Yazımın başlığını görünce eminim soracaksınız: “Sen de mi Estreya Seval?” Ben de mi iyilik yapanların, merhamet edenlerin kazık yediğini düşünenlerdenim? Açıkçası hayır. Öyle düşünmediğim gibi, bu fikirde olanlara kızıyorum. İyilik, Allah rızası için, karşılık beklemeden yapılmalıdır: Sırf Aşem bizden böyle davranmamızı beklediği için. Yoksa iyilik yaptım, karşılığını alamadığım gibi kötülük buldum demek, kimse kusura bakmasın ama arabesktir.
İnsan genelde anlaşılmadığını ya da yanlış anlaşıldığını, haksızlığa uğradığını, kıymetinin bilinmediğini düşünmekten mazoşistçe bir haz alır. Çoğumuz çok kolay alınırız. Kalbimizi kıran bir laf duyduğumuzda, kendimizi hemen hiç karşımızdakinin yerine koymaz, o kişinin neden bize sert gelen bir şekilde davrandığını düşünmez, empati yapmayız. Bilgelerimiz neden kolay öfkelenmemenin erdemlerini över ve alçakgönüllü olmayı öğütler acaba?
Kişi öfkelenmeyince karşısına iki yol çıkar: Ya kanını kızıştıran duyguyu bir kalemde silip atar ya da olayın nedeni hakkında kafa yorar. Aslında unutmak güzeldir ve bence unutamamak, insanoğluna verilen ağır bir cezadır. Kafa yorma konusuna gelince, kişinin karşısına yine iki yol çıkar: Olumlu düşünmek ve olumsuz düşünmek. Öfkelenmesine neden olay hakkında olumlu düşünmeyi seçen kişi, başta da belirttiğim gibi empati kapılarını açar, kendinde de bir parça suç olup olmadığını araştırır ve sonuçta kendini geliştirir. Olumsuz düşünen kişi ise kendini mutsuz eder ve bu mutsuzluk, televizyon haberlerinde sık sık izlediğimiz gibi saldırgan davranışlara kadar gider.
Asıl konumuz neydi sevgili okurlar? İyilik yapmak ve merhamet etmek. Facebook feylesoflarının kötülemeyi pek sevdiği iki erdem. Başlığın altındaki yorumlara bakacak olursanız, yazanların hepsinin aynı fikirde olduğunu görürsünüz. Ben iyilik yaptım ama kazık yedim. Başıma ne geldiyse iyi niyetimden geldi. Ne iyilik yaptınız Allah aşkına? Birine evinizi mi açtınız? Borç para mı verdiniz? Zor gününde yanında mı oldunuz? İş mi buldunuz? Yoksa sadece güler yüz mü gösterdiniz? Bir kere şunu anlamamız gerekiyor: Rastladığımız kişiler karşımıza rastlantı eseri çıkmıyor. Hepimizin hayatta bir misyonu var. Dünya bir sınav yeri. Bir görevle bir araya geliyoruz ve bu arada sınanıyoruz. Bize kazık yemek gibi gelen olaylarda sınavdan başarıyla geçen biz, kalan ise karşıdaki oluyor. Sınavı geçtik diye üzülmek niye?
Bu arada, hata yapan eğer biz isek ve dürüst bir kişi sayılıyorsak, ilahi adalet dünyada bizim için çok hızlı işler. Neden dersiniz? Çünkü Aşem dürüst kişilerin cezalarını hemen bu dünyada çekmesini, ebedi ödüllerini ise Gelecek Dünya’da almasını ister. Sonsuzlukta doyumsuz haz için burada biraz acı çekmeye değmez mi sizce? Bunun tersi de geçerli tabi. Kötü kişiler yaptıkları az sayıda iyiliğin karşılığını bu dünyada alır. O yüzden onların hep iyi durumda olduğunu sanırız. Ancak cezaları, onları Gelecek Dünya’ya beklemektedir.
Gelelim yaptığımız ölçüsüz iyiliklere… Tora bize ne diyor? “Ancak… Kendini koru ve canını fazlasıyla koru!” (Devarim 4:9). Bir kişi kendini tehlikeye atabilecek durumlardan uzak tutmakla yükümlüdür. Bilgelerimiz bu durumları genellikle fiziksel olarak yorumlar. Örneğin gece vakti ıssız bir yerde tek başına yürümekten kaçınmak, yıkılabilecek bir binanın içine girmemek, sağlam olmayan bir köprüden geçmemek gibi.
Bence bu uyarıyı konumuza da uygulayabiliriz. Evinizi iyi tanımadığınız ve bir türlü gitmeyecek olan kişilere açmayın. Sözünde durmayan kişilere borç vermeyin, onlara kefil olmayın. Sırlarınızı ağzını tutamayan kişilerle paylaşmayın. Aksi takdirde gerçekten kazık yersiniz. Tora, boş laf söylemez. Eğer siz kendinizi korumuyorsanız, karşınızdaki kötü niyetli kişilere yem olmanız kaçınılmazdır.
Yazımı babacığımın en çok sevdiğim ‘bendisyonu’ ile bitireyim: Tanrı karşımıza hep iyi insanlar çıkarsın. Amen.