Eylül ayının sonunda hayatını kaybeden eski İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres (1923-2016), bu ülkede devlet aygıtının birçok kademesinde görev yapmıştır. 1950’li yıllarda savunma bakanlığında güvenlik konularında çalışan Peres, 1984-1986 ve 1995-1996 yılları arasında başbakanlık yapmış, 2007-2014 yıllarında ise cumhurbaşkanı olarak siyasette yerini almıştır. Ancak belki de en önemli görevi 1990’lı yıllarda Yitzhak Rabin’in başbakanlığı döneminde dışişleri bakanı olarak Filistinliler ile barış sürecindeki rolüdür ki, bu çabaları sonucu Rabin ve Filistin lideri Yaser Arafat ile beraber 1994 yılında Nobel Barış Ödülü’nü kazanmıştır. Aynı dönemde İsrail, Ürdün ile barış anlaşması imzalamıştır.
İsrail’in kurucu neslinden son kalan siyasetçilerden biri olan Peres, bugün Belarus ama o dönemde Polonya sınırları içinde bulunan Vişniva kasabasında doğmuştur. 9 yaşında İngiltere kontrolündeki Filistin’e göç eden (aliya yapan) Peres, zaman içinde İsrail’in kurucu Başbakanı David Ben Gurion’un dikkatini çekmiş ve onunla beraber çalışmıştır. 1950’li yıllarda savunma bakanlığındaki görevi esnasında Fransa’dan silah alımı ve Negev Çölündeki Dimona Nükleer Reaktörünün inşasında Fransa’nın desteğini a lmıştır. Zaman içinde, özellikle 1980’lerden itibaren artık Filistinliler ile barış yapmanın elzem olduğu ve İsrail’in güvenliğinin barıştan geçtiğine kani olmuştur.
Barış sürecinin mimarlarından olan Şimon Peres, bu dönemde yazdığı Yeni Ortadoğu (The New Middle East) adlı kitabında Ortadoğu için Avrupa Birliği modelini önermiştir. Nasıl ki, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) öncelikle ekonomik konularda işbirliğiyle başlayıp bunun siyasi ilişkilere olumlu etkileri olduysa, Ortadoğu için de öncelikle ekonomik işbirliği tavsiyesinde bulunmuştur.
Ayrıca, siyasi ilişkilerde Ürdün ile Filistin arasında bir konfederasyon kurulmasını, ekonomik ilişkilerde ise İsrail, Filistin ve Ürdün arasında Benelux tipi bir anlaşma sağlanmasını öneren Peres’in fikirleri bugün ortaya çıkmakta olan başka tür bir Ortadoğu dikkate alındığında gerçekçi olmadığı ve oldukça ütopyan gözüktüğü açıktır.
Batı Şeria’nın İsrail’e stratejik derinlik verdiği iddiasını reddeden Peres, 1993 yılında yazdığı bu kitapta artık ekonomik unsurların askeri önlemlerin önüne geçtiğini söylüyordu. Stratejik derinlikten kasıt 1967 yılında bu toprakları almadan önce Batı Şeria’nın Ürdün tarafından yönetildiği zaman İsrail’in 15 kilometre genişliğindeki ‘dar beli’ denilen bölgenin genişletilmesini amaçlamaktaydı. Yani Batı Şeria’nın Tulkarm ve İsrail’in Akdeniz kıyısındaki Netanya şehirleri arasındaki bölge askeri bir operasyon ile İsrail’in ikiye bölünmesi sonucunu getirebilirdi. Bu sebepten dolayı İsrail Batı Şeria’yı 1967 yılında eline geçirdiğinde, kendisine stratejik derinlik sağlamış, Arap ordularını Akdeniz’e 15-20 kilometrelik bir yakınlıktan Şeria (Ürdün) Nehrinin doğu yakasına uzaklaştırmıştır.
Ancak Peres’e göre balistik füzelerin varlığı sebebiyle ekonomik ve toplumsal gelişmeye önem verip bölgenin demokratikleşmesini sağlamak daha önemlidir. Radikalizmin kökeninde fakirlik ve cahilliğin olduğunu söyleyen Peres, bunları yok ederek daha barışçıl bir Ortadoğu’ya ulaşmanın mümkün olduğunu ifade etmiştir.
AB modelinin bölgeye uyarlanmasını öneren Peres, ulus devletlerden oluşan ortak pazara ve yasama organına sahip bölgenin Avrupa’nın başarısını tekrarlayabileceği düşüncesindedir. Demokratik barış teorisi fikrine inandığını yazan Peres böylelikle demokratik ülkelerin birbiriyle savaşmayacağını öngören ve ampirik olarak doğru olan bu teorinin bölge için önemli olduğunu vurgulamıştır.
Peres, ekonomik işbirliğine örnek olarak da çölün yönetilmesi, toprakların tarıma uygun hale getirilmesini ve hidroelektrik santrallerini kurulmasını öngörmekteydi. Bir nevi çöle karşı savaş olarak nitelendirdiği bu projeler dışında, silahsızlanma, iletişim ve ulaşım ağlarının kurulması ve son olarak turizmin geliştirilmesinin gerekliliği üzerinde duruyordu.
Devrimsel bir yeniden kavramsallaştırma ile savaşın uluslararası ilişkilerin bir aracı olmasının artık reddedilmesi gerektiğini de kitabında yazan Peres, gerçek düşmanın çöl ve susuzluk olduğu iddiasındaydı. Türkiye’nin 1980’lerde Turgut Özal döneminde ortaya attığı barış suyu projesine de atıfta bulunan yazar bunun önemli bir işbirliğinin başlangıcı olabileceğini düşünmekteydi.
Başka işbirliği olanakları olarak Kızıl Deniz’deki İsrail’in Eilat ve Ürdün’ün Akabe şehirleri arasında bir serbest ticaret bölgesi yaratılması ve Kızıl Deniz’den Ölü Deniz’e bir kanal inşa edilmesi sayılabilir.
Ancak ifade edilmeli ki kitabın temel argümanı olan ekonominin siyasi mülahazalardan daha önemli olduğu fikri günümüzün hatta hiçbir dönemdeki uluslararası ilişkilerini açıklamaktan uzaktır. Ayrıca hatırlanmalıdır ki Avrupa’da AET-AT-AB’nin kurulabilmiş olmasında Soğuk Savaş döneminde Amerikan güvenlik şemsiyesinin varlığının çok önemli bir etkisi olmuştur. Dolayısıyla güvenlikleri ABD tarafından karşılanan Avrupa devletleri ekonomik işbirliğine odaklanabilmiştir. Ayrıca iki büyük dünya savaşını yaşamış olmaları ve Avrupa’daki Amerikan askeri varlığı özellikle Almanya’nın siyasi yapısının ticaret yapan bir devlet olarak tasarlanmasını mümkün kılmıştır.
Dolayısıyla bu olguların Ortadoğu’da mevcut olmaması sebebiyle benzer bir yapının orada kurulması şimdilik mümkün değildir. Ancak gene de iyimser bir proje olarak belki bir gün savaşların durmasıyla beraber benzer ortaklıkların uygulanabileceğini umabiliriz. Ayrıca Filistinliler ile barışın da bir gün gerçek olabileceğini ve bu konuda kafa yormanın gerekli olduğuna Peres gibi inanmaya devam etmeye bölgedeki bütün insanların ihtiyacı olduğuna şüphe yok.