Eğer basketseverseniz, geçtiğimiz haftalarda, Cumhurbaşkanlığı Kupası Finali’ni izlemişsinizdir. Veya en azından haberiniz olmuştur. Fenerbahçe ile Anadolu Efes karşı karşıya geldi ve maç Fenerbahçe'nin üstünlüğüyle sonuçlandı. Bir kupa daha eklendi müzeye. Ondan evvelki sene ise, lig şampiyonluğu ve Euroleague ikinciliği vardı. Eğer Fenerbahçe basket takımının maçına şöyle az da olsa bir göz gezdirdiyseniz, takımdaki havayı içinize çeker, adeta heyecana ortak olursunuz. Obradovic'in çektiği fırçalardan siz bile etkilenirsiniz. Heyecandan arkadaşınızın üstüne bile atlarsınız. (Eminim bütün Fenerbahçeliler Euroleague Finali’nde bunu yapmıştır). Kısacası takımın ruhunu hissedersiniz. Siz de o takımın bir parçası olursunuz. Birisi sakatlansa bütün takımın suratı düşer o takımda. Siz de bir izleyen olarak, takımdan biri olarak üzülürsünüz. Kısacası, aile olmayı becerebilmiş bir takımı izlemenin keyfine varırsınız. Kaybetse de alkışlarsınız. Çünkü takım olan, mücadele etmeyi bilir.
Öte yandan çok da iç açıcı olmayan bir konuya geçelim. Fenerbahçe futbol takımı... Çok uzatmak niyetinde değilim. Zira paragrafın rengi bile değişik geliyor yazarken. İlk paragraf renk cümbüşüyken burada her şey grileşmiş gibi. Uzun lafın kısası, çok pahalı ayaklar, rezil bir oyun, gol sevincine zorla giden oyuncular, arkadaşının nerede olduğunu bile bilmeyen bir zihniyet ve kaçınılmaz son olarak isyan bayrağını çekmiş bir taraftar kitlesi. Daha da özetlersek, takım ruhunu kaybetmiş, takım olamayan 11 kişilik bir grup. Hatırlıyorum, 2008 yılında, 14 yaşındayken o takımdaki arkadaşlığı kıskandığımı... Herkes birbirini kollardı sanki. Fakat ne yazık ki şimdi, en son Konya maçında bile 3 puanın üzerine ultra defansif bir oyunla yatan bir Fenerbahçe var. İşin kötüsü de, bunu kabullenip sindirdik. Hakem maçı bitiriyor, herkes soyunma odasının yolunu tutuyor. Mesai bitişi servise yetişen beyaz yaka gibi yani. İstediğiniz kadar teknik direktör değiştirin, bir takım ruhunu kaybederse hiçbir şey fayda etmez. Kısacası Fenerbahçe’ye ruh gelmeden şampiyonluk hayal. Veyahut şöyle diyeyim, bir fotoğrafla takım olmayı becerenler gibi olamadıkça her şey imkânsız gibi.
Fotoğrafın hikâyesini de hemen şöyle anlatıyım. Yazımın başında, Cumhurbaşkanlığı Kupası finalinden bahsetmiştim. Kupa seremonisi sonrası, soyunma odasındaki zafer pozunda bütün Fenerbahçe takımı kupayla poz veriyor. Bir kişi hariç. O da sakatlığı yüzünden orada olamayan Nikola Kalinic... Fakat sporun ahlakını futbolculardan 10 kat daha iyi anlayan basketçiler, bir kişi bile eksik olduğunda oradaki kupanın eksik kalacağını biliyor. Bunun üzerine, Kostas Sloukas telefonundan Kalinic'in resmini açıyor. Fotoğraf öyle çekiliyor. Bütün takım olarak...
Bu fotoğrafı gördükten sonra önce neden basketbol takımının bu denli başarılı olduğunu anladım, sonra da o takımın bir parçası olduğumu hissettiğim için söz verdim. Ben bu olayı yazacaktım. Yazacaktım ki, futbolcuların zerre koşmadan aldıkları üç puanda umutlanmayıp, basketçilerimizin takım halinde kaybettiği maçlarda hatırlayıp onları alkışlayabileyim...
Sporun en güzel hali, takım ruhudur.
Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı’na...