Aylar süren hazırlıklar ardından Musul operasyonu sonunda başladı. Ele geçirildiği takdirde, Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Suriye’deki başkenti sayılan Rakka ile bağı kesilecek, böylelikle IŞİD’in etrafındaki çember daralacak.
Musul, Irak’ın ikinci en büyük şehri. Aynı zamanda IŞİD’in lideri Ebubekir El Bağdadi’nin hilafet ilanını duyurduğu yer olması itibariyle stratejik öneme sahip.
Koalisyon güçlerinin havadan ve (askeri danışmanlar aracılığıyla) karadan destekledikleri operasyon kapsamında, Irak Ordusu, Peşmerge gücü ve Ninova Muhafızları (Başika kampındaki Türk askeri birliğince eğitilen 1500 kişilik Iraklı Sünni güçleri barındırıyor) üç koldan Musul’a ilerlemekte.
Hemen herkes Musul operasyonunun uzun ve zorlu geçeceği konusunda hemfikir.
2015 ortasından bu yana IŞİD’le mücadele giderek hız kazandı. Örgüt Irak’taki topraklarının yarısını, Suriye’de ise yüzde 20’ini kaybetti. Üstelik yalnızca Irak ve Suriye’de değil, Libya’da da geriledi.
Terk etmek zorunda kaldığı topraklarla birlikte, gelir elde ettiği enerji kaynaklarını ve ticaret noktalarını kaybeden IŞİD, yenilginin acısını yabancı ülkelerdeki terör hücrelerini harekete geçirerek çıkardı, kan dökme potansiyelini ispat edercesine.
Musul kuşatılırken, IŞİD ne kadar direnecek? Taktik açıdan bırakılan geçiş yolunu kullanarak Suriye’ye kaçacak mı? Yeni terör saldırıları kapıda mı? Savaşın gidişatıyla birlikte cevaplar netlik kazanacak.
Ancak şu an itibariyle, vahşette sınır tanımayan IŞİD’in kimyasal silah kullanma olasılığı ciddi endişe konusu. Elinde tuttuğu Musul Barajını havaya uçurarak Musul ve Bağdat’ı sular altında bırakabileceği de bir diğer felaket senaryosu.
Örgütün terk ettiği bölgelere mayın döşediği, yer altına inşa ettiği tünellere cephanelik yığdığı, sivilleri canlı kalkan olarak kullandığı ve intihar bombacıları ile karşı tarafa büyük zayiat verdiği zaten biliniyor.
Dolayısıyla önümüzdeki günlerde Musul’da yaşayan yaklaşık bir buçuk milyon sivil, IŞİD çökerken hayatta kalma mücadelesi verecek. Birleşmiş Milletler yeni bir insani felaketin kapıda olduğu konusunda yetkililere uyarılarda bulunuyor ama ne fayda. Şehri terk etmeye cesaret edecek olanları susuzluk ve mayınlarla dolu bir ölüm yürüyüşü bekliyor.
IŞİD kontrolündeki bölgelerde yaşayan yerel Sünni aşiretlerin alacakları pozisyon operasyonun yönünü belirleyecek.
Zaten operasyonu bu kadar geciktiren etkenlerden biri de, kuşatmada görev alacak yerel güçlerin eğitimi ve mezhepsel kıyımların önüne geçecek birtakım düzenlemeler konusunda gösterilen hassasiyet.
Musul operasyonu sonrası Irak’ta yeni IŞİD’lerin türemesinin önüne geçilmesi ancak demokratik, kapsayıcı ve mezhepler üstü adil bir idari yapının tesisi ile mümkün olabilir.
IŞİD’in öncülü terör örgütlerinden farklı olarak kuralsızlığın, yolsuzluğun hüküm sürdüğü coğrafyada düzen kurucu devlet olma iddiasıyla yükselişi, birçok bakımdan üzerine düşünmeyi gerektiriyor.
Bu yüzdendir ki, Musul’un IŞİD’den temizlenmesi kadar operasyon sonrası sürecin nasıl yürütüleceği de hayati derece önemli.
Ve bu süreç başarısızlıkla sonuçlandığı takdirde, IŞİD’in kendisi olmasa bile dayandığı ideolojinin savaştan çok daha güçlü çıkacağını tahmin etmek zor değil.
Bu bağlamda ABD’nin Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasından yana tavır almasında şaşılacak bir durum yok. Washington’ın “Musul Operasyonu’nun Irak inisiyatifinde yürütüldüğü” vurgusu, Iraklılar arasında ortak düşman IŞİD’e karşı ortak bir mücadele bilinci yaratmaya hizmet ediyor.
Türkiye ile Bağdat merkezi hükümeti arasında yükselen gerilimin ise ne Ankara’nın siyasi hedeflerine ulaşmasına ne de IŞİD’le mücadeleye fayda sağladığını söylemek mümkün değil.
Irak toprak bütünlüğü ve özelde Haydar El Ibadi yönetiminin meşruiyetini sorgulayan yaklaşımın karşı tarafta açık bir tehdit algısına yol açtığı ve iki ülke arasında işbirliği olasılıklarını en baştan budadığı görülmeli.
Türkiye’nin Ortadoğu’da daha aktif bir dış politika izlemesi gerektiği savunanların çoğu zaman atladıkları bir gerçek var. O da, Müslüman kimliği ve Osmanlı mirasının siyasi kültür açısından bölgeyle kurulan ilişkilerde Türkiye’ye avantaj sağladığı gibi, aynı Osmanlı geçmişinin bölgede sömürgecilik karşıtı tepkileri tetikliyor ve antipati yaratıyor olması.
Iraklı Şii lider Mukteda el Sadr’ın yandaşlarına -Başika’daki askeri varlığından dolayı- Türkiye’nin Bağdat Büyükelçiliği önünde protesto çağrısında bulunması ve göstericilerin “Osmanlı işgali bitti” yazılı pankartları açması, tam da böylesi bir tepkinin açık kanıtı.
Bugün Türkiye’nin imkânları dahilinde bölgedeki gelişmelere yön verebilmesi sadece askeri güce değil, yumuşak gücüne, diğer bir deyişle tarafları ikna gücüne bağlıdır. Bu da dış politika revizyonu çerçevesinde beklenen siyasi dil ve üslup değişikliğinin yanı sıra mezhepler üstü söylemin benimsenmesi ve davranışlarla tutarlılık kazanmasıyla mümkündür. Bu bağlamda, Dışişleri Bakanlığı ile Bağdat arasında heyetlerin karşılıklı ziyaretleri, herşeye rağmen, diplomatik diyalog kanallarının tamiri için açık kapı bırakan, olumlu bir gelişme sayılabilir.