"Kaçabilen canını kurtarır"
1934 yazınının Edirne’si tuhaf bir hak görme haliyle tanıştı. Her şey birkaç haftadır söylentiler halinde yayılan fısıltı gazetesiyle başlamıştı. Halk evlerindeki konuşmalar, kahvehane sohbetleri hep aynı konuya bağlandı. Yahudilerin ticaretten topladıklarını altına çevirip, tenekelerde sakladıkları konuşuluyordu.
1 Temmuz 1934’de Milli İnkilap dergisinde yer alan bir yazıda, Uzunköprülü Osman oğlu Rasih, Edirne halkını, Yahudileri evlerinden kovmaya teşvik etti.
2 Temmuz 1934 günü taş, sopa ve ‘Yahudilere ölüm!’ haykırışlarıyla, mahalleleri basan grup, mağazaları, evleri yağmalayıp, Yahudilerin İstanbul’a gitmelerini istedi. Yahudi mahalleleri günlerce yağmacı çetelerin kontrolünde kaldı. Şehirde kalan Yahudileri bulmak için Edirne’yi baştan aşağı tarayan çeteler korku salıyordu.
Parası olan Yahudiler trenle İstanbul’a kaçarken, fakir olanları ise açık arazide konakladı. Kimisi de yaya olarak İstanbul’a hatta Yunan sınırına kaçmak zorunda kaldı.
Şehirde mahsur kalan az sayıda Yahudi dehşet içinde evlerinin gizli bölmelerinde yahut komşularında saklandı. Yağmacı çeteler bakkal, manav ve fırıncıları tehdit ederek Yahudilere yiyecek ve ekmek satmamalarını emretti.
3 Temmuz günü estirilen terör havasında şiddetinin iyice artmasıyla, Edirne Emniyet Müdürlüğü de aynı gün Yahudilere 48 saat içinde şehri terk etmelerini emretti.
Gerekçe ortak dil gibiydi, yetkili makamlar ağız birliği etmişlercesine, “Halk istemezse biz de durduramayız” diyordu.
Bu gelişmeler üzerine Kırklareli’nde cereyan eden olaylardan haberdar olan ve aynı durumla karşılaşmak istemeyen Edirneli aileler, eşyalarını, evlerini ve tıka basa mal dolu mağazalarını Müslüman esnaf ve tüccara bedava denebilecek meblağlara sattı ve 4 Temmuz sabahı trenle İstanbul’a kaçtılar.
İnönü aynı gün Meclis’te yaptığı konuşmada, gerekli önlemlerinin alınacağına dikkat çekerek, kaçanların geri dönmelerini istedi. Ancak Edirne Valisi olayların bastırılması adına bu talimatı uygulamadı. Edirne’nin Yahudi ileri gelenleri, 5 Temmuz sabahı İstanbul’daki akrabalarından hükümetin olayların bastırılmasını emrettiğini bildiren telgraf aldıklarında, Vali’ye giderek hükümetim emri uyarınca emniyet güçlerinin kendilerini korumasını istediler. Hiçbir şeyden haberi olmadığını söyleyen Vali, olayların Yahudilerin Türkçe konuşmamalarından dolayı meydana geldiğini söyleyiverdi. Ancak Vali saat 17.00’de dönemin başvekili İsmet İnönü’nün TBMM’de yaptığı konuşmasını radyodan dinlediğinde ve teftişe gelineceğini öğrendiğinde, Yahudi cemaatinin ileri gelenlerine Ankara’dan talimat aldığını açıkladı. Ankara, olayların durdurulmasını emrettiğinde iş işten geçmişti.
Olayların son bulmasında rol alan telgraf Yahudi cemaatinden, Yalova’da bulunan Atatürk’e iletildiğinde Atatürk derhal kargaşanın son bulmasını emretti.
Elbette o esnada komşularını koruyup saklayan vicdanlı mahalleli de vardı. Elbette durun diyenler de oldu. Ancak ev ve mağazalarına karşı başlatılan yağma eylemi birçok Yahudi aileyi korkutup kaçmalarına sebep olmuştu.
Ardından geçen zaman hiçbir ders vermemiş gibi başka bir felaketi getirdi. Yıllar sonra yine aynı düşmanca duygularla 6-7 Eylül olayları patladı. Beyoğlu çevresinde yaşayanlar neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Yine başka mahalleden olanların, koşarak kaçmasına sebep olundu! Yine kutsal ve milli değerler zirveye çıkarılmıştı. Vatanın tapusunda belli şartlar aranıyormuş gibi, birileri yine kraldan çok kralcı oldu. Ve yine kaçabilenler canını kurtardı!
Bunları niye yazıyorum?
Kin ve öfke taşıyan kimi zihniyetlerin değişmediğini, bu kez teknolojiyle hareket ettiklerine şahit olunduğu için! Sebep hep aynı… Sürekli elden giden bir şeyler var! Paranoya hiç dinmiyor. Darbe girişimini hariç tutuyorum. Fakat sosyal medya üzerinden giderilmeye çalışılan adalet duygusu ve girişimleri son derece tuhaf buluyorum.
Çünkü bugün yine vatanı ve kutsal değerleri savunduğunu iddia eden birileri, sosyal medya üzerinden ‘elit, aydın, beyaz Türk, okumuş, farklı fikir’ avcılığı yapıyor. Kısacası kendilerinden olmayan herkese ve her şeye karşılar! Onlara göre belli niteliklerin varsa buralar için tehlike ve daha ötesinde birilerinin karşısındasın! Ya da olabilirsin.
Evet, hiç biri dükkan yahut ev basmıyor. Ama sosyal medya üzerinden etmedikleri hakaret, saymadıkları küfür, sövmedikleri farklı düşünce kalmıyor!
Ve durumu ideolojik bir temele yahut ‘vatan aşkı’ şovuna çevirdikleri için de kimsenin sesi çıkmıyor.
Sorum basit. Temsil edilmediklerini düşünenler, değişimlere kaçarak veya canını kurtararak mı ayak uyduracak? Yoksa rengarenk bir ülke gibi ışıl ışıl parlamayı becerebilecek miyiz?