On beş gün içinde iki büyük insanı kaybettik. Biri iş dünyasının duayeni, diğeri sanat dünyasının... Birini yazsam diğerine ayıp edecektim. Bu sebeple ikisini de yazmaya karar verdim. Çünkü ikisinin de birden çok ortak noktası vardı; ülkelerini çok sevmeleri, Atatürk’e hayran olmaları, doğru birer baba modeli olmaları, çok sevilmeleri, çok sayılmaları, çok güvenilir olmaları...
İshak Alaton, çok sevdiğim kızından dolayı yakından tanıma fırsatı bulup sohbet etme şansına sahip olduğum bir büyüğümdü. Bundan on sene önce kızı Leyla Alaton’la beraber kendisini okula davet ettiğimde, “Söz konusu okulsa akan sular durur. Gençlerle beraber olmayı çok seviyorum” diyerek zevkle gelmiş, tatlı ve zeki sohbetiyle hepimizi kendine hayran bırakmış, kızının başarılarının altını özenle çizmiş, Leyla’nın hiçbir zaman zengin bir babanın kızı gibi olmadığını, her zaman kendi kanatlarıyla uçmayı tercih ettiğini anlatarak, çocuklara örnek olmuştu. Üç yıl önce bir kez daha davet ettim İshak Bey’i okula... Biraz daha yaş almıştı belki ama gözlerindeki çelik, mavi irade hep aynıydı. Liderlik Seminerinin sonunda gençlere yeni tavsiyelerde bulunmuş, çocuklara bambaşka ufuklar açmıştı. Sonra bir gün, iş yerinde ziyaret etmiştim onu. Lüzumlu Adam ve Lüzumsuz Adam çalışmalarına yeni başladığı dönemdi. Bana kitaba eklemeyi planladığı pek çok ayrıntıdan söz ettiğinde, benimle bunları zamanından önce paylaştığı için çok mutlu olmuştum. Gemiler geçiyordu gözlerinden, bana gençliğini anlatırken... Sonsuz maviliklerde kendine en düzgün, en doğru rotaları çizen gemiler.
Kaybettik İshak Bey’i... Ama gemileri, bize yol göstermeye devam edecek...
Tarık Akan, Bakırköylü olmaktan dolayı hemşerimdi... Onu ilk gördüğümde okula yeni başlamıştım. Bakırköy’ün o zaman içinden arabalar geçen ana yolunda, upuzun boyuyla yanımızdan geçerken annemin elini bırakıp karşısına dikilerek, “Aaa Tarık Akan” demiştim. Eğilip yanağımı okşamış ve yüzünün tamamını kaplayan bir gülümsemeyle cevap vermişti bana... Yıllar içinde çok kere farklı yerlerde gördüm onu. Ama en çok da sosyal sorumluluk projelerinde, o canım Taş Mektep’inin bahçesinde, Atatürk’ü anma törenlerinde... Hep oradaydı. Uzun boyunu azıcık gizlemek kaygısıyla kıstığı omuzları, yemyeşil bakan gözleri, güler yüzü ve gelişmiş farkındalığıyla Bakırköy’ün güneşiydi adeta. Filmlerini anlatmayacağım bile...
Onu da kaybettik...
İki yıldız gibi kayıp gittiler gökyüzünden...
Gençlere yaptıkları önderlik, sahip oldukları yurtseverlik, Atatürk hayranlığı; onları birbirine benzer yapan özellikleriydi.
İkisi de Türkiye için bir şeyler yapmak sevdasındaydı.
İkisi de iyi birer babaydı...
İnsan bazen cevapsız sorular soruyor kendi kendine...
Yanlış olduğunu bile bile tekrar tekrar düşünürken buluyor kendini, bu şahane yetenekler, zekalar, o kimsenin göremediğini gören gözler, kimsenin düşünemediğini düşünen kafalar; neden biraz daha yaşamıyor, insanlığın onlardan öğreneceği daha çok şey yok muydu diye sormadan edemiyor insan...
Nur içinde yatın ikiniz de...
İshak Bey, biz sizden, bir şeyler öğrenmeye hep devam edeceğiz. Bu ülkeye kattığınız değerleri hiç unutmayacağız.
Ve siz Tarık Akan, Taş Mektep’te yetişecek Atatürkçü, aydın kafalar; bu ülkeye daha çok İshaklar, Tarıklar, Mustafalar yetiştirecek.