"Geniş toplum hiçbir zaman benim kendimi Türk hissettiğim kadar beni Türk göremedi.”
"Geniş toplum hiçbir zaman benim kendimi Türk hissettiğim kadar beni Türk göremedi.” (Bu sözler 80 yaşındaki delikanlı Yusuf Eskenazi’ye ait)
Bu sözler 80 yaşındaki delikanlı Yusuf Eskenazi’ye ait. Geçtiğimiz hafta baba-oğul Fındıklı’da işlettikleri kafede Alman Ulusal Radyosu’na röportaj vermek için toplanmıştık. Konumuz “Darbe girişimi sonrası azınlıkların durumu ve yaşadıkları” idi. Sırası ile darbe gecesi yaşadıklarımı, katıldığım Demokrasi Nöbetlerinde gördüklerimi ve geleceğe dair umutlarımı anlatıp ardından da radyodan Fatih Bey’e Yusuf Abi’yi tanıtmıştım. “Benim söyleyeceklerim yazılarımdan çok farklı değil, hem bu toplumda herkes benim gibi düşünmek zorunda da değil, siz isterseniz farklı görüşler de alın” diyerek kayıt cihazını Yusuf Abi’ye yönlendirmiştim. Fatih Bey, “Peki siz darbeyi nasıl yaşadınız?” demesine fırsat vermeden Yusuf Abi “Geniş toplum hiçbir zaman benim kendimi Türk hissettiğim kadar beni Türk göremedi” diyerek anlatmaya başladı. Ne acı deneyimler yaşamış, kimler onu bu kadar üzmüştü ki, gözyaşlarını zor tutarken belki de hayatında ilk kez ses kayıt cihazına içini dökmüştü. Susmadı. Bir an bile olsun tereddüt etmedi yaşadıklarını anlatırken. “Bırak hâkim, savcı, polis olmayı, askerde çavuş bile yapmayı zor görürler. Resmi Daireye giderim. Adım Yosef dedim mi, memur tuhaf tuhaf yüzüme bakar. İşte o yüzden Yosef olsam da Yusuf demek zorunda kalırım. Almanya’da Hasan Hans olmuyor, Faruk adını Frank yapmıyor, niye ben oğullarıma Alper ve İzzet adlarını koymak zorunda kalayım? Biz kendimizi o kadar Türk görmüşüz ki, çocuklarımıza Ladino yerine iyi bir Türkçe konuşmalarını öğütlemişiz. Bir düşünsenize bundan 50 sene evvel tramvayda herkesin ortasında Yahudi İspanyolcası konuşanlara nasıl bakılırdı? Şimdi görsek turist der başımızı bile çevirmeyiz. Kolay zamanlar geçirmedik. Bakın oğullarım 500 yıllık mirasımız Ladino dilinde sadece birkaç kelime biliyor, belki torunlarım onu da bilmeyecek. Peki, neden İsrail’le her sorun yaşandığında sanki sorumlu benmişim gibi imalı ifadelere, dinime hakarete varacak kadar ithamlara maruz kalıyorum? Ben liseyi İsrail’de okudum ve yine ait olduğum topraklara döndüm. Hata mı ettim? Bunları yaşamak için mi geldim? Tüm dünyanın sağlıktan teknolojiye katkıları ile takdir ettiği İsrail’in doğru yaptıkları ile neden gurur duyamıyorum? Bakın tarihe, İzmir kökenli Yahudi eski Fransa Başbakanı Mendes France, ilk sosyalist Yahudi Başbakan Leon Blum, Clinton dönemi Savunma Bakanı David Cohen, Amerikalı Diplomat Henry Kissinger, Belediye Başkanı Michael Bloomberg. Bunlar ilk aklıma gelenler ve daha niceleri var. Neden benim ülkemde bu tip örnekler olamıyor? Necip Fazıl Kısakürek, Nihal Atsız, R.Cevat Atılhan gibi yazarların kargaburunlu, kambur Yahudi imajını bizlere sunduğu bu ülkede, yere göğe sığdırılamadığını görünce daha ne bekliyoruz ki? Açın bakın gazeteye, en ufak bir haberde bile Yahudi asıllı ibaresi size tuhaf gelmiyor mu? Burada asıl haber değeri olan adamın etnik kökeni değil olayın kendisidir. İşte bu yüzden ben bundan sonra da bir şeylerin değişeceğine inanamıyorum. Özgürlük hepimizin meselesi ama ben her şeyden önce eşit vatandaş olabilmek istiyorum.”
Yusuf Abi anlattıkça kelimeler boğazımızda düğümleniyor. Peki ya şimdi? Neler yaşıyorsun? Endişelerin devam ediyor mu? Ara vermeden anlatmaya devam ediyor. “Bakın İngiltere’de 12. yüzyılda Magna Karta sözleşmesi ile kralın yetkileri kısıtlanmıştır. Şu an beni en çok tedirgin eden aradan yüzyıllar geçmesine rağmen ‘makul şüpheli’ adı ile uygulanan yasa. Bu yasa ile sorgusuz, sualsiz sizi evinizden, işyerinizden alıp götürebilirler.” Konuşmamızın devamında en ilginç anısını soruyorum. Geçen yıllarda kafelerine gelen iki İsrailli Arap turistten bahsediyor. İsrail’de devlet kademesinde çalışan bu turistleri kaldıkları apart otel İsrail pasaportu görünce kabul etmemiş, sonra da otel değiştirmek zorunda kalmışlar. Gülümsüyor. “İşte birbirimizi bu kadar yanlış anlıyoruz.” Konuşmamızın sonuna geliyoruz. “Hadi biraz da iyi şeyler söyle Yusuf Abi, hiç mi umut yok?” diyorum. “Şalom’un en büyük başarısı bana göre, yıllar yılı olumsuz bir anlam yüklenen, hakaret gibi kullanılan Yahudi kelimesini cesaretle kullanarak, bunu topluma kabul ettirmesidir. İşte şimdi biz de bu sayede bu kelimeyi daha rahat kullanıyoruz” diye bitiriyor. Yusuf Abi ile kafeden çıkıp uzun süredir merak ettiği Neve Şalom kompleksine taşınan Türk Musevileri Müzesini gezmeye gidiyoruz. Yolda aklına geldikçe anlatmaya devam ediyor, kim bilir belki onlar da ileriki yazılarımıza ilham verir… Teşekkürler Yusuf Abi, “Ben en az sizler kadar Türk’üm, bu ülke benim de ülkem, neden çekineyim” dediğin için. Keşke hepimiz senin kadar içimizi dökmeye cesaret edebilsek.
Keşke canım ülkemde her geçen gün tuhaf açıklamalarla toplumun sosyal yapısını değiştirmek yerine içimizdeki yaraları sarabilsek! Anlayamadıklarımızdan, anlattıramadıklarımızdan özür dileyebilsek. Gelin, görün o zaman o özlenen barış belki de o kadar uzaklarda olmayacaktır. Birbirimize yabancılaşmayacağımız barış dolu günler temennisiyle…