31 Ekim Dünya Şehircilik Günü’ydü. Geçtiğimiz hafta Ekvator’un Quito şehrinde Habitat III olarak adlandırılan Birleşmiş Milletler Konut Üretimi ve Sürdürülebilir Şehircilik Konferansı yapıldı. Birincisi 1976’da Mont Real’de, ikincisi 1996’da İstanbul’da, üçüncüsü de Quito’da yapılan bu toplantı sonucunda dünya nüfusunun yüzde 55’inin artık şehirlerde yaşamakta olduğu tespit edildi ve dünya şehirlerinin daha kapsayıcı, daha eşitlikçi ve daha sürdürülebilir olması için Birleşmiş Milletler olarak yeni önlemler alınacağı konusunda bir mutabakat metni imzalandı. Hâlihazırda 3,9 milyar olan dünya şehirli nüfusunun ise 2050 senesinde iki katına çıkacağını ifade edildi.
Mutabakatın anafikri şu: “Sürdürülebilir kalkınma düzgün şehirleşmeyle gelir.” Bir başka ifadeyle, “Düzgün şehirleşme olmadan sürdürülebilir kalkınma da olmaz.”
Habitat toplantıları 20 senede bir yapılıyor. Bu sayede, alınan kararlar ve sonuçlar daha gerçekçi bir zaman diliminde incelenebiliyor. Gerçekten de, 20 sene önemli bir zaman dilimi. 20 sene önce cep telefonlarının her biri neredeyse 1 kg ağırlığındaydı. 1996’da son toplantı yapıldığında İstanbul’un nüfusu 8 milyon iken bugün 17 milyon. O gün internet yoktu, facebook, whatsapp yoktu. Bugün ise, insanlar cep telefonlarından gözünü ayırmadan araba kullanıyor, yolda yürüyor ve metroya biniyorlar.
Vikipedi’deki sıralamaya bakarsak İstanbul, kendisinden daha kalabalık olan Şanghay, Karaçi, Pekin, Sao Paolo, Dakka (Bengaldeş), Delhi ve Lagos’tan sonra 8. sırada.
Yani, hayaller Paris ama gerçekler Delhi.
Şehir planlamacısı değilim ama kanaatimce ideal şehir haritası bir örümcek ağına benzemeli. Yani, ortada bir merkez, ortadan dışarıya doğru yıldız gibi açılan dikey arterler ve Paris’teki ‘periferik’ veya Viyana’daki ‘kemer’ misali dairesel bağlantılar. Bizdeki durum nedir? Ortada bir kocaman Boğaz [iyi ki var!] kuzey ve güneyde deniz; doğu ve batı istikametinde ise yerleşim ve gelişim alanları. İstanbul büyüyor, iki ucu arasındaki mesafe de uzadıkça uzuyor.
Kırsal kesimden şehre göçün yoğun olduğu 1970’ler, 80’ler ve hatta 90’larda Türkiye kronik yüksek enflasyonla karşı karşıya idi. O dönemde İstanbul’un eski yerleşim bölgelerinin hemen yanı başında oluşan gecekondu mahalleleri bir yandan enflasyondan mağdur olan düşük gelirli aileleri barındırıyordu, diğer yandan da gelişen ekonominin artan işgücü talebine cevap vermekteydi. Armutlu, Gültepe, Ayazağa, Ümraniye, Bağcılar gibi, aslında şehir merkezine yakın olup belediye hizmetleri o gün için az olan semtlerle, 2. Köprü yapıldıktan sonra nüfusu ciddi şekilde artan ilçelerin oy dağılımlarına baktığınızda, kendilerine hizmet götüren belediyeleri ciddi şekilde ödüllendirdiklerini görebiliriz.
Öte yandan, enflasyonun göreceli olarak düşük seyrettiği son 10 senede ise, konut kredileri ve küresel fon bolluğu sayesinde, yeni konut talebinin gecekondu olarak değil de modern toplu konut projeleri üzerinden karşılandığını görmekteyiz. Artan konut talebinin, bu defa iş olanaklarına pek de yakın olmayan Beylikdüzü, Avcılar, Göktürk, Ataşehir, Başakşehir, Sancaktepe, Çekmeköy gibi nispeten planlı yerleşim alanlarındaki yeni inşaatlarla karşılandığını ancak, buralara taşınan insanların ulaşım sorunun bugün artık dayanılmaz hale geldiğini de gözlemlemekteyiz.
Öyle veya böyle, İstanbul’un sürekli büyümesiyle gelen tıkanıklık insanların artık ayrışmaya ve ortak ideallerden uzaklaşmaya başladıklarının işaretlerini vermekte. Ev ile işyeri arasındaki meşakkatli yolculukta her gün 3-4 saatini yiyen çilekeş İstanbullular bu gerginlikten nasıl kurtulacaklar? Şehir hayatının tesiriyle üzerlerine yerleşen stres ve öfkeyle nasıl başa çıkabilecekler? Keza, hayata yeni atılan gençler elde ettikleri gelirle ulaşabilecekleri konutların artık çok ama çook uzaklarda olduğunu gördüklerinde, geleceğe nasıl umutla bakabilecekler? Bu insanlar politik tercihlerini yaptıklarında hangi tür söylemlere prim verecekler?
Ulaşım halen Büyükşehir Belediyesi’nin en büyük yatırım kalemi olsa da, metro gibi bir olayın hayatımıza 30 yıl geç girmiş olmasının bedelini İstanbullular, her gün çile dokuyarak ödüyor.
Habitat III manifestosu sürdürülebilir kalkınmanın düzgün şehircilikten geçtiğini ifade ederken, yeni şehircilik planlarının da herkesi kapsayan, eşitlikçi, teknolojik yeniliklere açık, çevreci, adil, emniyetli, sağlıklı, ulaşılabilir, insan-odaklı, ayrımcılıktan uzak ve hayat kalitesine ve refaha katkıda bulunabilecek bir vizyonla yapılması gerektiğinin altını çiziyor. Bize de, keşke diye iç çekip, bu güzel şehrin bozulmadan devam edebilmesini ve içinden geçen her ferdi için mutluluk ve refah kaynağı olmasını dilemek kalıyor.