Ben Hititliyim, Romalıyım, hem doğuyum, hem batıyım. Ermeni, Rum, Kürt, Türk, Alevi, Yahudi, Çerkezim. Bazen Kız Kulesi bazen de Galata’yım. Tüm bu hallerimle de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.
Şu sıralar ülkemin içinden geçtiği dönemi görüp, gazetecilerin gözaltına alındığı bir ortamda “Geleceğe nasıl umutla bakabiliriz?” sorusunu kendi kendimize sordukça Simurg (Zümrüd-ü Anka) kuşunun hikâyesini hatırlamakta fayda var. Cennet Kuşu adı da verilen Simurg’un hikâyesi farklı farklı kültürlerde birbirine benzer mitolojik anlamlarla aktarılır. Gelin biz Eski Yunan Mitolojisi’ndeki efsaneye göz atalım. Simurg bilge ağacında yaşar ve sonsuz bilgiye sahiptir. Ters giden ne varsa ona akıl danışılır. Gün gelir ortalıktan kaybolur. Kuşlar endişelenir, ne yapacağını şaşırır ve zaman geçtikçe umudunu keser. Bir gün uzak ülkelerden haber gelir, Simurg’un altın tüylerinden biri bulunmuştur. Doğan umut ışığı karşısında tüm kuşlar toplanır ve Simurg’u aramaya çıkar. Rotalarında sırası ile yedi dipsiz vadi, istek, aşk, marifet, hayret, tevhid ve yokluğu aşmaları gerekmektedir. Yol boyunca seyahate devam edemeyenler çok olur. Bülbül aşığını bahane eder, papağan güzel kuşların ziyan olmasını istemez, Kartalın göklerdeki krallığı bırakmak işine gelmez. Son kalan otuz tür kuş Kaf Dağına vardıklarında, Simurg’un dergâhının aslında bir ‘ayna’dan ibaret olduğunu fark ederler. Simurg yani otuz kuş, aslında kendileridir. Ayna sembolizması bize burada tekâmülü simgeler. Olayların başlangıcı ve sonu bizdedir. Tıpkı Mevlana’nın söylediği gibi; “Kaynağından kopan her şey kaynağı ile birleşmeyi arzular.”
Bugün yaşadığımız yalnızlaşma, yabancılaşma ve derin mutsuzluk hali de aslında bugüne kadar yaptıklarımızın birer sonucudur. Daha dün siyasi iktidarların toplum manipülasyonu için kenti mahvetmesine sesini çıkarmayanlar, şimdi bu tek seslilik içinde şehrin bizi nasıl içine hapsettiğini hayretle gözlemlemektedir. Gezi protestosunu, Emek sinemasının yok edilmesini ve İstanbul adına tüm yakarışlarımızı iki, üç çapulcunun fırsatçılığı olarak görenler, o yapıların bizlere insan olmanın erdemini ve insanlığımıza devam edebileceğimizi anlattığını nereden bilsinler? Bugün bu şehri nasıl hoyratça tüketiyorsak, insana davranışımız da buna paraleldir. Daha dün görevi gazetecilik olan insanların paldır küldür bir operasyonla gözaltına alındıklarını gördükçe eğer halen içimiz acımıyor, yaşananlara isyan edemiyorsak hikâyedeki kuşlar misali yolculuğu terk etme zamanı gelmiş demektir. Asıl mesele, bu topraklardaki 2700 yıllık tarihimizin 550 seneye sınırlanıp, tek tip insan üretilme çabasıdır. Zaman bizleri tek renk kalmış ruhsuz insanlara dönüştürmeden tüm renklerimizi, çeşitliliğimizi haykırma vaktidir.
Ben Hititliyim, Romalıyım, hem doğuyum, hem batıyım. Ermeni, Rum, Kürt, Türk, Alevi, Yahudi, Çerkezim. Bazen Kız Kulesi bazen de Galata’yım. Tüm bu hallerimle de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Her geçen gün farklı müdahalelerle bu topraklarda yaşama zevkimin elimden alınmasına ses çıkarma günüdür bugün! Siyasi iktidarların bizi tüketirken “Ama” demelerine izin vermeme, inandığımız değerlerle ne olursa olsun mücadele etme günüdür. O meydanlarda Yenikapı ruhu diye haykıranların eğer gerçekten bu ruha inanıyorlarsa ses vermeleri, haksızlıklara dur demeleri gereken gündür bugün. Farklı renklerimizi, kendi ruhumuzu, değerlerimizi, şehrimizi kaybetmeden yaşananlara dur demenin, hep beraber durup düşünmenin zamanı gelmiştir. Umudu uzaklardaki Simurg kuşunda aramak, birinin bu gidişata dur demesini beklemek bir hayalden ibarettir. Asıl umut alacakaranlığa rağmen güneşe yüzüne dönen, doğru bildiklerini söylemekten vazgeçmeyen aydınlarımız ve gençlerimizdir. Bu umut sizsiniz, umut bizleriz, hepimiziz! Bundan daha büyük bir umut yoktur!