“Kehanetin doğruluğuna o kadar inanmışlardı ki, inançlarının gücü kehaneti iptal etti”.
1950’lerdeki ‘The Seekers’ (Arayanlar) tarikatı birkaç yıl önce Şirince’ye gelip dünyanın sonunu (ve uzaylı dostları tarafından kurtarılmayı) bekleyen gruba benzer bir kehanete göre hayatlarını düzenlemiş, malı mülkü satıp uzaydaki yeni hayata gitmeyi beklemişlerdi. Kehanet gerçekleşmeyince, inançlarından vazgeçmek yerine araştırmacı Leo Festinger’den alıntılanan giriş cümlesindeki gibi “kehanet doğru, ama bizim ışığımızla değişti, dünyayı da kurtardık” diyerek kendilerine bir yanlışa inanmaya devam yolu bulmuşlardı. Ne olursa olsun inançlarından vazgeçmeyenlere, “ölmek var, dönmek yok” diyenlere birçoğumuz gıpta edebiliriz. Ancak aşı ya da iklim değişikliği gibi konulardaki tutum ve inançların toplumu değişik sahici felaketlerden koruyabilecek sağlık ve enerji politikalarına doğrudan etkisi olması, ‘kör inanç’ları ayırt edebilmemizi gerekli kılıyor.
Aşılar vesilesiyle bilim ve bilim-dışındaki düşünce sistematikleri hakkında yazdıklarımda, aşılar hakkında dönüp dolaşıp ortaya atılan ancak bir türlü kanıtlanamayan iddialara değinmiş, aşı olmayan çocukların sayısal olarak belli bir kitleye ulaşmasıyla doğan salgınların yok yere (Türkiye’de yirminci yüzyıl boyunca milyonlarca bebeğin canını almıştı) canlandığını hatırlatmıştım.
Aşılar ve iklim değişikliğine bakış açıları konusunda ABD’de yapılan araştırmalarda aşının etkili ve düşük riskli olduğuna ve iklim değişikliğinin mevcut olduğuna dair kanıtların varlığına rağmen “hayır, bence öyle değil,” görüşünde ısrar edenler (‘inkârcılar’) genellikle aynı kişi ya da kesimler. Toplumsal politikaları şekillendiren özellikle ABD’li sağcı politikacıların iklim konusunda (kürtaj, bireysel silahlanma vb’ye paralel) ‘inkârcı’ yaklaşımlarına bakıp aşı karşıtlığını da sağcı bir politik araç gibi görebilir miyiz? Aşı karşıtlığının (genelde tıbbın eksik ve kusurlarını büyük tehlikeler olarak tanımlamaya paralel) siyasi zemininin bir ‘milli koalisyon’ niteliğinde sol sağ ayrımı pek yapmadığını ortaya koyan araştırmacıların (örn. Kahan) görüşleri aşı karşıtlığının sağcılıkla ya da politik muhafazakârlıkla açıklanamayacak yanlarını gösteriyor.
Siyasi görüşün, bir konunun bilimsel yöntemle nasıl ele alınacağına etkisinin sınırlı kalması şaşırtıcı gelse de, ülkemizde iklim değişikliğine karşı aktif olup, bilimsel dergilerdeki kanıtlara değer verenlerin, ama söz aşılara ya da tıbbi tedavilere gelince (aynı dergilerde kanıtları yayınlandığı halde) temelsiz iddiaları incelemeksizin kabullenenlerin durumunu anlayabilmeyi sağlıyor. Bilimi bir süs ya da kendi görüşlerine destek olduğu sürece anlamı olan bir ‘açık kaynak’ gibi görmek veya bilimden ‘söz etmek’ten hoşlanmak, bilim dışı konuma düşmeye bir engel değil.
Peki, apaçık kanıtlar olsa bile bir gerçeği ‘inkâr’ etmek, yokmuş gibi davranmak nasıl mümkün oluyor? Aşılarla ya da iklim değişikliği ile ilgili ortak noktalardan birisi, her iki durumda da, sonuçlarıyla ilgili korkutucu ve tehlikeli durumlardan söz ediliyor. Birisinde aşı olmazsak başımıza gelecekler (salgın hastalıklar gibi), diğeri ise iklim değişikliğine önlem almazsak olup bitecekler (seller, kuraklık, mülteci akını)... Nasıl yok olacağımıza, soyumuzun tükeneceğine ilişkin gerçekçi kestirimler. Aşı olduğumuz takdirde olmadık hastalıkların gelip bizi bulması, bunu gizleyen uluslararası tekellere alet olmamız... İklim değişikliği için önlem aldığımızda, enerji kaynakları bulamayacağımız, modern hayatın sürdürülemeyeceği, ilkel yaşama döneceğimiz kaygısı; geri kalmamızı isteyen başka devletler.
