz alanlarını genişletmesi gibi sahadaki belli başlı gelişmeler Ankara’nın zamanında öne sürdüğü kırmızı çizgileri birer birer geçersiz kıldı.
Ekim 2015’te -kısa süreli olmak koşuluyla- Esad’lı geçiş hükümetine destek vereceğini açıklayan Ankara, Suriye konusunda ilk geri adımı atmış oldu.
Türkiye için bir hayli hassas olan diğer konu ise, Suriyeli Kürtlerin sınır boyunca elde ettikleri Afrin, Cizre ve Kobane kantonlarını birleştirerek Akdeniz’e ulaşacak bağımsız bir Kürt devleti kurulmasını önlemekti. Bu konuda hâlâ Ankara’nın tutunmaya çalıştığını görüyoruz.
Suriyeli Kürtlerin silahlı gücü YPG’yi PKK’nın uzantısı olarak gören Türkiye’nin ABD’yi sahada YPG ile işbirliği yapmaktan vazgeçirme çabaları -sahada desteklediği alternatif güçlerin başarısızlığından ve radikalizme kaymalarından ötürü- sonuçsuz kaldı. Suriyeli Kürtlerin Fırat’ın batısına geçmelerini kırmızı çizgi olarak niteleyen Ankara, Münbiç operasyonunun YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri tarafından yürütülmesine belli şartlar karşılığında razı oldu.
12 Ağustos’ta Münbiç’i IŞİD’in elinden alan SDG’nin şimdiki hedefi Fırat’ın daha da batısındaki el Bab. Türkiye, ABD’den anlaşma şartlarına bağlı kalmasını ve YPG’nin ele geçirilen yerlerden çekilmesini talep ediyor.
Darbe girişimi ardından ABD ile zaten ilişkiler zaten yeterince gerginken tansiyonu yükseltmemek adına Washington’un Suriyeli Kürtler üzerine ağırlığını koyması muhtemel. Ancak örneğin, sahadaki mevcut kazanımlar sonrasında yeni bir müzakere süreci başladığı takdirde Suriyeli Kürtlerin masaya oturmasını engellemek mümkün olabilir mi? Özellikle bir önceki Cenevre görüşmelerinde Rusya’nın bu konunun en ateşli savunucusu olduğu düşünülürse.
ABD’den umduğunu bulmayan Ankara Kürtler konusunda Rusya ve İran’dan destek bulabilir mi ilerleyen günlerde daha net göreceğiz. Ancak Kürtlerin ABD ile arasını bozmadan Rusya ile de dengeli ilişkiler göz ettiği herkesçe malum. Moskova’daki PYD ofisi bir yana, Rus hava saldırılarının stratejik anlamda YPG’nin muhalif güçlere karşı önünü açtığı da birçok kereler basına yansımıştı.
Öte yandan, Suriye’de toprak bütünlüğünü koruyacak siyasi çözümden yana retorik dillere pelesenk olsa da, ABD Haseke-Rimelan’da hava üssü, Ruslar ise Kamışlı’daki kara ve hava üssüyle Suriye’de Kürt bölgesindeki askeri varlıklarını güçlendirmeye çalışıyor.
Bu bağlamda Suriye denkleminde Türkiye’nin Kürt meselesi konusundaki hassasiyetini bir nebze İran’ın paylaşması beklenebilir, özellikle yirmi yıldır uyuyan Kürt sorunu 15 Haziran’da Devrim Muhafızları ve İran Kürdistan Demokratik Parti güçleriyle yeniden başlayan çatışmalar sonucu ilginç bir şekilde alevlenmişken.
Her şekilde, Türkiye’nin Suriye’de Rusya ve İran çizgisine yaklaşması Esad’lı geçiş sürecine razı olmaktan öte, sahada destekleyeceği muhalifler konusunda birtakım tavizler vermesini gerektirecek.
Rusya, Türkiye’den Suriye sınırını kapatması için gerekli uydu görüntüleri dahil istihbarat paylaşımına açık olduğunu belirtiyor. Bu konudaki diplomatik pazarlıklar süredursun, ilişkilerdeki güven bunalımı anlaşılan o ki, buraya yansıtılandan daha derin. Foreign Policy dergisinde bu hafta yayınlanan makale, Rusya Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Vitaly Churkin’in kapalı oturumda Türkiye’yi Suriye’deki terörist gruplara silah göndermek ve teröristlerin geçişlerine izin vermekle suçladığı öne sürüyor. Geçtiğimiz mayıs ayında yine Churkin’in IŞİD’e lojistik destek verdiği iddiasıyla bazı Türk şirketlerinin listesini BM’e verdiği sır değil.
Türkiye’nin Suriye siyasetine nasıl bir yön belirleyeceği konusunda üzerinde düşünülmesi gereken bir diğer önemli nokta ise 2008’den beri Suriye’deki gelişmeleri yerinden gözlemleyen gazeteci Hediye Levent’in de dikkat çektiği üzere, Türkiye’nin muhaliflere sağladığı desteğin kesilmesinin içeride ve dışarıda birtakım maliyetleri olacağı. Levent’in önemle altını çizdiği “Suriye’den geri dönecek cihatçılar sorunu” konunun güvenlik boyutu. Böyle bir durumda “Türkiye’nin Suriye politikasını sürdürme veya değiştirme kararı farklı senaryolarla yıllardır ötelenen cihatçı tehdidi ile yüzleşmesini tetikleyebilir.”
Öte yandan, Türkiye’nin Suriye siyasetinde Rusya ve İran’a yaklaşmasının başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere Körfez ülkeleriyle arasını bozma olasılığı da işin siyasi ve ekonomik maliyetini ön plana çıkarıyor.
Kuşkusuz, dış politikada revizyonun önemli bir parçası Suriye. Geç de olsa birtakım adımlar mutlaka atılacak. Ancak, tedavisi geciktirildiğinden kangren olan hastayı masadan canlı kaldırmak için bu kez saf tutulacak taraflar ile birlikte izlenecek siyasetin getirileri ve maliyetlerini doğru hesap etmek gerekiyor.