Hannah’ın dünyası

Popincourt Sokağına döndü. Kendi sokağı… Bu semt tüm hayatıydı. Kalbinin huzurla çarptığı dört küçük sokak: Popincourt, Basfroi, Roquette ve Sedaine. Voltaire Meydanının pek yakınında. Akordeon sesleriyle, gazete satıcılarının bağrışlarıyla, bir evden öbür eve durmak bilmeyen konuşmalarla hiç ama hiç uyumayan, anne babasının deyimiyle ‘petit İstanbul’! (küçük İstanbul)

Sibel CUNİMAN PİNTO Köşe Yazısı
19 Ekim 2016 Çarşamba

Küçük insanların semtiydi bu semt. Halıcılar, sandalyeciler, marangozlar, cilacılar... Daracık kaldırımlarında çarpışılır, sarmaş dolaş selamlaşılır, öpüşülürdü. Bütün hafta boyunca zor şartlarda yoğun çalışılırdı. Pazar günleri ise şık giyimli kızlar 4’lü, 5’li gruplar halinde dolaşır, genç delikanlılar kızlara ıslık çalar, muhabbet başlatmaya çalışır, semtin caféleri dolar taşardı. Bu semtte kendi evlerindeydiler, kendi aralarındaydılar, diğer Paris’lilerin küçümseyen bakışlarından uzakta, korunaktaydılar.

Yaşadığı apartmana girdi. Merdivenleri soğan, et ve baharat kokuları sarmıştı. Annesi Abramoff’a gitmiş olmalıydı, Cinq Continents (Beş Kıta)’ya…Roquette Sokağı 66 numaradaki ‘Türkiye’ kokan bakkala… Nane, çeşit çeşit baharatlar, kaşkaval (kaşar peyniri), kasanın yakınında müşterilerin birarada tattığı rakı. Bakkala haftada bir gidilirdi, daha fazlasına bütçeleri müsait değildi. Dükkanın kapısından girer girmez bayram başlardı. Kadınlar zeytinleri tatmaya başlar, erkekler emaye kapların içindeki baharatları keşfederlerdi. Dükkan sahibi neşeli günündeyse çocuklara fıstıklı ya da çikolatalı helva ikram eder, çocuklar da dükkanın önündeki kaldırımda bayıldıkları bu lezzetin tadını çıkartırlardı.

Eve girdi. Anne, babası her zamanki gibi yüksek sesle kavga ediyorlardı. Hiç anlaşamıyorlardı. 1920’li yıllarda yapılan çoğu evlilik gibi onlarınki de İstanbul’da büyüklerın ayarladığı evliliklerdendi. Cécile doğduğu Romanya’dan antisemitizm nedeniyle kaçmak istiyordu. Kitaplarıyla ve şiirleriyle yaşamayı seven, duygularını ifade etmeyi beceremeyen ‘yalnız adam’ Haim’le evlenmeyi kabul etmişti. Güzel sarışın kadın İstanbul’a yerleşip bir memur eşi olarak rahat bir yaşam sürmeyi hayal ediyordu. Oysa Haim’in başka rüyaları vardı.

Alliance Okulunda Fransızca öğrenmişti, Hugo, Baudelaire ve Verlaine’ye hayranlık duyuyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle Türkiye’yi terk edip Paris’e yerleşmişti. Politik nedenlerle değil, sadece Fransa’ya aşık olduğu için. Neredeyse mistik bir aşktı onunkisi. 14 Temmuz Özgürlük Bayramı Balosu, yaz aylarında Grands Boulevards yaşantısı, Tour de France bisiklet yarışması onun için dünya üstündeki mutluluğu simgeliyordu. Cécile bu göçe razı olmuştu olmasına ama her gün, her gece kocasının burnundan getiriyordu.

Geçen ay Almanya’yla savaşa girildiğinden beri Behar’larda en ufak şey için bile kavga ediliyordu. Ama bu seferki konu önemsiz değildi.

-Bunu yapamazsın, diyordu Cécile.

-Yapmak zorundayım, diyordu Haim.

-Niye zorundasın? Sen Türk vatandaşısın. Bu savaştan sana ne?