Korkutucu ve tehlikeli anlatılar, kanıta dayalı olanı da olmayanı da, bizi, iki yoldan birisine, ya da genellikle önce birisine, sonra ötekine sürükleyebilir.
a) “hiçbir şey yapmayalım, yoktur öyle şey”: özellikle deprem, küresel iklim değişikliği gibi bir şeyler yapmanın pek mümkün olmadığını düşündüğümüz, ‘bizi aşan’ durumlarda, zaten öyle bir şey olmadığını söyleyip, tehlikeyi yok sayarak tam siper yatabiliriz. Örneğin, hem ölümden korkup, hem de bir gün ölüp gideceğimizi bildiğimiz halde, bu ‘en büyük gerçeği’ unutabilmeyi, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamayı başarabilmemizde olduğu gibi. “Unutmak, arka plana atmak, yok saymak” gibi zihinsel mekanizmalar, er geç bir gün öleceğimiz gibi (ne zaman ve nasıl olacağını bilemediğimiz) kontrol edemeyeceğimiz durumlara takılıp kalmaktan bizi kurtararak hayata asılmamızı sağlar.
Bu mekanizmamız bozulup da gerçekleri yadsıyamaz olduğumuzda, hayatımız üzerindeki kontrolü kaybettiğimiz duygusuna paralel olarak, elimizde ne varsa onu denetlemeye, düzeltmeye ya da kontrol etmeye çalışırız. Bir tür gerçeklerin aşırı farkındalığı diyebileceğimiz bu durum ‘akıl kamaşması’ doğurabilir.
b) “Hiçbir şey yapmayalım, yapılabilecek her şey çok tehlikeli” ruh haline bu noktada geçiş yapılabilir. Hayatın sonluluğunun farkındalığı akıl kamaştıracak şekilde ve asıl tehlikeleri yok sayarak öne geçer. Yediklerimizdeki kalorileri sayarken, yiyeceklerin etiketlerini didiklerken, doktorun önerdiği ilacı alıp almamayı (bir iki değil, binlerce kere) düşünürken, tehlikeyi abartmış olmaktan öte, sahiden tehlike oluşturanı (tedavi edilmediği takdirde bütün vücuda yayılabilecek ya da geleceğimizi riske sokacak bir hastalık) gözden kaçırabiliriz. Üstelik bir tercihimiz olduğunda, (örneğin, aşıya, ameliyata) ‘evet’ ya da ‘hayır’ demekle hayatımızda bir şeyi değiştireceğimize inandığımızdan ötürü, durumu iyi biçimde kontrol ettiğimiz hissine kapılırız.
Korku duygusu, (b) mekanizması kanalıyla, kontrol edilebilir ya da bir şey yapılabilir algıladığımız, tercih yapabilir, sorumluluk alabilir gözüktüğümüz durumlarda işi ele alır. Yok, zaten yapacağımız bir şey yok diye düşünüyorsak, durumun gerçek tehlikesini unutturacak (a) mekanizması devreye girer.
İki mekanizma da, eninde sonunda “hiçbir şey yapmayalım” (ama gerekeni yapmadığımız için de hiçbir sonuç doğmasın) yaklaşımını tetikler. Karşısına aslan çıkan kuzunun dehşetten adeta donakaldığı, ne kaçabildiği, ne savaşabildiği an çıkagelir.
* Aşı olmama hakkı üzerine mahkeme kararlarının basında yer alması, aşılamanın zorunlu olmamasının toplum sağlığı için yaratacağı risklere ilişkin hekim meslek kuruluşu açıklamalarının aynı ölçüde duyulmaması nedeniyle benzer tartışmaların başka nedenlerle yine gündemde olduğu bir dönemden kalma yazılarımdan derleyerek oluşturdum.