Dünya, Amerika seçimlerinin yaratacağı değişime pozisyon almaya hazırlanıyor. Amerika da haliyle 8 Kasım’daki seçimlerin öncesinde beklemeye geçti. Bu günlerde küçük manevralar alınıyor ve büyük sözler edilmiyor. Dış politikada zorunluluğun dışında net bir girişim yok. Musul konusu da buna dahil. Ancak, çok değil sadece iki hafta sonra hem Amerika’nın, hem de Türkiye’nin kaderi değişmeye başlayacak. Öncelikle seçim sonuçlarının Türkiye’ye ilk yansıması, ilişkilerin şekline göre anlaşılacak. Hatırlarsanız Obama seçilir seçilmez soluğu Türkiye’de almıştı. Haliyle Türkiye’nin itibarının ve çıkarlarının ön planda tutulduğu önemli bir dönemdi. Bugünle kıyaslamak mümkün değil. Köprünün altından geçen sular bir yana köprünün bile yeri değişti. Türkiye hiç tahmin etmediği alanlarda sınav verdi. Kiminde Amerika ile ciddi gerginlikler yaşadı. Kiminde ise Amerika sessiz kalarak Türkiye’yi yalnız bırakmayı seçti. Elbette bu seçimlerde ne Türkiye eski Türkiye, ne de Amerika eski Amerika… Özellikle Hillary Clinton’un başkan seçildiği bir dönemin gelmesi, Türkiye yönetiminin elini zayıflatabilir. Bunun işaretlerini Ortadoğu’da şimdiden gözlemlemek mümkün.
Örneğin Amerika aslında Türkiye’nin, Musul konusunda siyasi bir parçası olmadan, yapılandırma, hastane, insani yardım ve her türlü destek için bölgede olmasını istiyor. Üstelik Sünni aşiret güçleri veya Kürtleri de kendisine katarak… Ancak her olasılıkta, Musul masasında, Türkiye’ye tek başına rol verme gayretiyle hareket etmiyor. Türkiye zorlasa bile… Ayrıca Amerikalılar çoğu kez “Rusya ve Çin’e yaranmaya çalışan bir Türkiye” benzetmesi yapıyor.
Bu durumda ne olur? New York Times’ı dikkate alacak olursak, Amerikan seçimlerinden sonra Türkiye’nin Musul’da özellikle Kürtler’le ittifak halinde hareket etmesi talebi masaya gelebilir. Acilen terörle mücadelede sert yöntemler yerine barışçıl yollar izlenmesi önerileri söz konusu olabilir. Çünkü Amerika şu anda Türkiye’nin tarihi gerekçelerle, Musul masasına oturtulmasından yana değil. Kendi liderliğinde bile… Aksine, bunu bir tehdit olarak gördüğünü belli ediyor.
Erdoğan’ın Musul çıkışı ise; “İran’ın bölgede artan etkisini kontrol etmek, Musul ve çevresindeki Sünni Arap ve Türkmenler’in savunucusu gibi görünmeye çalışıyor” olarak yorumlanıyor.
Ancak kafalar karışık ve tartışmalardan başka sorular da doğuyor. Türkiye’nin dış politikası, özellikle 15 Temmuz’dan sonra hangi ellerden çıkıyor? Türkiye’nin dış politikasına kim, nasıl yön veriyor? Türkiye’nin 15 Temmuz sonrasında konumlandığı dış politika ekseni nerede başlayıp, nerede sona eriyor?
Türkiye olarak birden fazla cephede savaşıyoruz. Bunu kabul etmemek mümkün değil. Hatta en büyük düşmanımızın kim ve ne olduğuna dair bile kafamız karışık. Çünkü bir konuda müttefik olanla öbür konuda karşı karşıya kalıyoruz.
Diğer yandan iç siyasi karmaşa, kapıda bekleyen ekonomik sıkıntılar ve başkanlıkla beraber sistem meselesi sorun olarak gündemde duruyor. CHP ve MHP dış politikada çözüm üretemiyor.
Hal böyle olunca dış politika, iç politika hedeflerine kurban gidiyor. Algı böyle! Üstelik bizim aşina edildiğimiz ve iç politika enstrümanı olan dil meselesi, dış politikada da kullanılıyor. Bu durum sadece ülkelerin siyasi ilişkilerini değil, toplumsal ilişkileri de her açıdan etkiliyor. Uluslararasında dahi…
Fakat başka önemli bir soru daha var.
Komşularının kentlerinde, tarihten kaynaklanan haklar iddia etmek ve komşu ülkelerin liderlerine “had bildirmek” onlarla ancak ABD aracılığı ile konuşabilecek bir ilişki biçimi yaratırken, Türkiye’nin bu ilişki biçiminden kaynaklanan zararları iç politikaya nasıl yansır? Henüz kestiren yok.
İç çekişmelerimiz mi yoksa dış çelişkilerimiz mi daha önemli sorusu bile muallak. Çünkü biz bu aralar önümüze ne gelirse ona bakabilecek haldeyiz. Reflekslerimiz artık bir öncelik tespit edecek kadar güçlü değil. Gerginlikler sebebiyle yıprandık.
Şüphesiz, Türkiye’nin bölgesi ile ilişkilerinin bozulmasından en çok bölge dışı güçler yararlanıyor. Çünkü böylece yeni ilişki biçimi onlara daha fazla inisiyatif kazandırıyor. Biz yine açıkta kalıyoruz.
Peki ne olacak?
“Türkiye’nin açıklamalarının; dış politikada kazanım olarak gördüğü Musul operasyonuna katılmasını kolaylaştırmadığı ancak sürpriz bir şekilde iç politikada başkanlık sistemi hedefine ulaşmak için kolaylaştırıcı bir etki yaptığını düşününler var.
Bu gerçekten doğru olabilir mi?
İç politika gündeminde MHP’nin başkanlık açıklamalarının, dış politikada ise Musul’un başı çektiği açıklamaları birbirine nasıl bağlayabiliriz?
Şu an bağlayamayız. Çünkü Türkiye, 8 Kasım ABD Başkanlık seçimlerine kadar dış politikasını ve sistemini net olarak belirledi yorumlarını henüz yapamıyoruz.
*********************