Acıyı görmeye alışmış gözlerimiz. Acıyı, kötü dediğimizi görmeye alışmış. Kendimiz için hep güzeli, mutluluğu, barışı, huzuru, sağlığı, bütünlüğü, iyiyi hayal ederken; etrafımızda hep çirkini, mutsuzluğu, savaşı, huzursuzluğu, kopukluğu ve eksikliği, kısaca kötüyü görmeye alışmışız. Güzelin, mutluluğun, barışın, huzurun, bütünlüğün, iyinin kişisel bir seçim olduğunu unutmuşuz.
Acıyı görmeye alışmış gözlerimiz. Acıyı, kötü dediğimizi görmeye alışmış. Kendimiz için hep güzeli, mutluluğu, barışı, huzuru, sağlığı, bütünlüğü, iyiyi hayal ederken; etrafımızda hep çirkini, mutsuzluğu, savaşı, huzursuzluğu, kopukluğu ve eksikliği, kısaca kötüyü görmeye alışmışız. Güzelin, mutluluğun, barışın, huzurun, bütünlüğün, iyinin kişisel bir seçim olduğunu unutmuşuz.
Zor bir dönemden geçiyor dünyamız. Kimi yerde anlamsız savaşlar, kimi yerde açlık; doğup büyüdükleri topraklardan sökülüp yollara düşenler, denizlerin orta yerinde bir teknede kızmakta olan güneşin altında kavrulan susuz dudaklarının acısını belki de son sabahlarında hissedecek çocuklar, kimi yerde iş yerine ya da kim bilir belki sevgilisine gitmek üzere çıktığı yolları bir canlı bomba ile noktalanacak insanlar...
Oysa dünyamız hep zor dönemlerden geçti. Dünya tarihine bakarsak savaş ve felaketler toplamının barış ortamından daha uzun süreli olduğunu görebiliriz. Belki de sırf bu yüzden acıyı görmeye odaklanmış gözlerimiz. Belki de hep barışı umut ettiğimiz için ulaşamamışız barışa. Hep umut etmişiz. Hep baktığımız acıdaki öteki üzerinden umut etmişiz. İyinin, barışın, güzelin bir seçim olduğunu unutmuşuz. Bu seçimi önce kendimizin yapması gerektiğini ve seçimi yapıp gereğini yerine getirmenin, paylaşarak çoğaltmak olduğunu fark etmemişiz. İnsan susuzluk hissetmese su gelmez aklına. Bazan kana kana içmek gerekir ama bazan küçücük bir damla öyle bereketlidir ki tüm toplumu besler. Tekirdağ’da Süleymanpaşa Belediye Başkanı Sn. Ekrem Eşkinat’ın önderliğinde ‘Apartmanlar Bir Çocuğu Okutuyor’ projesi mesela. Projeye katılan her apartman dairesi ayda 10 TL gibi bir miktarı kendi seçtikleri Süleymanpaşalı ihtiyaçlı çocuğun hesabına göndererek onun eğitimine katkıda bulunuyor. Ya da İstanbul’da Kasım 2013’te ilk ziyaret ettiğimde, Balat’ta henüz küçücük mekânında çocukların daha iyi bir ortamda yetişmesi için mahallede sokakta yaşayanlara, ihtiyaçlılara gıda, giyecek ve sırasında kalacak bir çatı yardımı yapmakta olan Derviş Baba Kahvesi. O da bugün 25 bin gönüllüsü ile 10 ayrı adreste din, dil, uyruk ya da hiçbir ayrım yapmadan Türkçe okuma yazmadan, matematiğe, İngilizce, Fransızca gibi lisan eğitimlerinden, keman ya da ritim gibi müzik eğitimlerine, psikolojik destek ve danışmanlığa kadar birçok alanda ihtiyaçlılara destek veren dev bir dernek haline geldi. Sayıya bakıp yetermiş demeyin, karanlık aydınlıktan her zaman bir adım önde gider. Tam da bu sebeple hepimizin bir derneğe bağlı ya da değil ama bir şekilde el vermesi gerek. Çünkü el verdikçe, güzelliği paylaştıkça mutluluğu kendi içinde keşfediyor insan. Tıpkı Sn. Eşkinat ile ziyaret ettiğimiz Ziçev Zihinsel Engelli Çocuklar Eğitim Vakfı’nda ilk defa gördüğüm çocukların kahkahalarla ve tarifsiz bir sevgi ile beni karşıladıkları gibi. Böylesi bir sahneyi daha önce İZEV’de yaşamıştım. Daha ilk defa kapıdan girdiğimde, İZEV çocuklarından biri şöyle seslenmişti bana “Nerede kaldın?” Bu sımsıcak hoş geldin, o gün bugündür yüreğime kazılı.
