Mila, Pia, Olivia…

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
9 Kasım 2016 Çarşamba

Değişim, hayatın vazgeçilmez bir parçası. Günlük yaşamdaki küçük ayrıntılar da bu kapsam dâhilinde. Geçenlerde anne-baba adayı iki genç çiftin konuşmalarına tanık oldum. Sohbet konusu, bebeklerine koyacakları isimlerdi. Dinlemesi son derece eğlenceliydi. Değişim çerçevesinde günümüz gençleri şanslı. Her ne kadar geleneklere duyarlıysam da, büyükbaba ve babaanneden toruna geçen, hem ağır, hem de çağdışı kalan isimlerin artık uygulamadan kalktığına çok memnunum. Gerçi kırılma noktası birden oluşmadı.

“Adımı taşıyor” diye gururlanan birkaç neslin ardından, büyüklerin sadece ‘başharf’lerini alıp, ‘Nedim, Serra, Metin, Sezin’ gibi çocukların yaşamlarını kolaylaştıran isimler türetildi. Bir müddet böyle gitti. Zaman geçti, gençler daha global düşünmeye başladı. Ve çocuklarına, ‘Mila, Pia, Olivia’ gibi uluslararası geçerli isimler koydular. Bir adım daha ilerleyip, ‘Alphonse, Francine’ gibi seçmelere gidilmediği sürece her anne-babanın çocuğuna sevdikleri bir ismi koymalarından yanayım. Ama bunu yaparken sadece moda olduğu için değil, çocuğun bu ismi hayat boyu taşıyacağını düşünmeleri gerekir.

***

 Annemin kendi çocuğuna isim seçme hakkı tabii ki yoktu. Rahmetli babaannemin adı elbise gibi üstüme oturdu. Kardeşim doğduğunda ise bir reform hareketi oluştu. Gelinini çok seven dedem, çocuğa kendi adı yerine, annemin hayatta olmayan babasının ismini koymasını istedi.

Annemin tek ısrarı çocuklara iki isim verilmemesiydi. Kendisinin resmi yazışma v.s gibi olaylarda yaşadığı sıkıntıları yeni neslin yaşamasını istememişti.

***

Gerilere dönüyorum. İlk erkek çocuğuna, babanın babasının, ilk kız çocuğuna babanın annesinin adının verildiği günlere… Konuyla ilgili hala kulağımda çınlayan sesler… İlkokuldaydım, sınıfta aynı isim ve soyadlı iki amcakızı vardı. Öğretmen derse kaldırdığında, karıştırmamak için ‘462 Raşel’ veya ‘500 Raşel’ diye çağırırdı. Teneffüslerde ise aynı arkadaşlara ‘Büyük Raşel’, ‘Küçük Raşel’ olarak seslenirdik. Lakapları bugün bile geçerlidir.

Kimi zaman bir ailede aynı ismi taşıyan üç çocuk olurdu. Genç yaşta yurtdışına giden bir akrabamız, İstanbul’u her ziyaretinde çocukluk anılarını gülerek anlatır, ‘Üç kuzenimle bir araya geldiğimizde hepsine birden seslenirdim, ‘Büyük Eliko, Küçük Eliko, B.k Eliko’… Tabii ki bu çocukça bir tekerlemeydi. Sayısız örnekleri olduğunu söyleyebilirim.

Günümüzde bir ailede aynı isimde iki çocuk varsa, emin olun ki tesadüften ibarettir.

***

Birileri gelirken, birileri gidiyor. Bu da zincirin bir halkası. Geçen hafta yitirdiğimiz gazeteci/yazar, Reader’s Digest’in Türkçe formatı olan ‘Bütün Dünya’ dergisinin Yayın Editörü Mete Akyol’u kaybettik. Eski Adalı olan Mete Akyol’la daha çok yaz aylarında çeşitli vesilelerle sohbetlerimiz oldu. Mizah gücü kuvvetli, yapıcı eleştirilere açık, ailesine düşkün, hayatı geldiği gibi almasını bilen düzgün bir insandı. Ne denli ileri görüşlü olduğu hakkında bir yorum yapamayacağım. Ama on sene kadar önce geniş bir topluluk içinde, ‘artık gazete okumuyorum. Doğru haberleri öğrenmek için başka kanallar da var’ demişti.

Mete Akyol, çok sevdiği Büyükada’da toprağa verildi. Onu hep Ada’nın kestirme sokaklarında, ‘parliament’ mavisi akülü arabasını her zamanki gülüşüyle kullanırken anımsayacağım.

Allah rahmet eylesin.