-Yanılıyorsun Cécile. Fransa bana herşeyi verdi. 1925 yılında buraya ilk kez yalnız başıma geldiğimde hiç bir şeyim yoktu. Çoraplarımı köhne bir otel odasının pis lavabosunda yıkar, birkaç frank için pazarlarda çalışırdım. Bugün güzel bir dükkanımız var, sen terzi olarak hayatını kazanıyorsun, kızımız Fransız. Artık burada sürgünde değiliz, geçici hiç değiliz. Bu ülkeye borcumu ödemeliyim, onlara layık bir şekilde hizmet etmeliyim, ben de herkes gibi savaşa gideceğim.

-Ama seni istemiyorlar ki! Bir yabancı, üstelik bir Yahudisin sen…

-Doğru. Legion’da ne yabancıları ne Yahudileri seviyorlar. Ama sebat ettim, on kez gittim, sonuçta beni kabul ettiler. Hitler’in ne büyük bir tehlike olduğunu anlıyorlar yavaş yavaş.

-İşte, tam da bu. Yaptığın çok çok tehlikeli. Üstelik ‘butika’yla kim ilgilenecek?

Bu kelimeyle Hannah kapının arkasında duraksar, gülümser. Anne babası Fransızca konuşurlardı tabii ama tartışmalarını Judeo-Ispanyol lisanında yaparlardı. 15. yüzyılın Kastilyan lisanı, üstelik Rumca, Türkçe, Bulgarca kelimelerle süslü bir lisan. Müzikal, ahenkli bir dil. Hannah’ın konuştuklarını anlamadığını düşünüyorlardı ama yanılıyorlardı. Doğduğundan beri kulak misafiriydi bu lisana, kelime kelime işliyordu zihnine. Ama hiç renk vermeden!

O anda Hannah’ın ayakları altındaki parke gıcırdadı.

-Sen misin Çiçek? dedi babası.

Babası Hannah’ya Çiçek ya da Hanum derdi. Bazen de Minik Lokum! Kızına tutkundu Haim. (Keyfi yerinde olduğunda kızını Sedaine sokağındaki favori cafésine götürürdü, Bosfo’a. Çok mütevazi bir mekandı burası, bir bar, bir kaç sandalye, duvarlarda Türkiye manzaralı posterler. Buraya ne ambiyansı ne vasat kahvesi için gidilirdi. Türkiye’den gelen Yahudiler aralarında görüşmek, memleket hasreti gidermek, gurbet acısını paylaşmak için buluşurlardı.)

Sapsarı saçlı, masmavi gözlü, içinin güzelliği dışına yansıyan biricik kızlarının yanında Cécile ve Haim tartışmalarını hemen kestiler. Onun önünde bu savaştan bahsetmek neye yarardı ki? Oysa Hannah bir çok şeyi anlıyordu, kendine göre. Okulda herşeyden konuşuluyordu.

-Yemek yemek ister misin? dedi Cécile. Borekitas yaptım.

İşte merdivenlere yayılan koku buydu, içi etli yarım ay börekçikler!

Hannah yatmayı tercih etti. Anne babasının, bahsederken seslerinin titrediği ne Romanya, ne Türkiye ona bir şey ifade ediyordu. Ne savaş, ne Almanlar, ne Hitler… Yarın okul vardı. Tavırlarıyla onu şaşırtan, merak ettiren Suzanne Dupuis’yle belki birkaç kelime konuşabilirdi.

***

Paris’de 1939 yılının kışı. ‘Küçük İstanbul’da 9 ve 10 yaşlarındaki iki kız çocuğu Hannah ve Suzon. Yazar Ariane Bois bu iki çocuğun gözünden işgal altındaki Paris’teki Yahudi-Türk diasporasının dünyasına götürüyor bizleri. Savaş yılları hayatlarını alt üst ediyor. Korku, sürgün, kayıp, korkunç bir sır… Acaba arkadaşlıkları savaşın acımasızlığına karşı koyabilecek midir?

Marie Claire grubunda toplumsal konularda muhabir ve Avantages dergisinde edebiyat eleştirmeni olan Ariane Bois duyarlı, alçak gönüllü ve çok dokunaklı bir romana imza atmış. Le Monde d’Hannah (Hannah’ın Dünyası) zamana meydan okuyan dostlukların mucizevi gücüne de dikkat çekiyor. Paris’in bu hüzünlü ve acı savaş dönemine ilgi duyanlar için özellikle tavsiye ederim.