Önümüz Roş Aşana Bayramı... Biz Musevilerin Yeni Yılı. Bu bayram akşamı şarabımı ilk defa daha bilinçli yudumlayacağım. Her ürün bir coğrafyaya aittir. Ve her coğrafya bir (ya da bazan birkaç) ürünle kutsanmıştır. Trakya bağlarının ve Trakya şaraplarının uluslararası arenada daha iyi tanınmasını sağlamak için dünyaca ünlü şarap uzmanlarının ve bir somelye’nin jüri olarak katıldığı 2. Trakya Şarapları Yarışmasında bağları gezerken ya da bağ sahipleri ile birebir sohbetler ederken insanın insana dokunmasının ne kadar önemli olduğunu bir kere daha fark ettim.
Tekirdağ’ın eskiden Yahudisi, Ermenisi, Müslümanı, çeşit çeşit insanı ile bir bütün olduğunu; mübadele sonrası ise yalnızlaşmanın aslında insan yüreğine nasıl da acı izler bıraktığını ve artık bunu temizlemek gerektiğini ne de güzel anlatıyordu Sayın Eşkinat. Tam da 5 Eylül sinagog saldırısını andığımız günün ertesinde, 6-7 Eylül olaylarını andığımız günde: “Oturduğumuz ev eski bir Rum evi,” diyordu. “Rum evi diyoruz ama aslında tüm bu Rum evlerini de Ermeni mimarlar yapmış.” Bir şekilde buluşmuş Sn. Eşkinat oturduğu evin eski Rum sahipleri ile ve şöyle demiş onlara
“Ne sen Yunanlısın, ne ben Türk’üm. Biz artık aynı evin çocuklarıyız.”
İnsanın insana dokunması böyle bir şey: Aynı evin çocukları olduğumuzu hatırlamak!
Belki de artık bayramlara yepyeni gözlerle bakmalıyız. Şarabımı içerken sadece şarabımı içmiş olmayacağım artık. Artık her yudumda, gezme şansına erdiğim Barbare Bağlarının sonsuzluğa davet eden manzarası, Barel Bağlarının doğal ev samimiyeti, Umur Bey’in, tanıştığım tüm bağ insanlarının ve bu gezide bir araya geldiğimiz herkesin samimiyeti, içtenliği, lezzeti, bereketi olacak. Belki de elimizde şarap kadehimiz, daha henüz şarabımızı koklarken, ya da ilk yudumumuzda şarabımızın lezzetine varırken, şarabı değil insanı kokladığımızı, insanın lezzetine vardığımızı fark etmenin vakti. Artık sen, ben, o, öteki olmadığımızı; hepimizin aynı evin çocukları olduğumuzu fark etmenin vakti. Acıyı da, kötüyü de kendimizin yaratıp yaydığını fark etmenin vakti. Belki de artık, kendimizi ve toplumumuzu mutlu, barış ve huzur dolu bir bütünlüğe taşımak için yükümlülüğümüzü üstlenmenin vakti. Çünkü en güzel lezzete insana dokunduğu zaman varıyor insan.
Bereket, barış, neşe ve birlik halini yaşayacağımız iyi bir sene olsun tüm insanlığa.