Deli bir işe girişmem gerekirdi. Öyle deli ki… Gözümde büyüyen... Öyle deli ki, gönüllü bir asistanla ancak ele alınabilecek.
Deli bir sabah... Deli bir kadın… Deli bir işe girişir. Asistansız, bir başına. Deli duygular karışır araya, uçuşur havalarda. Satır satır, imza imza duygular... Kimi taa çocukluktan kalan yürekler, kimi daha yeni dostluklar... İmzalar... Her imza başka bir yürek damgası, her satır bambaşka bir ruh bağı. İşin her anı farklı bir zorlayıcı hafifleme deneyimi... Kitaplarım! Yıllar içinde okudukça birikmiş, çoğaldıkça çoğalmış. Okuduklarım okunmuş, okunurken beni bugüne taşımışlar. Beni ben yapanlara eklenmişler. Zaman içinde birikmişler raflarına kütüphanemin. Sırt sırta, sarmaş dolaş. Kendi aralarında olduğu kadar benimle de sarmaş dolaş… O kadar sıkı sıkıya tutunmuşuz ki birbirimize, alan kalmamış artık yenilerine. Kalabalıklar içinde bulamaz olmuşum raflarda aradıklarımı. Geri dönüp bakmadıkça, bakamadıkça; arada sırada indirip okşamadıkça gözlerimle kelimelerini, anlamsızca tozlandıkça onlar raflarda, üzgün ve sessiz; kuru, kupkuru bir kalabalığa dönüşmüşler. Duygular sinip solmuş tozlu yaprakların arasında.
“Hadi” diye seslenip duruyorlardı bana nicedir, “Hadi! Zaman geldi.”
Bir deli sabah, deli bir kadın girişir nihayet o deli işe. Zamanıdır artık. Tamamladıklarına göre bu kütüphanedeki görevlerini, zamanıdır artık başka birilerinin yaşamlarına katkı sağlamalarının. Teker teker inerler raftan. Teker teker okşar deli kadın gözleriyle sözlerini, elleriyle sayfalarını. Koklar her birinin birbirinden ayrı yoğun melodisini. Her biri bir yaşamdır başlı başına. Birlikte deli kadının yaşamından bir andırlar. Seslenir Ömer Hayyam bir sayfadan “Bir sır daha var, çözdüklerimden başka. Bir ışık daha var, bu ışıklardan başka. Hiç bir yaptığınla yetinme, geç öteye! Bir şey daha var, bütün yaptıklarından başka.” Deli kadının yıllardır hatırlamadığı sayfalar açılır aralanan perdelerin ardında. Düşünceler doluşur beynine: “Görünmeyenin görülebilmesi kuru kalabalıktan sıyrılınca mümkün olur.” Böylece belki de en güzel mirasını hazırlamaktadır evladına: “Elinde tuttuğun değil; ruhunda beslediğin, yüreğinde yeşerttiğindir en güzel miras” çünkü. Bir kakofonidir yaşam. Kakofoninin içinde ise bir sır gizlidir. Gürültüyü melodiye çevirdiğinde sırra erer insan. Ve sır hafiftir. Basit. Sade. Ve hafif. Sırra henüz ermemiş olana “bu kadarcık mı” dedirtecek denli basit, sade ve hafif!
Meraklısına not: Önümüzdeki günlerde bir açık toplantı yaparak kitapları dileyene vereceğim. Dileyen, karşılığında bir hayır kurumuna tarafımdan iletilmek ürere gönlünden kopanı hazırlayacağım sepete bırakabilecek. Hayır, hayır kurumunu henüz seçmedim. Evet, o gün seçmiş olacağım. İlgilenen benimle temasa geçebilir.