En büyük zaaf zamanın ruhuna yenilmek olmalı. En zor anladığımız ise zamanın içinde değil, bizi var eden ve yok edenlerin arasında yaşadığımız…
Bu yazı “bizi var edenler ve yok edenler” arasında kalanlar için yazıldı… Kim söyledi hatırlamıyorum. Aklın yolunu tutarak da oraya varmış da olabilirim. Zaten evrim ve akıl arasında kaldığım çok oluyor. Mesela, kötü bir gelişme olduğunda aslında hayatın bir evrim planı çerçevesinde hareket ettiğini düşünüyorum. Ama hemen sonra tüm her şeyin muhakkak farklı yollarının olduğunu da düşünüyorum. İrdelenmesi gereken belki de bu…
Evet doğru, bizi var eden her şey, günün birinde yine aynı sebeplerle bizi yok edecek. Bunun ilginç bir örneği ise Tanzimat’tan günümüze kıymeti az bilinen yazarlardan Ahmet Mithat oluyor. Türk edebiyatının ilk popüler yazarı... Şair Fitnat Hanım’la büyük aşk yaşıyor ve aralarında doğan bu aşk, mektuplarla sürdürülüyor.
Her şeyiyle çok ilginç bir adam, Ahmet Mithat. Dönemin diğer yazarlardan farklı olarak orta alt sınıftan geliyor. Çok çalışarak yükseliyor. Kırk civarı roman ve iki yüzden fazla kitap yazdığı biliniyor. Özellikle, 1875 yılında yayınladığı ‘Felatun Bey ve Rakım Efendi’ Tanzimat romanı açısından çok önemli bir aşamayı işaret ediyor. Ayrıca romanı, Milli Eğitim’in önerdiği yüz temel eserin arasında. Ve bu romanı çok ilginç bir anlatıma sahip… Çünkü diliyle, kendisinden sonraki yazarları da etkiliyor. ‘Felatun Bey ve Rakım Efendi’deki anlatım tekniği onu kısa zamanda bilinir ve çok okunur bir yazara dönüştürüyor. Züppe tipi ve hesap adamı arasında geçen romanı, modernleşme konusunda bize fazlasıyla ilginç fikirler veriyor. O dönemde haliyle esas temsil ettiği modernleşme anlayışını görüyoruz. Ahmet Mithat, edebiyatı araç olarak görmüş ancak Namık Kemal gibi metinlerine idealist yaklaşmamış. Namık Kemal’in ‘vatan, millet’ gibi belli kavramlar üzerinde yazdıklarından epey uzakta hareket etmiş. Onun edebiyat algısı, yine toplumu dönüştürmeye yönelik ancak kişiyi daha iyisini yapmaya yönlendiriyor. Babacan bir tavırla, romanın satır aralarında okuyucuyla konuşarak “Felatun Bey size çok züppe mi geldi?” diye soruyor. Romanlarında böyle araya girip, okuyucuyla arasındaki tüm mesafeyi kaldırmak istiyor ve bunu başarıyor. Sıradan ortalama okuru bulunduğu seviyeden yukarı taşımaya uğraşıyor. Ve dilini hep bunun üzerine kuruyor.
Çok ilginç ki, Batı’da 1990’larda yapılan edebiyat araştırmalarında Ahmet Mithat, bu anlatımıyla ‘öngörülü’ bulundu. O dönem Batı’da pek fazla rastlanmayan bir tarzı olduğu için…
Ayrıca karakterlerini gerçek hayattan seçmesi, okuyucusunu daha fazla heyecanlandırıyor. Örneğin Felatun Bey’in, Osmanlı başkentinde dolaşan ve bilinen bir adam olduğu o dönem epey konuşuluyor. Ahmet Mithat, Osmanlı toplumunun ihtiyacı olduğunu düşündüğü karakterler yaratıyor. Fakat ilginç olan, yurt dışında okumamasına rağmen kendi kendisini çok geliştiriyor. Bu yüzden kahramanları bile kendi kendisini yetiştiren karakterler oluyor. Ahmet Mithat, geleneksel ve Batılı eğitimi o dönemde birleştiren nadir isimlerden oluyor. O dönemde sadece istisnai insanlar, geleneksel ve Batı eğitimine birlikte sahip oluyor. Ahmet Mithat’ın sırf bu azmi bile ayrı bir başarı hikâyesi olur.
Üstelik Tanzimat’tan sonra kendi okur kitlesini yaratıyor. Kitapları ve tefrikaları popüler oluyor.
Özellikle tefrikalarında, okurun ilgi ve tepkisini dikkate alarak romanlarının gidişatını bile değiştiriyor. Aslında bir nevi bugünün dizi kültürünün de temellerini atıyor, Ahmet Mithat. Tabi o dönem ‘dizi’ ancak yazılı basında mümkün! Ve Ahmet Mithat bu konuda çok başarılı oluyor.
Çok ilginç bir adam… Ama ne yazık ki, edebiyat tarihinde kıymeti fazla bilinememiş. Aydın ve edebiyat tarihçilerinin özellikle Cumhuriyet döneminde gözünden düşüyor.
Çünkü onu var eden, ya da biz ona nefes almasını sağlayan diyelim sebep, gözden düşmesine sebep oluyor. Abdülhamid’in siyasetini överek yeni padişahın gözüne giriyor. Çünkü yine bir sürgüne daha gitmek istemiyordu. Ancak tüm bu övgüleri onun, Abdülhamidçi olarak yaftalanmasını sağladı. Cumhuriyet dönemi öncesinde hayatını kaybetmişti. Fakat tercihi sebebiyle ismi övgüye değer yazarlar arasında uzunca süre yer almadı.
Lakin daha garibi ve aslında ölmeden önce en büyük şanssızlığı da yine Adülhamid oldu. Saray tarafından alttan alta desteklense de padişah ona bir anda sırtını döndü.
Onu farklı şekillerde de olsa yani İstanbul’da yaşaması gibi şartlarda var eden sebepler, aynı zamanda yok oluşunu hazırladı.