Brüksel... 2015 yılında mülteci krizinin çözümü üzerinden yeniden canlanan Türkiye-AB ilişkileri, tarihinin en sorunlu dönemini yaşıyor. Geçtiğimiz hafta Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin dondurulması yönünde karar aldı. Tavsiye niteliğindeki kararın bağlayıcılığı olmasa da, Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerine uygunluğu meselesi 15-16 Aralık’ta bu kez Avrupa Zirvesi’nde ele alınacak.
O zamana dek, AB ile Türkiye arasındaki perspektif farkının kapanması oldukça zor görünüyor.
Türkiye açısından 15 Temmuz darbe girişiminin travması hâlâ canlı. Demokrasi konusunda hassasiyet gösteren Avrupalı devletlerin, seçilmiş hükümetin yanında net ve sağlam bir duruş sergileyememiş olması sindirilmiş değil. Öte yandan, terörle mücadele kapsamında, örneğin IŞİD’e karşı işbirliği bekleyen AB ülkelerinin, PKK’yı himaye eden tavırları da ikiyüzlü bulunuyor.
AB ise 15 Temmuz sonrası Türkiye’de OHAL kapsamında yürütülen uygulamaların darbe yanlılarını temizlemenin ötesinde muhalefeti susturmayı hedeflediği, hukukun üstünlüğü, ifade ve basın özgürlüğüyle çeliştiği, dolayısıyla demokrasi ve insan hakları bakımından Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerinden giderek uzaklaştığı görüşünde. Bu bağlamda idam cezasının geri getirilmesi tartışmaları, AB içindeki Türkiye karşıtlarının eline koz vermiş oldu.
Bugün Türkiye - AB gerilimini Ankara ile Kopenhag Kriterlerinin çekişmesi olarak okumak mümkün. Türkiye güvenlik öncelikleri, AB ise demokrasi perspektifinden bakarak, haklılığını karşı tarafa kabul ettirmeye çalışıyor. AB’nin hükmedici tonuna ve yaptırım tehditlerine karşılık Türkiye de Şangay İşbirliği Örgütü gibi ittifak alternatifleri sunuyor. Oysa her iki taraf için bağları tamamen koparmanın maliyeti oldukça yüksek ve tercih edilebilir bir şey değil.
Avrupa Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı; ihracatının yarısını AB ülkelerine yapıyor. Merkez Bankası verilerine göre 2002-2015 arası Türkiye’ye gelen yabancı yatırımın yüzde 75’i AB ülkelerine ait.
Öte yandan, Türkiye jeopolitik konumu itibariyle bölgedeki sorunların çözümünde kilit aktörlerden biri. NATO’nun ikinci büyük askeri gücü. Terörle mücadele, mülteci krizi ve enerji güvenliği gibi birçok konuda AB ile işbirliği yapmakta.
Bununla birlikte Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefi niyet olarak masada olsa da bugün gelinen noktada gerçekliğini yitirdiğini kabul etmek gerekiyor.
Bu noktaya varılmasında, Türkiye’nin üyelik kriterlerini karşılayamamış olması kadar, AB’nin samimiyetten uzak yürüttüğü müzakere sürecinde yapmış olduğu hataların ve Türkiye’nin birliğe sağlayacağı katkıları görmezden gelen vizyon eksikliğinin payı var. Bugün Türkiye’nin eleştiri aldığı birçok konuda ilerleme kaydedebileceği Yargı ve Temel Haklar, Adalet, Özgürlük ve Güvenlik, Eğitim ve Kültür gibi müzakere başlıklarının 2008’den bu yana Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin vetosu yüzünden açılamadığı bir gerçek.
Türkiye üyelik müzakerelerine dair kaybettiği motivasyonu, göçmen geri kabul anlaşması karşılığında AB’den beklediği vize serbestisi ile yeniden yakalamıştı. Ne var ki,15 Temmuz ertesi yükselen gerilim neticesinde anlaşma her an bozulabilir.
Bir tarafta darbe girişimi sonrasında Rusya ile yakın ilişkiler geliştiren, tercihlerini daha bağımsız bir dış politika yönünde kullanan ve batı ittifakıyla ilişkileri sorgulanan Türkiye, diğer yanda aşırı sağın giderek güçlendiği, güvenlik konusunda sorumluluk almaktan kaçınan, birlik içinde bir arada hareket edebilme gücü kısıtlı, çözülmeye meyilli bir AB var. Değişime ayak uyduramayıp içe kapandıkça, dünya siyasetindeki gelişmeleri şekillendirme gücünü yitiren AB’nin Türkiye üzerindeki siyasi ağırlığı giderek azalmakta.
Hal böyleyken, AB üyeliği hedefi, her ne kadar temsil ettiği değerler açısından muasır medeniyet seviyesine ulaşma yolunda bir nevi kıble vazifesi teşkil etse de, zaten epeydir somut ilerleme kaydedilmeyen üyelik müzakerelerinin durdurulması, umudunu yitirmiş Türk kamuoyu için komada olan bir hastanın fişten çekilmesinden ibaret olacaktır.
Ancak her şeye rağmen Türkiye’nin batı ittifakıyla bağlarının ve karşılıklı çıkarların korunması adına AB-Türkiye ilişkilerinin daha gerçekçi bir zeminde yeniden tanımlanmasına ihtiyaç var. Bu bağlamda, İngiltere’nin Brexit kararı neticesinde AB ile müzakere edeceği yeni ortaklık mekanizması Türkiye-AB ilişkileri açısından yeni bir fırsat penceresi doğurabilir.
O zamana dek diyalog kanallarının açık tutulması, tansiyonu indirecek bir söylem ve dil oluşturulması elzem.
İşte AB Bakanlığı bünyesinde başlatılan ‘AB ve Sivil Toplum Buluşmaları’ toplantı dizisi tam da bu amaca hizmet ediyor. İlki 29 Kasım’da Brüksel’de gerçekleştirilen toplantıların devamı Berlin, Londra ve Paris’te yapılacak. Basın mensupları, akademisyenler ve işadamlarının Avrupalı muhataplarıyla bir araya gelerek Türkiye’nin AB’ye katkılarını tartışacağı platformun buzları biraz olsun kırması bekleniyor.