Saygı duyduğum bir büyüğüm, ‘İnsan ne ister?’ başlıklı Dar Açı yazımı olumlu yönde eleştirirken şöyle dedi: “Mutlu olmak için sağlık, huzur, aşk ve istikrar elbette şart ama ya özgürlük?” Ona özgürlüğün satır aralarında “Ben de varım” diye âdeta bağırdığını söyledim, o da bunun bilincinde olduğunu ama yine de özgürlük hakkında yazmamı beklediğini belirtti. Emriniz olur Yakup Barokas Ağabey, işte şiirlerle özgürlük.
“Okulda defterime, sırama ağaçlara, yazarım adını / Okunmuş yapraklara, bembeyaz sayfalara yazarım adını / Yaldızlı imgelere, toplara tüfeklere, kralların tacına / En güzel gecelere, günün ak ekmeğine, yazarım adını / Tarlalara ve ufka, kuşların kanadına / Gölgede değirmene yazarım / Uyanmış patikaya, serilip giden yola / Hınca hınç meydanlara adını / Ey özgürlük.
Kapımın eşiğine, kabıma kacağıma, içindeki aleve / Canların oyununa, uyanık dudaklara yazarım adını / Yıkılmış evlerime, sönmüş fenerlerime, derdimin duvarına / Arzu duymaz yokluğa, çırçıplak yalnızlığa, yazarım adını / Geri gelen sağlığa, geçen her tehlikeye / Yazarım ben adını. Bir sözün coşkusuyla, dönüyorum hayata / Senin için doğmuşum, haykırmaya / Ey özgürlük!”
Bu sözler Zülfü Livaneli’ye ait sevgili okurlar. Bana neyi hatırlatıyorlar biliyor musunuz? Fransız şair Paul Eluard’ın muhteşem dizelerini: “Je suis né pour te connaitre et te nommer liberté.” (Seni tanımak için ve adını özgürlük koymak için doğdum.) Ne kadar zarif, değil mi?
Bendenizin dangul dungul dizelerini merak ediyor musunuz? Düşünüyorum da, dangul dungul biraz acımasız olmuş; hoyrat diyelim. Yirmi seneyi aşkın bir zaman önce yazmışım ve Doğanın Çığlığı kitabımda yer alıyor:
Özgürlük
Özgürlük hikâye / Bizden kuvvetli güçlerin elinde birer oyuncağız / Allah korkusu / Patron yumruğu/ Aile belâsı / Geçim kavgası / Kanunun gücü / Komşunun gözü/ Vicdanın sesi / Görev silsilesi / Paranın kiri / Birinden biri / Devamlı başımızda!
Özgür olmayı kim istemez. Örneğin aklımızdan geçeni hemen söylemek ya da uygulamaya koymayı. Ama mümkün mü bu? Karşımızdakinin kırılacağından tutun, özgürlüğümüzün kısıtlanmasına (yani hapse düşmeye) ve Gelecek Dünya’daki payımızı kaybetmeye kadar bin bir çeşit neden bizi frenler. Aslında aklımızdan istediğimizi geçirmekte bile özgür değiliz. Tora, düşüncelerimize de gem vurmamızı emreder çünkü düşünceler eyleme götürür. Eğer yeterince bilge isek buna tahammül edebiliriz. Aksi takdirde düşüncelerimizden ötürü vicdan azabı duymaya başlarız ki, bu, ruh sağlığımızın bozulmasına neden olur.
Yaşlı bir psikiyatrist bana şu anekdotu anlatmıştı. Bir kadının aklından sürekli olarak kendisinin ‘kötü’ diye nitelendirdiği düşünceler geçiyor, bu yüzden büyük ıstırap çekiyormuş. Başvurduğu uzman ona şu soruyu sormuş: Galata Köprüsünden günde kaç kişi geçer? (Hikâye eski, soru da eski kaldı dolayısıyla) Kadın bir rakam atmış: Elli bin kişi. Psikiyatrist cevabı hemen yapıştırmış: Bunda Galata Köprüsünün suçu ne peki? Demek ki vicdanımızla barışık olabilmek için aklımıza ‘destursuz’ hücum eden fikirleri ve düşünceleri pek ciddiye almamak, onları çabucak silip atmak gerekiyor.
Şimdi biraz ukalalık edip, söze “Ben size söyleyeyim” diyerek devam edeyim. Özgür değiliz hiçbirimiz. Ya da sadece iki konuda özgürüz: Mitsva’lara uymakta ve kötüyü seçmekte. Geri kalan her konuda Tora’nın dediklerini yapmakla yükümlüyüz. Bu arada Tora ne der, bilir misiniz? Kişi, yaşadığı ülkenin yasalarına uymak zorundadır.
Özgürlük kısa bir andır. Değerlidir. Kıymetini bilmek ve her saniyesinden yararlanmak gerekir. Nefes gibi alınmalı ve bırakılmalı. Gerisi hikâye, sevgili okurlar.