Bir zamanlar, kentin merkezine yakın trafiğin yoğun olduğu bir yerde, tehlikeli bir tren hemzemin geçidi varmış. Henüz elektronik – otomatik sinyaller, yanıp sönen kırmızı ışıklar, çalan çanlar yokmuş. Tek güvenlik önlemi olarak gündüzleri elinde kırmızı bayrak, geceleri de kırmızı ışıklı fener sallayan bir geçit bekçisi varmış.
Bu güvenlik önlemine karşın, bir gece büyük bir kaza olmuş ve birçok kişi yaşamını yitirmiş. Sonra soruşturma açılmış, tüm kuşkular bekçinin üzerinde toplanmış.
Mahkeme sırasında ne sorarlarsa sorsunlar, bekçi yalnızca şöyle yanıt veriyormuş: “Görevimin başındaydım ve fenerimi sallıyordum.” Sorgulama bir hayli uzun sürmüş, ancak suçlayacak başka bir kanıt bulunamadığından, bekçi de aklanarak serbest bırakılmış. Mahkeme binasından çıkarken bekçi, “Tanrı’ya şükür, fenerin yanıp yanmadığını hiç sormadılar” diye mırıldanıyormuş.
Öyküden de anlaşılacağı gibi, görevinin başında olmak, görevini yapmak anlamına gelmiyor.
Her alanda, üstlendiğimiz her görevin mutlaka bir tanımı olmalıdır. Yapılması ya da yapılmaması gereken işler, çalışma süreleri, sorumluluğumuz, yetki sınırlarımız ve benzeri konular… İşim düştüğü bir kurumda, alışveriş yaptığım bir işyerinde ya da çeşitli nedenlerle bulunduğum yerlerde çalışan kimi insanı, öyküdeki bekçiye benzetiyorum: Onlardan her biri görevinin başında ya da öyle görünüyor, ancak işini özenli ve doğru yapmıyor! Bu konuyu biraz açacak olursak:
Diyelim ki bir öğrenciden söz ediyoruz. Okuluna zamanında gidiyor, tüm dersleri aksatmadan izliyor. Soruyoruz: Ondan beklenen yalnızca belirli saatlerde sınıfta bulunmak, dersleri izlemek midir? Değil, kuşkusuz. Bir dönem sonunda, öğrendikleriyle nasıl bir başarı gösterdiğidir önemli olan!
Diyelim ki bir öğretmen... Yalnızca belirlenen derslere girip çıkıyor, kendisine verilen programı uyguluyor; oysa öğrencilere bilgi alanında olduğu kadar, insan olma yolunda yeni ufuklar açamıyorsa, görevini yeterince yapmış oluyor mu?
Diyelim ki bir kamu hizmeti yapıyor, memur... Sabahtan akşama kadar görevinin başında görünüyor, önüne konan işleri aksatmadan yapıyor. Oysa bu çalışma süresi içindeki verimliliği nedir, varlığı yaptığı işe bir değer katıyor mu, diye hiç sorguluyor muyuz?
Her gün bunun sayısız örnekleriyle karşılaşıyoruz. Gittiğimiz bir lokantadaki garsonun, alışveriş yaptığımız bir işyerindeki tezgâhtarın, bir yolculukta görev alan rehberin, bir hastanendeki sağlık personelinin, bir banka çalışanının ya da Belediyede görevli bir memurun işini yaparken gösterdiği farklı yaklaşımları izliyoruz. Yukarıdaki bekçi örneğinde, aksatılan görevle ilgili konuyu biraz abartmış olabiliriz; ancak bir sorumluluk üstlendiğimizde, ilerde hatalarımızdan kaynaklanabilecek olumsuzlukların boyutunu hiç kestiremeyiz.
Verdiğimiz örnekler bağlamında, her birimizin kaygılandığı, üzüldüğü, kızdığı kimi olaylar gözünüzün önüne geliyordur. Benzerlerini her zaman ve bulunduğumuz her ortamda yaşamak zorunda kalabiliriz. Sözü bağlamak gerekirse, kısaca şunu söylemek istiyorum:
Yalnızca görevimizin başında bulunmak, üstlendiğimiz bir işin eksiksiz ve özenli yapılması için yeterli olmuyor!